Cemaatlerin Birleşmesi Hayali veya Gerçeği Nasıl Tanımlarsınız?
28 Eylül 2020

Cemaatlerin Birleşmesi Hayali veya Gerçeği Nasıl Tanımlarsınız?

Meşruiyet her fikrin karşılaştığı bir sorundur. Fikrin taşıyıcıları bu sorunu aşmak için fikrin kaynağını insanlara açıklamak zorundadırlar. Ancak toplumun itaat ettiği, meşru kabul ettiği otorite veya kıstaslar ile fikrin getirdiği yeni otorite arasında bir çekişme olur.

Toplum, fikre ve taşıyıcılarına var olan ölçüler çerçevesinde tepki verirken, fikrin taşıyıcıları da yeni olan mikyaslar/ölçüler ile karşı koyarlar.

Siyasi uyanıklığa sahip olmayan toplumlarda (genellikle) meşruiyet kaynağını belirleyen şey, o toplumda yaşayan ve bir şekilde belirli bir konum elde eden kişilerdir.

Dolayısıyla toplum yeni bir fikirle karşılaştığında hızlı bir şekilde bu kimselerin etrafında toplanırlar ve kendilerine “doğru yolu” göstermelerini beklerler.

Siyasi uyanıklılığa sahip olmayan toplumların âlimleri ve yöneticileri de zaten siyasi uyanıklıktan bihaber oldukları için, var olan statükonun değişmemesi için yeni gelen fikre ve taşıyıcılarına karşı her türlü hile ve aldatma yollarına başvururlar. Eğer bunlarda başarılı olamazlarsa bu sefer de şiddete yönelirler.

Kalkınmanın düşünülüp konuşulduğu yerde zaten bir çöküş hâli var demektir.

Şekilsel olarak bir takım şeylerin varlığı, toplumun içerisinde bulunduğu gerileme hâlini gizleyemez. Devasa binalarınız olabilir, devasa makineler de yapabilirsiniz ama insan onuruna yakışır bir hayattan çok uzaksınızdır.

Geçmiş kavimlerin ve şimdiki Avrupa’nın hâli herkesin malumudur.

Açgözlü birkaç kişi ve grup harici mutlu olan kim var?

Dünyanın servetleri kimin ellerinde?

Zenginler için üretilen ve yenilmediği için çöpe atılmak zorunda kalınan yemekler ile Afrika kıtasının açlık sorununun çözüleceği söylenmektedir.

Birkaç kişinin serveti milyarlarca insanın toplam serveti kadar ve siz böylesi bir toplumun kalkınmış olduğunu söylüyorsunuz! (Tabii o birkaç kişi içerisinde değilseniz?)

Tıpkı Firavun ve etrafındaki Haman’lar gibi.

Firavuna göre de her şey güllük gülistan olsa gerekti. Devasa binaları ve devasa makineleri olan Mısır’da kendisini ilah olarak gören bir zavallı ve ona bu yetkiyi(!) veren, bu sayede kendi rahat hayatlarını garanti altına almış bir topluluk mevcuttu.

Şöyle geriye bakıp düşünüldüğünde fark edilmektedir ki, o zamanlar ile şimdiki zaman arasında esaslarda değişen bir şey yoktur.

Şimdilerin yöneticileri de kendilerini “Milenyumun ilahları” ilan ettiğinde, varlıklarını iktidarların varlığına endeksleyen bu grup, yapılan her türlü zulme, haksızlığa, insan onuruna yakışmayan bir hayat sunulmasına, ülkenin servetlerinin yabancılara peşkeş çekilmesine, intiharlara, tecavüz ve gasplara… kılıf bulma telaşındalar.

Sağa sola meşruiyet dağıtanlar kimlerdir?

Kimi zaman gazeteci, ilim adamı(!), bilim adamı(!), aydın(!) entelektüel… olurken, kimi zaman da âlim(!), hoca(!) olabilen tipler…

Bu ve benzeri kişilere meşruiyet dağıtım işini tevdi edenler kimler?

