Demokrasi Onların, İslâm Bizimdir!
15 Temmuz 2020

Demokrasi Onların, İslâm Bizimdir!

8 yaşındaydı Zöhre…

Henüz iyi ve kötüyü tam olarak ayırt edemeyecek kadar küçük ama sırtındaki yük boyundan büyüktü.

Milyonlarca çocuk işçiden biriydi. Pakistan’ın Ravalpindi kentinde bir evde sözde “eğitim masraflarına karşılık çalışıyordu” denildi ama işin aslı sefalet içinde yaşayan milyonlarca Pakistanlı gibi evin geçimi için çalışmak zorunda olan bir kız çocuğuydu. Kanunlara göre çocuk işçi çalıştırmak yasaktı ama her şey kılıfına uyduruluyor bir şekilde…

Zöhre yine çalıştığı evde küçücük elleriyle günlük işlerini yaparken, gözü zengin ev sahibinin bir kafes içinde beslediği kuşlara ilişti. Polis, olayla ilgili yaptığı açıklamada Zöhre’nin kuşları beslemek için kafesin kapısını açtığını açıkladı. Çocuk bu, kim bilir belki başka şeyler düşündü? Belki de kendisi gibi köle hayatı yaşamasın diye kuşun kafesini açmıştı. Kuş kanat çırparak uçarken, Zöhre biraz sonra başına geleceklerden habersizdi. Vücuduna alacağı ağır darbelerle tutulduğu bu kapitalist kafesten azat edileceği an gelmişti.

Ev sahibi için kuş, Zöhre’nin nefes alıp vermesinden daha değerliydi. Kim bilir belki de kuşa sayılan para Zöhre’nin yıllarca çalışsa kazanıp ödeyemeyeceği kadar yüksekti.

Zöhre, zengin ev sahibi ve eşi tarafından şuurunu kaybedinceye kadar dövüldü ve işkenceye uğradı. Bunun üzerine Zöhre’yi alarak bir hastanenin önüne bırakıp kaçtılar.

Hazırlanan ilk polis raporunda, “Kurban hastaneye getirildiğinde hâlâ hayattaydı. Yüzünde, ellerinde, göğüs kafesinde ve bacaklarının altında ağır yaralanmalar vardı*”* bilgisi paylaşıldı.

Zöhre’nin ölümünün ardından başlatılan soruşturma kapsamında Hasan Sıddık ile eşi gözaltına alındı.

Zöhre, tedavi gördüğü hastaneden kuşlarla birlikte uçup gitmişti. Bozuk kapitalist demokratik nizamın hükmettiği dünyada her 10 çocuktan biri işçi ve bu çocukların yarısı 5-11 yaş aralığında. Pakistan İnsan Hakları Komisyonu (HRCP) tarafından 2018’de hazırlanan bir rapora göre, ülkede yaklaşık 12 milyon çocuk çeşitli işlerde çalıştırılıyor. Zöhre’ye yönelik şiddet, Pakistan’da evlerde hizmetçi olarak çalışan çocuklara yönelik yapılan ilk kötü muamele de değil.

HRCP’nin raporunda yer alan bir hadisede, İslamabad’da çalıştığı evdeki süpürgenin kaybolması sonucu 10 yaşındaki hizmetçi çocuğu evde hapseden ve ellerini yakıp başına kepçeyle vuran ev sahibi çift, 3 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bir diğer olay da 11 yaşındaki bir başka çalışan çocuğa yapıldı. Bu olayda da çocuk hizmetçi, işvereni tarafından sopayla ağır şekilde dövüldü ve bedeninin çeşitli yerleri yakıldı. Bu olaylar sadece basına yansıyan buz dağının görünen kısmı.

