Coğrafyamızla birlikte yakın çevremiz kan gölü… İstanbul’da Çevik Kuvvet polislerine yönelik saldırının üzerinden bir hafta geçmeden Kayseri’de askerlere bomba yüklü araçla saldırı düzenlendi.Ve üç gün sonra Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’ne suikast düzenlenerek öldürüldü.
Olaylar art arda gelişiyor. Daha da önemlisi Halep’te, İdlib’te çocuk, kadın, yaşlı demeden Müslümanlar katlediliyor. Sivil yerleşim yerlerine vakum bombaları atılıyor. Sağlık hizmeti veren hastaneler vuruluyor, ameliyatlar anestezi olmadan binaların bodrum katlarında yapılıyor. Halkın temel gıda ihtiyacını karşılayan ekmek fırınları bombalanıyor…
Böyle bir toplumsal atmosferde 2016 yılının sonuna geldik. Yeni bir yıla başlayacak olmamız ve yılbaşı hazırlıkları sebebiyle bu konuya değinmek istedim. Ancak yılbaşı hadisesinin detaylarına dalmadan olayları, farklı bir pencereden değerlendirme amacındayım. Gelin yılbaşına, bir de bu açıdan bakalım.
Tarihte Hz. İsa’nın doğum günü kesin olarak bilinmediği için ilk Hristiyanların Hz. İsa’nın doğumu için kutladıkları özel bir gün yoktu. Bu sırada Roma İmparatorluğu’nun her yerinde güneşe ve putlara tapılıyordu. Roma İmparatoru büyük Konstantin, putperest iken Miladi 313 senesinde Hıristiyanlığı kabul etti. Putperestlikten aldığı birçok şeyleri de Hristiyanlığa soktu. Güneş tanrısının doğum günü kabul edilen 25 Aralık’ı yılbaşı kabul etti. Hz. İsa’nın kurtarıcı tanrı olduğuna inanan Hristiyanlar da, Hz. İsa’nın 25 Aralık’ta doğduğunu kabul ettiler. İşte bu sebeple 25 Aralık–1 Ocak arası eğlence günleri ve tatil olarak kabul edilmiştir.
Dolayısıyla Yılbaşı, hangi yılbaşı, kimin yılbaşı…
Fransızlar, 1789 sanayi devriminden sonra kendilerine ideolojik rakip ve “Şark meselesi” olarak gördükleri Osmanlı İslam Devleti’ne ve Müslümanlara karşı Haçlı Savaşları’nın yanında kültürel savaşın startını da verdiler.
O tarihlere kadar İslam Devleti, fetih ve yayılma şeklinde gelişerek büyüdü. Üç kıtaya yayıldı. Onun gelişme ve yayılma hali, mahalli bir devlet olarak değil dünya devleti olarak kendini gösterdi. Çünkü İslam Devleti’nin taşıdığı akide, evrensel bir niteliği bünyesinde barındırmaktadır. Zira o, insanlığın geneline hitap eden bir akide olması hasebiyle,ülkelerin fethinden önce ve beraberinde kalpleri de fethetmek suretiyle insanlar içinde hızla yayılma kabiliyetine de doğal olarak sahiptir.
Batı’yı taklit etmeden önce güçlüydük. İmanımız güçlüydü. Düşmanlarımız bizden korkardı. Dört yüz yıllık Avrupa Orta Çağ karanlığından sonra Batılı düşünürler, Müslümanların gücünün akidelerinden kaynaklandığını fark ettiler. Bunun için Müslümanların kavrayışlarını, İslami hükümlerin tatbikatlarını zayıflatan görüşler icat ettiler.
Bunlardan bir kısmını özetle şu şekilde sıralayabiliriz:
1.) İslamî nassları ilgilendiren hususta,
2.) Bu nassları ifade eden lügati ilgilendiren hususta,
3.) Hayat olaylarına bakışı ilgilendiren hususlarda ihtilaflar ortaya attılar.
Çok sinsice çalıştılar. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in söylemediği birçok yalan hadis uydurdular. İslamî olmayan manalar ve İslam’la çatışan kavramları,İslamî esaslar olarak takdim ettiler. Böylece Müslümanların bunları alıp onlarla amel ederek İslam’dan uzaklaşmalarının tuzağını hazırladılar. Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batılı devletlerin nefislerinde kök salmış bulunan Haçlı düşmanlığı, İslam’a ve Müslümanlara karşı cehennemî programları uygulamaya sevk etti. Bu Haçlı düşmanlığına 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika da dâhil oldu.