Tahmin edeceğiniz üzere iktidarı elinde tutan yeryüzünün müstekbirleri olan yöneticiler.

İktidarlardan aldıkları güç ile köşeleri tutan bu kişilerin, toplumun içler acısı durumuna karşı yaptıkları tek şey; “gelecekte durumlarının düzeleceği”, olmadı *“öbür dünyada kesin düzeleceği”*ni vaat/vaaz etmek olmuştur.

Bu gibi kimselerin, kendi insanlarına bunları reva görmesine bakılarak yeni bir fikre karşı gösterecekleri refleksi de tahmine etmek hiç de zor olmasa gerek.

Tıpkı günümüzde Hilâfet fikrine karşı gösterilen tepki gibi.

Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın seçip gönderdiği İslâm’ı bir hayat nizamı olarak topluma götüren davetçilere yapılan zulümlerin, bahsi geçen kesimler tarafından meşrulaştırılması başka ne ile açıklanabilir ki?

Hilafet’in Allah’ın razı olacağı tek yönetim şekli olduğunu topluma götüren davet taşıyıcıları, zaten Müslüman olan toplum tarafından hızlı bir şekilde kabul gördüğünde bu “meşruiyet dağıtıcıları” hemen devreye girmekte ve bu gençleri fitne ve fesat çıkarmakla, öncekilerden devralınan batıl mirasa hakaret etmekle, olmayan şeyleri varmış gibi gösterip iftira atmakla, yöneticilere şikayet edip hapis, işkence ve hatta öldürmekle sindirmeye, yok etmeye çalışmaktadırlar.

Bu toplum, Müslüman bir toplumdur. Bu yöneticiler ve “meşruiyet dağıtıcıları” da kendilerini Müslüman olarak nitelemek zorunda kalıyorlar.

Konuşmalarına bakıldığında adam zannedilen bu amcalar, şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında gerçek yüzlerini sergilemekten hiç de utanmamaktadırlar.

Kâfirlere karşı dostluk yarışına girenleri mi ararsınız; tertemiz olan İslâm ile necis dinleri birleştirmeye çalışanları mı ararsınız; demokrasi denen küfür nizamını Hilâfet ile harmanlamaya kalkanları mı ararsınız…

En son Antalya’da 15 Müslüman davet taşıyıcısı gözaltına alındı.

Suçları Hilâfet istemek ve buna davet etmek!

“E ne var bunda? Bu suç olamaz ki?” dediğinizi duyar gibiyim.

Öyle ya Allah’a, Rasulü’ne, ahirete iman etmiş bir toplumda, Rasul Aleyhi’s Selam’ın kurup yönettiği bir nizamı istemek, ona davet etmek neden suç olsun ki?

Bu noktada asıl kızılması gereken, suçlu olan toplumun kendisi değil midir? “Siz zaten Müslümansınız. Sizi İslâm’ın yönetim şekline davet etmek de nedir?” denilmesi gerekmiyor mu?

Normal olması gereken bu iken maalesef durum tam tersi şekilde cereyan etmektedir.

Davet taşıyıcıları suçlanmakta, hapsedilmekte, eziyet ve işkencelere maruz kalmaktadır.

Bu yapılanlara sessiz kalanlar elbette ki suça ortak olmaktadır.

Sessiz kalmayı kendi cemaatlerine, yandaşlarına salık verenler ise zulme yardım eden değil bizzat zalimdirler.

İnsanlar, vakası gereği bilmedikleri şeylerde bir bilene danışırlar. Eğer danışılan bu kimseler doğru kimseler ise verilen tepkiler de doğru olmaktadır.

Ama ondan önce doğru/gerçek nedir bu bilinmeli değil midir?

Doğru bilinmez ise, söyleyenin doğruyu söylediği nereden bilinecektir?

Gerçek nedir?

Vaka ile uyumlu söze “doğru söz” denir.

Hilâfet isteyen ve bu istemi hiçbir şiddet ve cebir unsuru kullanmadan yapan muhlis Müslümanlara “terörist” demek “yalan” bir sözdür.

