Çocuk nimetinin önem ve ehemmiyeti, aklı başında olan her bir birey için yadsınamayacak bir hakikat. Çocuklar, bir toplumun geleceğidir. Yani ilim erbabı, âlim, mücahit veya siyasetçisini oluşturan, o toplumun adeta hayat iksiridir. Çocukları olmayan toplumlar er ya da geç yok olmaya mahkûmdur.
Hayırlı evlat yetiştirmenin en önemli temel şartı ise hiç kuşkusuz ailenin varlığıdır. Evlilik dışı ilişkilerde çocuk istenmeyen bir unsurdur. Evli birlikteliklere nazaran gayrimeşru ilişkilerde çocuk daha az dünyaya gelse de bu gayri meşru çocuklar genellikle bozuk kişilikli, sorunlu bireyler oluyorlar. Ailenin varlığı, ebeveynlerin gayreti ve eğitim kurumların desteği ile çocuklar zamanla şekilleniyor. Batıl temeller üzerine kurulmuş ailelerde, bozuk şahsiyetli ebeveynlerin ve fasit müfredatla eğitim veren kurumların elinde yetişen bir çocuğun hayırlı bir evlat olması mümkün değil gibi. Tabii ki istisnalar olabilir lakin hakikatin genellikle bu şekilde olduğu herkesin malumudur.
Batı’da egemen olan “bireyci” bakış, adeta toplumsal bir kanser gibi kutsal olarak görülen her şeyi zehirlemekte. Her türlü rezilliği yapma imkânı bulan genç nüfus, herhangi bir sorumluluğu üstlenmeye yanaşmamaktadır. Aile kurumu, mezkûr nedenlerden ötürü her geçen gün bir yıkıma sürüklenmektedir. Çocuk sayısı azalmakta ve zaten az olan genç nüfus da rezil bir yaşantı ile hayatlarını mahvetmektedir. Böyle bir sosyolojik yapıya sahip olan Batı, en temel görevlerini bile yerine getiremeyecek durumdadır şu an. Sağlık, eğitim veya güvenlik gibi birçok alanda devlet işlevini layık-ı veçhiyle yerine getirememektedir. Örneğin; Almanya’da 83 milyonluk nüfusun sadece 15 milyonu 20 yaşın altındadır. Ancak bu çocukların eğitimi için ortalama 50 bine yakın öğretmen eksiği söz konusudur. Her iki kişiden birinin 40 yaşının üzerinde olan Almanya, oldukça yaşlı bir nüfusa sahiptir. Yaklaşık olarak 20 milyon kişi 60 yaşının üzerindedir. Ortalama 22 milyon emeklinin bulunduğu Almanya’da emeklilik yaşı 67’dir. Oldukça yüksek olan bu rakama 2035 yılına kadar 13 milyon kişinin daha ekleneceği düşünülmektedir. Yani bu rakamlar, iş gücünün %30 daha da azalması anlamına geliyor. Bu durum, zaten büyük işgücü sıkıntısı yaşayan Almanya için adeta ölümcül bir darbedir.
Yine Almanya üzerinden, göçmen faktörü olmadan iş imkânı konusunda durumun ne kadar vahim olduğunu size kısaca izah etmek istiyorum. Bunu izah ederken toplumsal yapıyı etkileyen şu üç faktör üzerinden mevzuyu anlatmaya çalışacağım:
Senelik doğum oranları.
Senelik ölüm oranları.
Net göçmen oranı. Yani Almanya’yı terk eden nüfus ile Almanya’ya göçen göçmen sayısından arta kalan net göçmen oranı.
Bu hesaplamayı, Federal İstatistik Ofisi’nin resmî internet sayfası üzerinden yapacağız. Koordineli nüfus projeksiyonu üzerinden en iyi ihtimallere göre; mezkur üç faktörü ele almış olsak, yani en yüksek doğum oranı -ki devlet bunun tamamen imkansız olduğunu itiraf ediyor-, en düşük yaşam imkanı -ki bu şu anki sağlık fırsatlarından dolayı yine düşük bir ihtimal- ve oldukça yüksek göçmen oranı (yılda net 250 bin, 20 ila 40 yaş arası iş gücü). Çok iyimser olan bu şekilde bir simülasyon ile halihazırda %65 iş gücü on yıl içinde 62% bir sonraki on yıl içerisinde ise yine 2% bir düşüşle %60’a düşmektedir. Yani çok iyimser üç faktöre rağmen iş gücü, 20 yılda %5 düşüşe uğramakta ve bu durum ortalama olarak, yılda 250 bin daha az iş gücü demektir. Dolayısıyla Almanya’nın saygın vakıflarından biri olan Bertelsmann Stiftung’un vermiş olduğu rapora göre; iş gücünün 2022 yılındaki gibi kalabilmesi için -ki 2022 yılında Almanya genelinde 50 bine yakın öğretmen eksiği var ve başkent Berlin’de polislerin %70’i göçmenlerden oluşmakta- her yıl en az net 500 bin 20 ila 40 yaş arası göçmenin gelmesi gerekmektedir. Almanya üzerinden vermiş olduğumuz bu durum, tüm Batı ülkelerinde hemen hemen aynı seviyededir. Japonya’da ise iş gücü çok ciddi bir şekilde düştüğü için emeklilik yaşının 72’ye çıkarılması konuşulmaktadır.