Aslında Zöhreler her yerde. Ya Taksim’de bir köşe başında mendil satıyor ya Kızılay’da kırmızı ışıkta arabaların ön camını siliyor… Ya Avrupa’da bir organ mafyasının elinde organları çıkarılıyor ya da pedofili sapkınların eline düşmüş. 2015’ten beri AB ülkelerinde kaybolan mülteci çocuk sayısı 96 binden fazla. 2016’da refakatsiz şekilde Avrupa’ya ulaşan çocuk sayısı 63 binden fazla. Bu çocukların nerede olduğu bilinmiyor. ABD’yi sarsan cinsel istismar davasının kilit ismi olan pedofili sapkını milyoner Jeffrey Epstein davasında ABD Başkanları Donald Trump, Bill Clinton ve İngiltere Prensi Andrew’un da adı geçiyor. Bu sapıklık içinde olanların yönetici olduğu devletler tarafından hazırlanan ve imzalanan İstanbul Sözleşmesi’nin neyi hedeflediği de ortadadır. Kaybolan binlerce Zöhre’nin akıbeti meçhul ve demokrasinin acı meyvelerini görüp bugün hâlâ batıl demokrasinin bayramını kutlamak esareti, bozgunculuğu, münkeri ve fitneyi alkışlamaktan başka bir şey değildir. Ayrıca internet alışveriş sitelerinde çocukların satıldığı skandal iddiaları da bu ahlâksızlığın yaygın bir şekilde yapıldığı ve devlet yönetimlerinin de bu pisliğin içinde olduğu şüphelerini güçlendiriyor.

Ülkelerindeki sömürü, sefalet ve katliamdan kurtulmak için göç edenleri de organ mafyaları, fuhuş ve köle tüccarları ellerini ovuşturarak bekliyor. Kapitalizm her yerde, her ülkede. Dünyanın hiçbir yerinde can, mal ve ırz emniyeti yok. İşte dünyada durdurulamayan bu göç, mülteci akınları, tamamen kapitalizmin başarısızlığıdır. ABD önderliğindeki NATO’nun işgal ettiği her ülkede direnişle karşılaşması, Çin’in Hong Kong, Doğu Türkistan ve diğer bölgelerde istenmemesi, kapitalizm ve komünizmin fikrî liderliğinin başarısızlığını gösteren örneklerdir. Bizans’ı fetheden Fatih Sultan Muhammed ve ordusunun sevinçle karşılanması ise İslâm’ın fikrî liderliğinin başarısıdır. Afrika ve Ortadoğu’nun kaynaması, halkların yönetimlere karşı ayaklanması, ABD’nin AB’nin kendi topraklarında protesto edilmesi, laikliğin, demokrasinin, kapitalizmin başarısızlığını, zulmünü ve çirkinliğini ortaya koyuyor. Mazlumlar, insana zulmetmeyen, onur ve şerefini ayaklar altına almayan İslâm ordularını bekliyor.

Zengin azınlığın zorba tahakkümü altında boğaz tokluğuna çalışan milyarlarca insan var. Dünyada her 9 insandan biri yetersiz besleniyor, özellikle 5 yaşın altındaki çocukların yüzde 22’sinde açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle gelişme bozuklukları görülüyor. Dünyada her gün yaklaşık 25 bin kişi açlığa bağlı olarak hayatını kaybediyor. Biz bugün koronavirüsten ölen 20-25 kişinin haberini alırken, 25 bin kişi de açlıktan ölmüş olacak. Bu da yılda yaklaşık 9 milyon insanın açlıktan yaşamını yitirmesi demek. Obeziteyle mücadele edenlerin çöplüklerinde dünyada açlıktan ölen insanların 15 katını besleyecek yiyecek varken, bu acımasız köle düzenine “yaşasın demokrasi, yaşasın özgürlük” diye övgüler diziliyor. Koronavirüsün aşısı henüz bulunmuş değil ama açlığın çaresi var ancak milyonlarca insan hayatını kaybetmeye devam ediyor.

Açlık bulaşıcı değil ve zengin düzen sahiplerini etkilemiyor. Zengin azınlığın saltanatının bekası, çoğunluğun sefaletine bağlı. Ucuz işgücü, işsizliğe bağlı. İşsizlik ne kadar çok olursa asgari ücretle ya da daha düşük maaşlara çalışacak insan sayısı çoğalıyor. Sistemi ayakta tutan hükümetlerin işsizlik diye bir derdi yok. Aslında işsizlik kapitalizmin temel prensiplerinden. Fabrika ve holding sahiplerinin daha fazla kazanma hırsına kurban edilmek için düşük maaşa yani neredeyse karın tokluğuna çalışacak işçiler lazım. O işçilerin çocuklarının zenginlerin evinde hizmet etmesi lazım. Daha çok Zöhreler lazım kurban etmek için doymayan kapitalizme. 8 kişinin servetinin 3,5 milyar insanın yani dünya nüfusunun yarısına eşit olması için daha çok gözyaşı, açlık ve sefalet lazım. Bu lazım olanları ise insanların kendi elleriyle seçtiği hükümetler uyguladıkları politikalarla koltuklarını destekleyen rant halkasına eksiksiz sağlıyor. İşte “halkın kendi kendini yönetmesi” diye tanımlanan aldatmaca bu! Din ve devletin birbirinden ayrılarak devletin direk olarak kapital sahibi azınlığın heva ve hevesine bağlanmasına “laiklik” diyorlar, “demokrasi” diyorlar.

