“Demokrasi Despotizme Dönüşür”
27 Haziran 2019

“Demokrasi Despotizme Dönüşür”

İstanbul seçimlerinin sonucunu izlerken, ünlü filozof Eflatun’un “Demokrasi despotizme dönüşür” sözü aklıma geldi. Bir kısır döngüdür demokrasi. Çoğunluğun oylarını alan bir grup hem kendine oy verenlere hem de vermeyenlere zulmeder. İnsanlar, bir grubun eline istediği kanunu çıkarabilme yetkisini vermenin ciddiyetini tam olarak idrak etseydi, sandıkların kurulmuş bir tuzak olduğunu kavrayabilseydi, kanun koyma yetkisini -modern ismiyle yasamayı- Âlemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan alıp vekâlet ile liderlerine verdikleri gerçeğini görebilseydi, ne sağcısı ne de solcusu demokrasiyi kutsamazdı.

Seçimden bir sonraki gün manşetlerde, siyasilerin, gazetecilerin, muhalefetin, iktidarın, sözde sanatçıların dilinde aynı söz: “Demokrasi kazandı!”

Ağaçlardan suya düşen karıncaları bir lokmada yutan balıklar, sular çekilince karıncalara yem oluverdi.

Peki, muhafazakârlarla, Kemalistler nasıl rol değiştirdi? Nasıl oldu bu dönüşüm? Demokrasi despotizme yani baskın karakterine muhafazakârların elinde nasıl rücu etti? Zalim CHP nasıl oldu da mazlumu oynamaya başlayıp halkı arkasına alıverdi?

17 yıl tek başına iktidar olan AK Parti ve öncesinde 27 Mart 1994’te Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandığı seçimleri de hesaba katarsak yaklaşık çeyrek yüzyıllık bir dönemi içine alan süreçten bahsediyoruz. Mazlum rolünde muhafazakârlar varken, zalim olan Kemalist rejimin temsilcisi CHP idi. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren halkın inancı, giyimi, fikirleri aşağılandı. İslâm’a karşı başlatılan mücadele öyle ceberut bir yönetime dönüştü ki, İstiklal Mahkemelerinin verdiği hükmün gerçekleştirilmesi için vefat etmiş alimler mezarlarından çıkarılıp asıldı. Erzincanlı Âlim İbrahim Hakkı’yı mezarından çıkarıp asmak, Müslüman halka verilmiş bir mesajdı. “Ölseniz de sizi mezarınızdan çıkarıp asarız; ölüm bile sizi kurtaramaz!” mesajı verilerek halk sindirilmeye çalışıldı. Frenk şapkasını takmak istemediği için Müslümanlar darağacından sallandırıldı. İskilipli Atıf Hoca’yı Ankara’da günlerce darağacından sallandırıp korku saldılar. Bunu şimdi anlattığınızda genç nesil size bakıp inanmayan gözlerle gülümser. Tıpkı Ortaçağ Avrupası’nda “Dünya yuvarlaktır” diyen Galileo’ye idam cezası veren kiliseye bağlı engizisyon mahkemelerinin yaptığı gibi. Despotların hükümdarlığında doğru söylediğinizi ispatlamanın bir önemi yoktur. Zira doğru, gücü elinde bulunduran despotların ağzından çıkanlardır. Onlar söyler, dalkavukları, elleri sopalı muhafızları, sultanın sofrasında göbeğini şişiren âlimleri de onaylar. Onlar, sesiniz duyulmasın diye öyle gürültü çıkarır ki, sesiniz o kargaşada kaybolup gider.

Yaşanan bu zaman dilimini yani tek partili CHP iktidarı sürecini, demokrasiyi kutsamak için demokratik süreç olarak kabul etmeyenler var. Darbeyle ya da seçimle tahakküm eden demokrasiydi. Subhan olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın hükümlerinin yerini aciz ve sınırlı insan aklından çıkan hükümler/kanunlar almıştı. Haramlar, “özgürlük” adı altında helalleştirilip bizzat otorite tarafından korunmaya başlanmıştı. Alkol, fuhuş, kumar, faiz ve türlü münker nizam eliyle umuma yayılmıştı. Halkın içten içe kaynadığını gören rejim çok partili sürecin önünü açarak Müslümanları batıl düzene dâhil etti. Aslında demokrasi ile İslâm’ın tekrar getirilebileceği yalanının tohumları burada atıldı. Bileklerdeki kelepçeler gevşetildi, sandıklar ortaya koyuldu. Kontrolü sağlamak için İngiliz eksenli cunta perde arkasından olanları izleyip “demokrasiye balans ayarı” adı altında darbelerle zaman zaman kelepçeleri sıkıştırdı. Muhafazakâr partiler ile Türkiye siyasetine sızmaya çalışan ABD’nin önü böylece kesilmek istendi. Halkın gözünde mazlum olan ve zulme maruz kalan muhafazakâr demokratlar her seçimden başarıyla çıktı. Soft (yumuşak/dindar) laiklik Müslümanlara sevdirildi.

