Hayat, insan için bir “arayış” yolculuğudur. Ama enteresan olan “ne aradığını”, “aradığı şeyi bulduğunda ne olacağını” hatta hayatın bir “arayış” olduğunun bile farkında olmamasıdır. Çünkü arayış, sorumluluk demektir. Ve insan sorumluluk sahibi olmayı bilmemekte, bilse bile gönüllü olarak istememektedir. İnsanın bu “vurdumduymaz” halinin son bulması için “farkındalığa” ihtiyacı vardır.
İnsanda farkındalığı oluşturacak olan şey ise; hayatının “kazanç” ve “kayıp” üzerine kurulu olduğu gerçeğinin kendisine idrak ettirilmesidir. Bunu yapacak olan ise, insana, hayata ve kâinata külli/kapsamlı bir bakış olan akidedir.
Akide; “insan ve insana dair, hayat ve hayata dair, kâinat ve kâinata dair, bunların öncesi, bunların sonrası ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kapsamlı fikir” demektir.
İşte akideler, insanın en temel problemlerine cevap verir ve hayatının nasıl şekilleneceğini belirler. “Nereden geldim, burada ne işim var ve nereye gideceğim” gibi temel sorunu çözülen insan ise hayat seyrini, bu çözüm ile sürdürür.
Laiklik/Demokrasi, Komünizm/Sosyalizm ve İslam insanın temel sorununa cevap veren akidelerdir.
Tabi sadece cevap olması açısından bunlar yeterli değildir. Bu cevapların aklı tatmin etmesi, kalbe güven vermesi ve fıtrata da uygun olması gerekmektedir.
İşte bu akideler arasında insanı mutmain kılan tek akide İslam akidesidir.
Günümüzde insanlığın yaşadığı bu çılgınlık halinin nedeni, insanı ve hayatı düzenleyen fikrin İslam temelli olmamasıdır.
Laiklik/Demokrasi gibi insan fıtratına aykırı bir fikrin insan hayatını şekillendirmesi sonucunda maalesef bugün hayat yaşanmaz bir hal almıştır.
Çünkü demokrasi denen illet, insanın sadece kendisini düşünmesini, içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarını herhangi bir değer gözetmeden doyurmasını, sorumlu bir varlık olduğu gerçeğini unutmasını salık vermekte ve tüm bunları yasal güvenceler(!) altına almaktadır.
Yalan söyleyen kişiler yönetici olmakta, hiçbir vasfı olmayan kişiler kanaat önderi sayılmakta, “ilim sahibi” kimseler ise hakkı haykırmak yerine “saray eşrafından” olmayı tercih etmektedir. Bu kadar saptırıcı unsurun olduğu bir yerde de insanların yaratılış amacına göre hareket etmelerini beklemek hayal olmaktadır elbette!
Özellikle yöneticiler ve âlimler bozulduğunda toplumun bozulacağını ifade eden Rasul Aleyhi’s Salatu ve’s Selam, ne kadar da doğru söylemiş...
Günümüzde Müslüman âleminin başında bulunan yöneticilere ve âlimlere baktığımızda göreceğimiz üzere; İslam’ın her türlü değerine savaş açan kâfirler ile dostluk yarışına girerek izzeti ve şerefi İslam’ın dışında arayanlardan, Müslümanların kanları üzerinde pazarlık yapanlardan, Allah’ın lanetlediği gasıp Yahudi varlığının yöneticilerini devlet töreni ile karşılayanlardan, kendi ülkelerinin servetlerini üç-beş kişi ve şirkete peşkeş çekenlerden, milletin gözünün içerisine baka baka yalan söyleyenlerden, yaşanan ekonomik krizler için çözüm olarak şükretmeyi ve dua etmeyi salık verenlerden geçilmemektedir.
Tüm bunları yapan ikiyüzlü yöneticilere ise tek kelime edemeyen âlimler de bu ümmet için çok daha büyük bir sorun olsa gerek. Çünkü yöneticiler halkın dini değerlerini sömürerek iktidara gelmek zorundadır. İslam referansı olmayan kişinin Müslümanların başına yönetici olamayacağını bilen Batılı kâfir devletler, kendilerine sadık İslam’a ve Müslümanlara ihanet içerisinde olan kişileri bu görev için seçmektedirler ve bu sayede kurdukları örümcek ağının yıkılmayacağını zannetmektedirler.
Öyle ya, maden faciası olur; bakan Kur’an okur, Diyanet denen kurumun başındaki zevat cenaze namazı kıldırır, olur biter.
Millet evine ekmek götüremez olur; “ananı da al git”, “açlık ve sefalet yok” der, olur biter.
Yirmi yılda faize ödenen paralardan neredeyse yeni bir ülke oluşturulabilecek iken yönetici çıkar, “faize düşmanım” der; alkış kıyamet, unutulur gider.
“Terörle mücadele” adı altında masum Müslümanlar katledilir, hapsedilir, zulmedilir; “vatan, millet, Sakarya” edebiyatı ile unutturulur.
İşin daha da enteresan tarafı, tüm bunları herkesin bilmesi ama tepki göstermemesidir. Kendi tuttuğu siyasi parti ve kendi dinlediği Televole âlimleri söylemedikten sonra herhangi bir sorun görmeyen insanlara şunu hatırlatmak gerek: Hırsız, hiçbir zaman “ben hırsızım” demez!
Elbette şimdilerin yöneticilerine sorsanız ülke güllük gülistanlıktır. Elbette sarayın mollalarına sorsanız din en iyi bu zamanda yaşanmaktadır. Çünkü din diye bir şey kalmamıştır!
Gençliğimiz dinsizliğin pençesinde kıvranmakta, diğerleri ise korkutularak sindirilmiş, hurafelere mecbur edilmiş bir haldedir. Eğitim-öğretim adı altında eşcinsellik meşrulaştırılmakta, her türlü değer alay konusu yapılmakta, hayvanca bir yaşam özendirilmektedir. Namus, onur, şeref, dürüstlük, ahde vefa, saygı-sevgi, merhamet, yardımlaşma gibi değerler küçük görülmekte ipi koparılmış sandal gibi o yandan bu yana savrulup durmaktadır insanlık.
Rezilliği, sefih bir hayatı hem kendilerine hem de halkına reva gören zavallı zihniyetler eliyle insanlık bir çılgınlık hali yaşamaktadır.
Ey Müslümanlar! Bu hal, hal değildir. Bu gidişatın sonu hem dünya hem ahiret pişmanlığı olacaktır. Yazıktır, günahtır. Etmeyin! Allah’tan utanın ve korkun! Yüz çevirin artık bu sahte düzenlerden. Yüz çevirin hakkı anlatmayan âlimlerden.
Ve ey Dava Erleri! Ulaştırın bu kutlu çağrıyı tüm insanlara! Ve söyleyin ki: “tek kurtuluşumuz 2. Râşidî Hilâfet’tir. Gelin, hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım. Allah’tan başkasından korkmayan adil bir halife etrafında birleşelim ve kâfirlerin ifsat ettiği yeryüzünü İslam ile yeniden islah/imar edelim. Allah’ın indirdikleri ile yönetip-yönetilelim ve Rabbimizin vaat ettiği genişliği gökler ve yer kadar olan cennetine koşalım.
Kokuşmuş demokrasi ve bilumum küfür nizamlarını atalım. İslam ile yeniden izzet ve şeref bulalım. Şeytan ve şeytanlaşmış kişileri ve nizamlarını tarihin çöplüğüne gönderelim.
Haydi, vakit bu vakittir!