Allah’ın indirdikleri ile yönetmeyen yöneticilere itaati salık verenler yalancıdırlar!

İslâm’dan başka hak arayanlar yalancıdır!

Demokrasi ile İslâm’ı bir araya getirmeye çalışanlar yalancıdırlar!

Kula kulluğu “ileri demokrasi” diye övenler (demokrasiyi övülecek bir nizam olarak takdim ettikleri için) yalancıdırlar!

Sohbetlerinde abdesti anlatıp Allah’ın mülkünde ilahlık taslayanlara ses etmeyenler yalancıdırlar!

Zalim kendilerinden olunca zulme rıza gösterenler yalancıdırlar!

Âlim; hakkı hak bilip ona sımsıkı sarılan ve hakka davet eden, batılı batıl bilip ondan hızlıca kaçan ve diğerlerini de batıldan sakınmaya davet eden olmalıdır.

İşte, “cemaatler neden birleşmiyor? Âlimler neden bir araya gelip bu ümmeti yeniden izzetli ve şerefli günlerine döndürmüyor?” türü söylemler Müslümanların gazını almak için söylenen söylemlerdir.

Meşruiyetlerini İslâm dışı kaynaklardan alanlar;

İslâm için birleşebilirler mi?

Makam ve mevkilerini hak yolda feda edebilirler mi?

İngiliz Kraliyet Muhafızlarından hediye cüppe alanlar, gösterişli elbiseler ve altın varaklı sarayların müdavimi olanlar ile hak yolda mücadele etmeyi düşünmek saflık olsa gerek.

Onun için cemaatlerin birleşmesini beklemek şeytanın bir aldatmacasıdır.

Hakkı savunan varsa onunla birlikte sağa sola bakmadan yürünmelidir.

“Falan kişi âlim ve bilgili. Bize anlattığınız şeyler doğru ve güzel şeyler, peki o niye kabul etmiyor?” diyenlere söylenecek tek söz; “Bunu gidip onlara sorun!” olmalıdır.

Çünkü Hilâfet için kitleleşen ve mücadele edenler meşruiyetlerini falan âlimden, filan bilginden, konjonktürden, paradan veya kişi sayısından değil bizzat Kur’an-ı Kerim ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetinden almaktadırlar.

Meşruiyet arayışında olanlar kendilerini sorgulamak zorundadırlar.

Hem dünya hem ahiret saadeti gibi çok çok önemli bir konuda sırf cüppeli veya sakallı diye, sırf etrafında birçok insan öbekleşmiş diye… hak mücadelede klavuzluğu bu kişilere bırakanlar büyük bir gaflet içerisindedirler.

Hak bir tanedir. O da İslâm’dır.

İslâm sadece bir takım ibadetlerden oluşmuş bir din değildir.

İnsan ve her türlü ilişkisini düzenleyen, bir nizamı olan, Allah’ın insanlara gönderdiği dinin adıdır.

Hizb-ut Tahrir İslâm’ı bir hayat nizamı olacak şekilde tasnif etmiş ve 21. Yüzyıl’a taşımıştır.

Davet ettiği şey, İslâm’ın adaleti ve insan onuruna yakışır bir hayat sürmeyedir. Ve bu sadece 2. Râşidî Hilâfet ile mümkündür.

Bunun dışındaki her türlü söylem laf-ı güzaftır.

Ve bu fikir, Hizb’in fikri değildir; bu fikir, bizatihi İslâm’ındır!

Râşidî Hilâfet tüm Müslümanlar için bir farziyettir.

İslâm’a sımsıkı sarılın, aldatıcıların sizi aldatmasına müsaade etmeyin!

Sizi kula kulluktan çıkartıp bir ve tek olan Allah’ın dinine davet edenlere uyun!

Uyun ki hem dünya hem saadet hayatımız kurtulsun!

Bu, Allah’ın vaadi, Rasulü’nün müjdesidir.

Ne mutlu bu müjde için çalışanlara…

___

#DünyaHilafeteMuhtaç