Aile ile çocukların varlığının ne kadar önemli olduğunu görmek adına bu istatistikî örneği vermek durumunda kaldım. Şimdi Türkiye üzerinden tüm İslâm beldelerinin aile ve çocuk durumunu kısaca ele alalım. Türkiye’de 85 milyon insan yaşıyor ve bunun, 24 milyonu 20 yaşın altında, 35 milyonu ise 40 yaşın üzerindedir. Bu rakamlar bu şekilde devam ettiği sürece 10-15 yıl içinde akıbet Batı ülkelerinden farklı olmayacaktır.
Peki, bu gidişata nasıl “dur” denilecek? Çözüm ne?
Çözüm ancak İslâmi hassasiyeti olan aileler ile o ailelerin oluşumuna zemin hazırlayan İslam toplumundadır.
Çocuğun ne kadar büyük bir nimet olduğunu bakınız, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem nasıl anlatıyor:
“Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir miras bırakmamıştır.” [Tirmizî, Birr, 33]
Enes İbni Mâlik RadiyAllahu Anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“‘Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yan yana bulunacağız.’ buyurdu ve parmaklarını bitiştirdi.” [Müslim, Birr 149. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 13]
Özellikle fasit toplumu düzeltmeye çalışan dava erleri olarak bizlerin, bilhassa çocuklarımızın eğitimi ile ilgilenmesi oldukça önemli. “Eğitim” derken, tabii ki sadece dünya eğitimini kastetmiyorum, daha ziyade kişinin fikrî, ahlaki yani imani konumunu kastediyorum. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem özellikle kız çocuklarının eğitim sürecini bakınız nasıl özetliyor:
“Her kim üç kız çocuğunu veya kız kardeşlerini himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lütuf ve iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir.” [Ebû Dâvûd, Edeb, 120-121/5147; Tirmizî, Birr, 13/1912; Ahmed, III, 97]
Özellikle dikkat çekmek istediğim mevzu kız çocukları veya kardeşleri vurgusuydu. Kız çocuklarını veya kız kardeşlerini -ki babası vefat etmiş olan bir kız çocuğunun abisi ondan sorumludur-, muhafaza etmek ve onları helal yollardan evlendirebilmek oldukça önemli ve hassas bir konu. Bu tabii ki erkek çocuklarının evlendirme sürecinin basit ve önemsiz olduğu anlamına gelmiyor.
Çocuk eğitim sürecine gelecek olursak bunun şu üç evre ile gerçekleştiğini söyleyebiliriz:
Birinci evre; himaye etmek, ikincisi; terbiye etmek ardından evlendirmek ve son olarak da; yeni kurulmuş olan aileye lütuf ve iyiliklerini devam ettirmek. Özellikle konumuz ile alakalı olması hasebi ile himaye ve terbiye mevzusunu biraz açmak istiyorum.
Hiç kuşkusuz çocuk sahibi olmak, bir aile için tarifi mümkün olmayan, ancak yaşanılması gereken çok güzel bir duygudur. Lakin sadece çocuk sahibi olmak ile yetinen ve asli görevlerini ebeveyn olarak yerine getirmeyen ailelerin çocukları maalesef “hayırlı çocuklar” olmuyor. Neticede toplumsal anlamda çocuklarımızı menfi olarak etkileyecek birçok tehlikeyle karşı karşıyalar. Bir de buna gayri İslâmi eğitim sistemi de eklenince, çocuklarımızı elimizden alıp koparmaları maalesef hiç de nadir görülen bir hadise değil.
Dolayısıyla çocuk eğitimi, terbiyesi özellikle dava erlerinin çok ama çok büyük önem vermeleri gereken bir konudur. Bu terbiyenin en önemli ayağı hiç kuşkusuz baba ve annenin hâl ve hareketleridir. Baba bir “kavvam” olarak evin nafakasını temin etmekle beraber, ailesini korumak ile yükümlüdür. Yine baba ailenin reisi olarak her türlü sıkıntı ve zorlukta en ön safta örnek olarak mücadele etmek ile memurdur. Anne ise evin içinde olan her türlü mevzudan sorumludur. Evi düzene sokan, tüm eksiklikleri tamamlayan ve özellikle çocukların eğitimi ile yakından ilgilenen kişidir. Baba ve anne çocukların her konuda en başta örnek aldığı bireylerdir. Tabii ki bu çocukların anne ve babadan daha ehil olmayacağı, onları birçok konuda geçemeyeceği anlamına gelmemektedir. Neticede “boynuz kulağı geçer” atasözü de buna işaret etmektedir. Fakat tohum özenle korunup kollanmazsa, ona verilmesi gereken nesneler ile buluşturulmazsa yok olmaya mahkûmdur. Güneş ve sudan mahrum olan bir tohum yok olduğu gibi anne- babanın eğitim ve tedrisatından yoksun olan bir evlat da yok olmaya mahkumdur. Dolayısıyla doğumundan evlilik çağına kadar hatta zaman zaman evlilik sonrasında anne ve baba her zaman çocukları için birer örnektirler. Rabbim İslâm toplumunu hayırlı evlatlar ile bereketlendirsin.
“Evlenin, çoğalın, zira ben, kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim.” [Abdurrezzak, el-Musannef 6/173]