Demokrasi, Hürriyet, Özgürlük, Vatancılık, Milliyetçilik, Azınlık hakları gibi hususlar, bu dönemde kamuoyu edildi. Özellikle Müslümanların fikrî ve siyasî koruma kalkanı olan Hilafet Devleti kaldırıldıktan sonra, Batı’nın “fikrî ve siyasî” saldırılarının önünde hiç bir engel kalmadı.
Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’de, İslam’ı hatırlatan her ne varsa çeşitli devrimlerle ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Allah’ın haram kıldığı “içki, kumar (şans oyunları), zina, faiz, müstehcenlik, vb.” hususlar, Laik Devlet tarafından özendirilerek teşvik edildi ve hatta bazıları dayatıldı. Bu dayatmaya karşı çıkanların birçoğu, İstiklal mahkemeleri ve benzeri kurum ve uygulamalar eliyle ya idam edildi ya da etkisizleştirildi. Batı’ya ait olan değerler, altın tepside Müslümanlara servis edildi. Bunlardan biri olan Yılbaşı kutlamaları da, 1930’lu yıllardan itibaren, Laik Rejim tarafından resmî olarak kutlanmaya başlandı.
Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurdu:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide Sûresi 90)
Kültürel saldırıların yanı sıra, askerî ve siyasî Haçlı saldırılar ile beldelerimiz tek tek kanlı işgallere sahne oldu. Bombalarla binalarımız darmadağın edilirken, Batı’ya ait kimyasal silahlarla derilerimizle birlikte ciğerlerimize kadar kavrulduk. Müslümanlar, toplu katliamlar, tecavüzler, soykırım ve sürgünlere maruz bırakıldı.
Fiilî işgal ve saldırılara maruz kalanların dışındaki Müslümanlara ise; Batı’nın kültürel saldırıları ile Batı modeli bir hayat tarzı empoze edildi. Batılıların yaşantı tarzı televizyon, gazete, dergi ve diğer iletişim araçları ile cazip hale getirildi… Özendirildi… Reklam edildi… Teşvik edildi… Kabule zorlandı… Öyle ki, eğitim gören başı kapalı kız öğrencinin diploması dahi verilmedi… Gençler arasında içki içmeyen, harama bulaşmak istemeyen, arkadaşları tarafından küçümsendi…
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler (kertenkele) deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz." Oradakiler, "Ey Allah'ın Rasulü! (Onlar) Yahudiler ve Hristiyanlar mı?" diye sordular*.** Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sesini yükselterek, ‘Ya kim olacaktı?" diye buyurdular.”* (Buharî, Müslim)
Batı toplumunu hasta eden şeyler, bize ilaç diye sunuldu. Hâlâ da sunulmaya devam ediyor. Kokuşmuş laiklik, demokrasi ve özgürlükler anlayışı ile Müslüman toplumun can damarı kesiliyor. Son yüz yıldır, yılbaşı geleneği adına çam ağacı kesmekten geri durmayanlar, aynı zamanda ümmetin evlatlarını katletmeyi de ihmal etmediler. Bugün güç ve kuvvet sahibi olan Müslümanların ordularının gözü önünde çocuklar öldürülüyor, ırzlar kirletiliyor, katliamlar yapılıyor ve topraklarımız yakılıp yıkılıyor. Kültürel saldırılar sonucu, ‘Batı hadaratının etkisi altına giren yöneticiler, komutanlar; emri altında bulunan aynı dine mensup ordularını, “zalime dur!” demek için dahi harekete geçirmekten acizler!
Yine yeni yıl kutlamaları altında, çeşitli haramların yolunu açmak, Müslümanların aklına, inancına ve yaşantısına atılmış birer bombadır. Tıpkı İstanbul’da, Kayseri’de, Halep’te, Musul’da, Bağdat’ta patlatılan bombalar gibi… Akıtılan kan… Katledilen bedenler gibi… Bunun içindir ki; patlatılan bombalar kiminse, yılbaşı kutlamaları da onundur, diyoruz.
Çabamızı ve heyecanımızı yılbaşını kutlamak için değil, içinde bulunduğumuz çöküntüden kurtulmanın yolunu, köklü çözüm projelerini araştırmak için kullanmalıyız. Müslümanlar için Hicrî takvim, Medine zaferiyle başladı. Bizler için yeni yıl, ancak yeni bir zaferle vuslata erişecek biiznillah…
@Kadir_Kasikci