TBMM’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde çıkarılan 367 krizi, başörtüsü zulmü, DSP lideri Bülent Ecevit’in başörtüsüne karşı çirkin çıkışı, aşağılayan ve horlayan bir dil kullanılması, azgın güruhun Müslüman halka karşı kindarlığı, muhafazakârlara iktidar olma yolunu açtı. Halk zulmedenin karşısında yer aldı.

Peki, ne oldu da mazlum rolünde olan muhafazakâr demokratlar, Kemalist jakobenleri “hak, hukuk, adalet” sloganları atarak mazlum rolünü oynayanlara dönüştürüverdi. İşte makalenin başlığı burada bir kez daha zikredilmeli; “Demokrasi despotizme dönüşür!”

Parlamenter sistemden, başkanlık sistemine geçiş yapıldı. Çoğunluğun reyini alan muhafazakârlar, rejimi tamamen ele geçirmek için eski rejimden kalanları ya tasfiye etti ya da cezaevlerine doldurdu. Bir süre sonra tahliye edilseler de, CHP “hak, hukuk adalet” sloganları ile sokaklara dökülmüştü. CHP mazlumlar için değil kendi fikirdaşları için sokaklarda yürüdü. Yani dertleri mazlumları ve adaleti korumak değil, fırsattan istifade strateji geliştirmekti.

Kemalistlerin medya grupları el değiştirdi ve hep bir ağızdan CHP’ye yüklenildi. Artık AK Parti’nin karşısında mazlumu oynayacak dişli bir düşman kalmamıştı. Her ne kadar CHP’ye yüklenip oy alma derdine düşülse de, halk somut bir düşman değil, karşısında kolu kanadı kırılmış bir mazlum görmeye başlamıştı. Mazlumu oynama stratejisi bugüne ait değil, CHP’nin uzun soluklu bir çalışmasıydı bu. Safa yatan bir başkan ortaya çıkarılırken, CHP’nin eski ağır topları, İslâm’ı ve Müslümanları aşağılayan “Önder”leri de vitrinden çekilip Kur’an okuyan, dua eden, namaz kılan bir grup ortaya çıkarılarak tekrar piyasaya sürüldü.

Muhafazakâr demokratlar, vazgeçilmezlik hissiyatı ile kendilerini iktidara taşıyan halkın oylarını çantada keklik görüp Kemalist cenahtan oy alabilme derdine düştü. İzmir’de şarap açılımı yapılırken laikliği eleştirerek iktidar olan AK Parti, batıl nizamın muhafızı olduğunu beyan etti. “Bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat post-modern darbesinin mağdurlarına, sırf “Rabbim Allah’tır” dediği için cezaevlerine doldurulan Hizb-ut Tahrirli muhlis dava adamlarına ve mazlum Müslümanlara Kemalist rejimin reva gördüğü zulüm aynen devam ettirilirken, Trump’ın tehdidi sonrası Papaz Brunson ve ABD konsolosluk çalışanları tek tek serbest bırakılmaya başlandı. Söz ve eylemlerdeki tutarsızlık iyiden iyiye ayyuka çıktı. Artık ayet okumalar, hamaset dolu konuşmalar insanlara inandırıcı gelmiyordu. Her sözün, menfaatin “beka”sını korumak için edildiği anlaşılmaya başlandı. Perde kalktı; AK Parti, CHP’leşti. Yani bir bakıma tüm partiler, rejim partisi CHP’nin iskelet olarak kopyalarıydı. Ambalajları farklı olsa da tüm partiler rejimin partisi CHP’nin klonlanmış haliydi. Söylemlerinde çeşitlilik bulunduran milliyetçi, muhafazakâr hatta komünist partiler ile tüm halkın “Kapitalist Demokratik” nizama dâhil edilmesi hedeflendi.

Gücü eline alan iktidar, tehditkâr söylemlerle CHP’nin mazlum rolü oynayabilmesinin yolunu açtı. Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu’nun mahkeme sürecindeki davasına istinaden zikrettiği “Başkan olsa da yaptırmayız” söylemi, bir zamanlar CHP’nin Erdoğan için dillendirdiği “muhtar bile olamaz” söylemine ne kadar da benziyor değil mi? Seçimlere itiraz edip İmamoğlu’nun mazbatasının bir şekilde elinden alınması, CHP’nin işini iyiden iye kolaylaştırmış oldu. “Beka” diye başlayıp seçime günler kala cezaevindeki terör örgütü lideri Öcalan’ın açıklamasını hem Bahçeli hem de Erdoğan’ın ilan ederek medet umması son nokta oldu. Güç ve hırs gözleri öyle kör etti ki, yenilenen seçime doğru gidilirken, AK Parti ve MHP, dipsiz bir kuyuya doğru yürüdüklerini fark edemediler.

