Unutmadık değil mi? Bir Suriye’miz vardı. Orada diktatör rejime karşı ayaklanmış halkın üç yıldır yılmadan ve geri adım atmadan sürdürdükleri devrimleri vardı. Orada kahramanlar vardı. Biz ise Türkiye halkı olarak bu devrime destek veriyorduk. Hani hükümette yanımızdaydı? Hani Suriye halkının ve devrimcilerin derdi bizim derdimiz idi?
Hatırlamadıysanız birde şöyle hafıza yoklaması yapalım.
Katil rejimin zulmünden kaçıp bize sığınan 100 binlerce mülteci var ya, varlığından şikâyet ettiğiniz çadır kentte yaşayan Suriyeliler hani...
Hani siz caddede yürürken size yaklaşıp arapça dualar ederek sizden ekmek parası isteyen çocuklar var ya onların memleketi…
Soma maden kazası gerçekleştiğinde gerçek mi yalan mı henüz tespit edilmeyen, kül ve su ile yerin derinliklerinde betonlaştırıldığı iddiasının mağdur muhatapları olmaya “müstahak” işçilerin memleketi var ya hani...
Hani kendini Suriye’de devlet ilan eden IŞİD gibi muğlâk yapıların TV ve İnternette izlediğiniz infaz ve idam görüntüleri ile şeytanlaştırılan, itibarsızlaştırılan devrimin yaşandığı ülke var ya…
Hani 30 Mart yerel seçimlerinden birkaç gün önce, yayınlanmasından en çok Ak Parti ve Başbakan’ın pirim yaptığı Dışişleri Bakanlığı dinlemelerindeki ülke var ya… Hani 2-3 Türk İstihbarat ajanının sınırı geçip Süleyman Şah türbesini bombalayarak savaş çıkarması planlanan ülke var ya. Hani komşumuz Suriye…
Şimdi Hatırladınız mı?
Gündelik meşgalenizden, 30 Mart yerel seçimlerinin sarhoş edici başarısından, iç siyasetin yorucu yoğunluğundan, paralelciler ve gezicilerle uğraşmaktan, sağlam irade mitingleri için koşturmaktan, Ümmetin yaşadığı olanca sarsıntı karşısında kılınızı dahi kıpırdatmamanıza rağmen, Ak Parti’nin iktidarını korumak uğruna demokrasinin kazanması için Yenikapı miting meydanında sarık ve sakala hürmet etmeden edilen duaların “manevi” atmosferinin yorgunluğundan, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimin aday olacağı konusunda ve başkanlık sistemi hakkında analizler yapmaktan ve ve ve… Tüm bunlardan vakit bulamıyoruz ki Suriye’yi de yeniden hatırlayalım diyeceksiniz sanırım.
Doğru söze ne hacet. Vakfınıza veya kurumunuza tahsis edilen manzaralı vakıf binanızda çalışma programlarınızı kendiniz değil başkaları belirliyorsa, gündemlerinize başkalarını müdahil kılıyorsanız, Eylemlerinizin zamanını siyasi konjonktüre teslim etmişseniz, siz vakıayı değil de vakıa sizi etkiliyorsa ve en önemlisi Başbakan’ın algı yönetme ve gündem belirlemede ki başarısını Müslümanların iktidarda olma hazzı ile gerile gerile izliyorsanız, işiniz çok zamanınız yok demektir.
Vaktiniz yok biliyorum ama çok değil azıcık vaktinizi alacağım. Belki 3 belki 5 dakika…
Biri siyaset diğeri ihanetin belgesi olan iki belgeden bahsedeceğim.
Önce ihanetin belgesine bakalım.
Türkiye’nin ABD ile terörizmle mücadele işbirliği anlaşmalarını hepimiz biliyoruz. Türkiye’nin İsrail ile de devletlerarası ilişkiler bazında terörizmle mücadele anlaşmaları var. Rusya ve birçok Ortaasya ülkesine iade edildiğinde suikasta uğrayacağı ya da hapsedileceği kesin olarak bilinen, Türkiye tarafından iadesi gerçekleşmiş yüzlerce Müslüman var. Pakistan ve Afganistan ile yapılan Terörizm işbirliği anlaşmalarını zaten biliyoruz. Zaten BM’nin terör listesine koyduğunu ertesi gün Türkiye’de acilen listesine alıyor.
Şimdi birde İran ile Terörizmle mücadele de işbirliği yapıldı. Peki, bu stratejik işbirliği kime karşı yapılıyor? Hem ABD, hem Rusya, hem bölge ülkeleri ve hem de İran için ortak düşman kim? Bu sorunun cevabı malum.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani bunun için kalabalık bir heyet ile Türkiye’ye ziyarette bulundu. Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi adı altında gerçekleştirilen toplantılar ve görüşmelerde enerji, sanayi ve ekonomik alanda birçok anlaşmanın yapıldığı duyuruldu.
Peki, neye karşılık?
Tabi ki Suriye’de “teröristlerle” (Müslüman devrimcilerle) mücadeleye karşılık.
