Demokratikleşme Paketi Ve Müslümanların Kalkınması
01 Ekim 2013

Demokratikleşme Paketi Ve Müslümanların Kalkınması

Haftalardır konuşulan, tartışılan Başbakan Erdoğan’ın “şaşırtıcı” olarak nitelendirdiği, Beşir Atalay’ın ise tüm kesimleri kapsayacak dediği demokratikleşme paketi nihayet açıklandı. Paketten beklentiler o kadar abartıldı ki, tıpkı referandum sürecinde olduğu gibi paket sonrası yeni bir Türkiye, hayali değişimler, yüksek beklentiler oluşturuldu. Belki yıllardır aranan, özlenen değişim olacak diye Müslüman halk yeniden umutlandırılmış, beklenti içine sokulmuştu. Ancak beklenen olmadı ve sanki dağ fare doğurdu. Paketten tüm kesimlere bir parmak bal verilirken, yerel seçimler, genel seçimler, Cumhurbaşkanlığı referandumu gibi zamanlara da bir paket, bir umut bırakıldı.

Aslında bu paketler bu beklentiler ve umutların boşa çıkması ilk değil son da olmayacaktı. Cumhuriyet tarihi boyunca Müslüman halk bir partiden diğerine, bir liderden başka bir lidere geçişte atmıştan fazla hükümetten inancı gereği Müslümanca yaşama beklentisini bir türlü bulamadı. Her paket bir sonraki pakete işi havale ederek, umutlar, beklentiler bir başka bahardaki paketlere bırakıldı.

Makalenin asıl konusu paket içinden çıkarılan maddelerin düne göre iyi olduğu, iyi ama yetmez, başlangıç için güzel, devamı gelecek gibi bir tahlilden ziyade tüm paketler ile hedeflenen kalkınmayı demokrasinin değil İslam’ın gerçekleştirebileceğini kısada olsa gösterebilmektir.

İslam ümmeti bugün gerek Türkiye’de gerekse diğer beldelerde birçok sıkıntı ile karşı karşıyadır. Ne zaman İslam hayattan uzaklaştırılmışsa, işte o günden sonra Müslümanların başına birçok sıkıntı, bela, musibet isabet etmiştir. Bunun nedeni ise İslam ümmetinin İslam nizamının yerine demokrasi, laiklik, cumhuriyet, batılı yaşam tarzı gibi anlayışların yerleşmesi ve uygulanmasıdır. Bu paketler ise hiçbir zaman istenilen kalkınmayı gerçekleştiremeyecek ve her pakette Müslümanlar oyalanacak ve aldatılacaktır.

Paketin açıklamadan önce Başbakan Bugün açıklayacağımız paket bir ilk değildir. Bir son da olmayacaktır. Zira Gazi Mustafa Kemal’in devrim niteliğindeki adımları Türkiye’yi ileri standartlara ulaştırmayı hedeflemiştir. 1950’de başlayan demokratikleşme tarihimiz boyunca nice adımlar atılmıştır. 1950 yıllarından bugüne 63 yıldır demokratikleşme için atılan adımlar ile Türkiye’nin geldiği nokta ortadadır. Darbe ürünü bir anayasa ki bu anayasa da sivil müdahaleler ile birçok kez değiştirilmiş ancak her değişiklik bir sonraki değişikliğin sebebi olmuştur. Hukukta, yargıda, eğitimde, içtimai hayatta, ekonomide hala demokratik hayallere erişilememiştir.

Mustafa Kemalin devrim niteliğindeki adımları ise ülkeyi ileri değil bilakis geriye götürmüştür. Bu adımlar nelerdi hatırlayalım. Hilafetin kaldırılması, Medreselerin kapatılması, kılık kıyafet değişikliği, harf inkılabı, milliyetçilik, cumhuriyet, laiklik ve diğerleri gibi…

Acaba bu devrim niteliğindeki adımlardan hangisi Türkiye’yi bir adım ileri götürmüştür?

Osmanlı toprakları bakiyesine kurulmuş bu rejim bu devrimler ile halkı ile yaklaşık bir asırdır savaş halinde değil midir?

Erdoğan dâhil bugün kim var olan sistemin iyi olduğunu söyleyebilir?

Başbakan Erdoğan bu paketler ile bu devrimlerin yaptığı devrimleri değiştirmeye çalışmıyor mu? Bu ne yaman çelişkidir böyle!

Esas itibari ile sorun kişilerde değil anlayıştadır. Demokrasi beşeri bir anlayış olup hayat vakıası hayalden öteye geçmeyen bir yönetimdir. Kişilere, zamana, şartlara göre değişmekle birlikte insan aklına, fıtratına ters bir yönetimdir. Haliyle bu sorunları çözmenin yolu demokrasiden değil İslam’dan geçmektedir. Esasta ise sorunların müsebbibi demokrasinin kendisidir. Başbakan Erdoğan yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu ne zaman farkına varacaktır acaba?