Seçimi kazanabilmek ve menfaati muhafaza edebilmek için demokrasi aslına rücu edip despotizme dönüşüvermişti.

Güç zehirlenmesi, iktidar hırsı, zayıfken enselerin kalınlaşması, kibirli davranış ve sözler, uzun süredir kamuoyunun dilinde pelesenk oldu. “Biz yaptık, yine biz yaparız” sloganları ile inşa edilen köprüler seçim reklamlarında yerini aldı. Ama halk o köprülerden mecbur kalmadıkça fahiş fiyatlar yüzünden geçemiyordu. Yine de geçmediği köprüye, tünele taahhüt edilen bedeli ödüyordu. Devasa havalimanı yapıldı ama halkın uçak bileti almaya gücü yoktu. Övünülen bu yapıtlar, ihaleyi alanları, turistleri ve gücü yeten azınlığı memnun etmişti lakin turistler oy kullanmıyor, mutlu azınlığın oyları da seçim sandığından çıkan sonuçları etkilemiyordu. Seçim öncesi kurulan tanzim satış çadırlarının, seçim sonrasında toplanması büyük soru işaretleri oluşturdu. Halkın aklında patates fiyatları varken, inşa edilmiş köprü ve tüneller ne kadar etkili olabilir ki? Açlıktan ölen birine köşk bağışlasınız umurunda olur mu?

CHP’nin zulmünden korkan halk, İslâm’ı savunduğunu hissettiren söylemleri, Kemalist rejime karşı tavır alması, düzene karşı ağır eleştirilerle Müslümanların güvenini kazanması, yolsuzluk ve sefaletten bıkan milletin kurtuluş olarak AKP’yi görmesi, 17 yıllık iktidarın sürdürülebilmesini sağlamıştı. Müslüman halk, 15 Temmuz gecesi tekbirlerle tankların altına yatarak cesaretini kanıtlarken ve ne olursa olsun iktidarın arkasında olduğunu beyan ederken AK Parti, “demokrasi kazandı” diyerek aslı despotizm olan düzene can suyu veriyordu. “Demokrasi şehidi” söylemi ağır eleştiri alırken, son seçimde bu söylemden vazgeçildi ama nafile… “Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene bir daha girmez!”

Şimdi sistem, 23 Haziran hezimeti sonrası uzlet evinin penceresinden kafasını uzatıp bakan yedek muhafazakârlarla yeni bir parti kurma girişimlerinin yolunu açacak. Müslümanları, demokrasi aldatmacası ile oyalamak için her zaman yedekte sadakatle görev yapacak makam hırsına giriftar olmuş birileri vardır. Aynı delikten defalarca sokulmak acı vermiyorsa bu kısır döngü böyle devam edecek. Seçimlerle bir şeylerin değişmediği, parlamenter sistemde yaşanan ekonomik krizlerin başkanlık sisteminde de yaşandığı, zenginin daha zengin fakirin daha fakir olduğu, asıl sorunun insanları kendine benzeten batıl nizam “Kapitalist Demokrasi”nin olduğu dersini çıkaramadıysak değil on yedi, yüz yetmiş yıl da geçse kandırılmaya devam edeceğiz. Hatta yeniden zulümden sabıkalı CHP seçilecek, yeni kurulacak bir parti ile eğleşmeye devam edilecek… Ta ki takdir edilen zamana kadar…

İslâm’ı -nihayetinde “selameti”- dünyaya hâkim kılmanın metodunu Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den değil de, “demokrasi kazandı” diyerek derdi, davası demokrasiye “kazandırmak” olanların eteklerinde aramak, nafile bir çabadan ibaret…

Elbette ki biz Müslümanlar İslâm’ın dışındaki nizamların zulüm olduğunu Eflatun’dan değil, Kur’an-ı Kerim’den öğrendik. Allah Subhanehu ve Teâlâ Maide Suresi 45. ayette وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” diyerek İslâm nizamından gayrısını zulüm olarak nitelendirmiş ve uyarmıştır.

Velhasılıkelam, demokrasiyi “seçim” diye sunarak Müslümanları kandıranlar, aciz insan aklının koyduğu hükme/kanuna insanları boyun eğdiren aslen kula kulluk olan bu düzeni maskelemeye çalışıyor.

Demokrasi güzel bir şey olsaydı, ABD ve Avrupa bu nizamı zorla dayatır mıydı?

Kardeşlerim kaç kez daha aynı delikten sokulacaksınız?

Demokrasi Onların, İslâm Bizimdir!

Demokrasi onların nizamıdır ancak!

Bir kaşık suda boğulmak istensek de

ellerimiz,

asla o dala tutunmayacak!

Dimdik dururken bedenlerimiz

emin ol ölülerimiz bile onları korkutacak!

Karanlıklar içinden doğacak fecre doğru

kanat çırpan kelebekler gibi

bir gün olsa da ömrümüz

Dillerimiz,

“Hüküm yalnız Allah'ındır!” diye haykıracak…