Bangladeş’te çöken binanın altında can veren tekstil işçileri, Soma’da çöken kömür ocağında hayatını kaybeden yüzlerce işçi, son olarak Sakarya’da havai fişek fabrikasındaki patlamada parçalanarak yok olan hayatlar, patronların daha çok kazanabilme hırsının kurbanları oldular. Binanın malzemesinden çalan müteahhitler, kömür ocaklarını daha güvenli hâle getirmek için parasına kıyamayan patronlar, defalarca patlama yaşanmasına rağmen üretime devam eden havai fişek fabrikasını denetleyeceği yerde geniş alanlar açıp daha rahat hareket etmesini sağlayan resmî kurum, kuruluşlar ile onları yönlendiren hükümetler nasıl da kusursuz bir ilişki içindeler.

“Kapitalist Demokrasi”nin vicdanı, ahlâkı, merhameti yoktur. Onun için varsa yoksa menfaattir. Kimi seçerseniz seçin, sandıktan kim çıkarsa çıksın kapitalizmin mukaddes menfaatini korumak zorundadır. İnsanları kandırmak ve oy toplamak için mutlaka bir enstrüman bulurlar. Din, milliyetçilik, Kemalizm, komünizm gibi… Bu enstrümanlar partilerin avlanma şeklidir. Tüm avcıların ortak hedefi, avladıklarını bozuk sömürü sistemi kapitalizmin çarklarını döndürme yolunda kullanmaktır.

İslâm’da azınlığın çoğunluğa ya da çoğunluğun azınlığa tahakkümü yoktur. İnsanların ırzını, namusunu, malını ve aklını korumak İslâm Devleti’nin başlıca görevidir. Emek sömürülmez, geçinemeyenlere zekât dairesi vasıtasıyla yardım edilir ve mal azınlığın elinde toplanmaz. Zöhreler köle edilmez, fakirden vergi alınmaz, elektrik, su ve yakıttan maliyeti dışında para alınmaz. Devlet, halkı krediye yöneltip insanların elinde avucunda ne varsa toplayan tefecilere aracılık etmez.

İnsanlar, kendilerini kafese kapatıp “bunu kendiniz seçtiniz” denerek önlerine koyulan zulmün hürriyet değil esaret olduğunu artık kavrıyor. Dalga dalga yayılan bu zulme karşı baş kaldırının lideri İkinci Râşidî Hilâfet Devleti olduğunda, sömürgeci kafirler okyanuslarda gezen devasa gemilerini çürümesi için demirleyecek liman arayacaklar. Bu düzenlerini ayakta tutan yerli işbirlikçileri de insanların sefaleti üzerinde yükselen tahtlarından olacaklar.

İslâm, sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa daha önce olduğu gibi adaleti götürecek. Mazlumların sığınacak evi, ezilenlerin hamisi, öksüz ve yetimlerin ailesi, evsiz ve yurtsuzların çatısı olacak yegâne ilahi nizam İslâm’ın hükmettiği topraklara akın edilecek. Tıpkı Avrupalı kralların Endülüs’te kurulan okullara çocuklarını yazdırmak için yarıştığı gibi ilmi, fikri yeniden sağlam kaynaktan alacaklar.

Bugün kapitalizmin çirkinliklerinde boğulmuş dünyayı gördükçe daha güçlü bir şekilde Demokrasi Onların, İslâm Bizimdir diyoruz. Uğrunda öleceğimiz ise ancak İslâm’dır. Bu ümmet demokrasi için ölmez. Eğer öyle olsaydı, 15 Temmuz gecesi minarelerden salaları değil, Onuncu Yıl Marşı’nı okuturdunuz. O zaman görürdünüz arkanızda duran var mı, yok mu?

Biz izzet ve şerefi İslâm’la bulduk.

Sonra onu terk etmeyi ilerleme ve şeref sayanların tuzağına düştük.

Şimdi bu köhne batıl gemide forsa olmuş kürek çekenler, kıytırık makamları sımsıkı tutup dillerde İslâm, ellerde demokrasi ve laiklik kılıcı sallıyorlar.

Güvertede alkış sesleri…

___

#DemokrasiOnlarınİslamBizimdir