Yine Başbakan Erdoğan 3 Kasım 2002 seçimleriyle oluşan parlamento, 11 yıllık süreç içinde çok önemli reformlar gerçekleştirmiştir. Bu paket bir son da değildir. Zira insanoğlu var oldukça değişim devam edecek, şartlar değiştikçe yeni ihtiyaçlar ortaya çıkacaktır. Türkiye bugünlerde ayağında prangalarla zincirlerle bugüne kadar ulaşmıştır. 11 yılda yapılan çalışmalar ile gelinen mesafe ortadadır. 3 tane harfin değiştirilmesi dahi 76 milyon insana lütuf olarak sunulmaktadır. Gelişmemizin önünde acaba Q, X, W harfleri mi durmaktadır?

Başbakanın ifade ettiği esas önemli olan husus ise insan ihtiyaçlarının karşılanması meselesidir. İnsanın ihtiyaçlarını ise onu yaratan Rabbinden başka hiçbir güç bilemez ve bu konuda nizam belirleyemez. Allah insanı bir fıtrat üzerine yaratmış ve onu başıboş bırakmamıştır. İnsanın fıtratına uygun akide ve nizamları da vahiy etmiştir. Ancak bu vahyin uygulanması ile insanoğlu mutlu olabilir yoksa hayatı sıkıntılı olacaktır bugünkü gibi… O halde başbakan Erdoğan insanların sorunlarını çözmek ve Türkiye’nin ayağındaki prangaları zincirleri kırmak istiyorsa İslam’ın hükümlerini uygulamaktan başka yol olmadığını neden hala görmemektedir?

Yine Başbakan Erdoğan vakıası olmayan bir cümle kuruyor ve diyor ki “Artık Türkiye’de kimlik dayatan, makbul vatandaşı tanımlayan, vatandaşlarının kökeniyle, inancıyla, dünya görüşüyle uğraşan bir devlet yoktur.” Sayın başbakan Cumhuriyet kurulduğu günden bugüne %99’u Müslüman olan bu ülkede Müslümanların ayrımcılığa maruz kaldığını görmeyen var mı acaba?

Bugün Müslümanlar inançlarının gereğince yaşamak istedikleri halde yıllardır bu engellenmedi mi?

Acaba demokratik sistem Müslüman halkın bugüne kadar hangi taleplerine cevap vermiştir?

Bugün dahi binlerce Müslüman inancından dolayı terör suçlaması, irtica suçlaması ile zindanlarda değil midir?

Kuran’ın hükümlerinin birçoğu bugün dahi camilerde bile konuşulması yasak değil midir?

Gönül isterdi ki bütün bu sorunların kaynağı olan anayasa yeniden yapılabilseydi. Acaba Başbakan Erdoğan bu anayasanın muhalefet ile yapılamayacağını bilmiyor mu? Tabi ki, bilmemesi mümkün değil. Tam bir mutabakat ile bu anayasanın değişmeyeceğini, bahçeden birlikte üzüm yenmeyeceğini tüm kesimler biliyor. Hatırlanacağı gibi başörtüsü konusunda da mutabakat aranmıştı yıllardır. Bugün ise kısmi bir değişiklik mutabakat ile değil AKP tarafından bu paket ile yapılmıştır. O halde ne hükümetin ne de muhalefetin amacı üzüm yemek değildir. Her seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de anayasanın değiştirilmesi seçim malzemesi olarak kullanılacaktır.

Seçim sisteminde yapılması düşünülen değişiklik, partilere hazine yardımı konusunda %7 oy oranının %3 olarak değiştirilmesi, propagandanın farklı dillerde yapılması, partilere üyeliğin önündeki engellerin kaldırılması ve teşkilatlanma ile ilgili değişiklikler mevcut siyasi partiler için faydalı olabilir. Ancak İslami bir siyasi partinin Türkiye’de kurulmasının, faaliyetlerine izin verilmesinin önü açılmamıştır. 1953 yılından beri 50 ülkede faaliyetleri bulunan Küresel İslami siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir’in gençleri terör örgütü suçlaması ile tutuklanmaktadır. Müslümanların akide ve şeri hükümlere uygun siyaset yapmaları ne zaman serbest olacak?

Ne zaman fikri ve siyasi olarak çalışan Allah’a davet eden dava adamları terör örgütüne üyelik, terörist gibi yaftalardan kurtulacaklar? Cezaevlerinden ne zaman çıkartılacaklar?

Paketten bir başka konu ise başörtüsü konusuydu. Kıyafet yönetmeliğini değiştirerek kamu kurumlarında başörtüsü yasağını kaldırıyoruz. Resmi elbise giymek zorunda olan TSK mensupları, yargıda hâkim ve savcıları bunun dışında tutuyoruz. Yıllardır bir sorun olan başörtüsünün çözümü bu şekilde mi olmalıydı? Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, başörtüsü Allah’ın Müslüman kadınlara farz kıldığı bir emirdir. Bu konunun demokratik bir paket ile çözülmesi ve bununda Müslümanlara bir lütuf gibi sunulması hangi mantığın tezahürüdür? Bu paket ile başörtüsü yasağı resmi kıyafetli çalışanlar TSK, yargı ve polis olarak görev yapan kadınlar için bir zulümdür. Peki, böyle bir yasağı koyma ya da uygulama yetkisini kim nereden ve nasıl alabilir? Bu yapılan bir zulüm değil midir? Yoksa laik kesim bunu yaptığında zulüm iken demokrat kesim bunu yaptığında zulüm olmamakta mıdır? Başörtüsü hâkim, savcı, polis, asker Müslüman kadınlara farz değil midir?

Ak parti Erzurum Milletvekili Cengiz Yavilioğlu’nun sorduğu sorular ile başbakan Erdoğan’a bu konu tekrar soruyorum. Hakim ve Savcılar neden başörtülü olmasın? Başörtüsü takanlar adil karar veremezler mi? Başörtüsü ile eşit davranılamaz mı?

Pakette açıklanan bir diğer konu ise ilkokullarda uygulanan andımızın kaldırılmasıdır. İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasını kaldırıyoruz. Eğitim ve öğretimdeki sorunlar acaba andımızın kaldırılması ile çözülmüş müdür? Andımızın kaldırılması güzeldir. Ancak sorun eğitim ve öğretimin temelinin değiştirilmesidir. Ezberci bir anlayış ile faydacı bir müfredat ile yetiştirilen gençlik uyuşturucunun, terörün, içki, kumar ve ahlaksızlığın girdabına terk edilmiştir. Bu konuda da ilk emri oku olan İslam’ın eğitim sisteminin uygulanması ancak sorunu çözecektir. Ancak hiçbir zaman demokratik paketlerde eğitimin Kuran ve Sünnete dayandırılması, İslam şahsiyetlerinin yetiştirilmesi gibi bir çözüm çıkmayacaktır. Bize dayatılan müfredatlar ve sistemler bizi biz olmaktan uzaklaştıran bir kültürün parçasıdır. Bu ölümü göstererek hastalığa razı etmekten başka bir şey değildir.

Mor Gabriel Manastırı’nın arazisinin iade edilmesi, Roman Dil ve Kültür Enstitüsünün kurulması, köy isimlerinin değiştirilmesi, Nevşehir Üniversitemizin isminin Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi olarak değiştirilmesi, Kürt sorunu gibi daha birçok konu aslında demokrasinin bizi ne hale getirdiğinin göstergesidir. Yıllardır milliyetçilik aşılayan anlayış bugün halkını Kürt – Türk, Alevi –Sünni, Sağcı –Solcu gibi birçok kutup haline getirmiş. Bu yüzden binlerce insan ölmüş, yaralanmış ve Ümmetin servetleri heder edilmiştir.

Halbuki, İslam ilk indiği Arap halkını, milliyetçilik duygularından ve koyu cahillikten kurtararak, güneşi yalnızca Araplar üzerinde değil, bilakis tüm dünya üzerinde yükselen İslâm’ın nuru ile parıldayan fikri kalkınma asrına ulaştırmıştır. Müslümanlar yeryüzünde hızla yayılıp İslam’ı âleme taşımışlardır. İran’a, Irak’a, Şam beldelerine, Mısır’a ve Kuzey Afrika’ya davetini ulaştırarak onlarında kalkınmasına vesile olmuşlardır. Bu halklardan her bir halkın, diğer halkların milliyetlerden başka bir milliyeti ve dillerinden başka bir dili olmasına bunu başarmıştır. Milliyetleri Fars, Rum, Kıpti, Berberi olan adetleri, örfleri ve dinleri farklı olan bu insanlar İslami yönetim ile İslam’ı anladılar ve tek bir Ümmet haline geldiler. Bunu ulaşım araçları dişi ve erkek develer olduğu halde ve yayın araçları lisan ve kalem olmasına rağmen başardılar. Bugünde hem Türkiye’de hem de tüm dünyada bunu başarabilecek olan ancak İslam’dır. Çünkü O yerlerin ve göklerin Rabbinden gelmiş mükemmel ve tek doğru akide ve nizamdır.