Şimdi 3 sene önceye gidelim. Türkiye, 2011’de Suriye devrimi sivil ayaklanmalar ile yeni başladığında, önce Suriye rejimi Baas’a ayaklanmaları bastırması noktasında hem istihbarat hem de siyasi destek sağladı. Bunu Türkiye Dışişleri Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı açıklamıştı zaten. Sonra ABD’nin Suriye devrimine dokunabilmesi için SUK ve SMDK üzerinden destek verdi. ABD ile “Operasyonel Mekanizma İşbirliği” adı altında askeri ve sivil istihbarat ağı kurarak devrimci komutanları devşirmek istedi. Patriot füze rampalarını Suriye’de kurulacak bir İslam Devleti tehdidine karşılık topraklarına yerleştirdi. Suriye’de rejime karşı 3 yıldır direnen Nusret Cephesini terör listesine aldı. ABD Türkiye ile yürüttüğü hiçbir hile ve tuzaktan başarı elde edemeyince diğer müttefiki İran’a aktif rol verdi.
Ve İran cumhurbaşkanı Türkiye’de... Başbakanlıkta yapılan basın toplantısında sorulan bir soru üzerine Ruhani bakın ne diyor: “Suriye'de kanın akıtılması dursun, çatışmalar dursun, terörist gruplar oradan çıkartılsın. Suriye'nin geleceği kendi halkının elinde olsun. Evet, ben tebrik mesajı gönderdim"
Ruhani’nin bu açıklamaları üzerine Başbakan’dan beklenen “One Munite” olmalı değil miydi? “Dur bakalım, asıl terörist devlet sizsiniz. Siz Suriye’de Müslüman kanı akıtıyorsunuz. Önce siz terörist Hizbullah milislerinizi ve muhafızlarınızı Suriye’den çıkarın” demeli değil miydi? Ama boşuna beklemeyin nafile. Çünkü bu toplantı ve görüşme ABD ve Batı için bölgeyi real anlamda ilgilendiriyor. Başbakan Davos’ta şov yapabilir ama burada yapamaz.
Evet, Türkiye’nin Suriye konusundaki stratejik derin politikasının geldiği son nokta: ABD’nin çıkarlarına hizmet etmek için Terörizme karşı İran ile stratejik ortaklık… Suriye devrimine ihanetin belgesi bu işte.
Şimdi siyaset belgesine gelelim.
Siyaset Belgesi Suriye devriminin İslam Devleti ve Hilafet ile neticelenmesi için çalışan Hizb-ut Tahrir’e ait.
Bilindiği üzere Hizb-ut Tahrir hem Arap baharı sürecinde hem de Suriye devrimi sürecindeki kalkışmaları, İslami duyarlılık ile diktatör sistemlere ve Batılı sömürgecilere karşı ümmetin kendi iradesi ile başlattığı kalkışma ve uyanış hareketleri olarak tanımladı ve ümmetin gücüne inandı. Tunus, Mısır, Yemen ve Libya devrimlerinin İslami neticeye ulaşmadan Batılılar tarafından çalındığını söyleyen Hizb-ut Tahrir, Suriye devriminde ümmetin bu hataya düşmemesi için tüm gücü ile Suriye içinde siyasi faaliyetlerde bulundu. Hizb-ut Tahrir Suriye devrimi sürecinde Kâfirlerin Cenevre Konferansları gibi devrimi çalmak için planlayıp uygulamaya koydukları girişimleri, direniş grupları ve Suriye halkı nezdinde ifşa etti. Bu konferansların kâfirlerin hile ve tuzakları olduğuna direniş gruplarını inandırmak için var gücü ile çalıştı. Suriye içinde yaptığı çalışmalara destek olarak Suriye’ye komşu diğer ülkelerde de, özellikle Türkiye’de bu konuda 50’den fazla konferans, panel ve Basın açıklaması gerçekleştirdi.
Hizb-ut Tahrir, Suriye devrimini destekleyen ama hükümetin Suriye politikasının peşine takılan Müslümanların hata içinde olduklarını onlara defalarca kez hatırlattı. Lakin zaman akıp gitti. Doğru ile yanlış, hain ile güveniliri ancak zaman ortaya çıkarabildi. Türkiye hükümetinin devrime ihanet ettiğinin anlaşılması için demek ki üç yıl geçmeliydi.
Hizb-ut Tahrir, Suriye’deki direniş gruplarını Hilafet’in ikamesi için birlikte çalışmaya ve Hilafet misakını kabul ederek ona bağlı kalmaya teşvik etti. Öyle ki Hizb-ut Tahrir’in 60 yıldır davet ettiği ve inşa edilmesi için çalıştığı Hilafet projesi Suriye’de ümmetin ortak projesi haline geldi. Neredeyse muhlis tüm direniş gruplarının lider kadrosunda Hilafet projesi somutlaştı.
Ancak 2014 başı itibariyle Suriye devriminde direniş gruplarının Baas rejimine karşı mukavemetlerinin azalması, kendi aralarında çatışmaya başlamaları, nihai anlamda devrime en ağır darbeyi vurup düşürmek yerine, kontrol ettikleri yerlerin güvenliğini sağlamak için asgari gayret görmeleri ve yine devrimin çalınması için Batılıların koalisyon üzerinden siyasi ve askeri tuzakları yeniden uygulamaya koymaları devrim için tehlike sinyallerinin çaldığının göstergesi oldu. 2014 Mayıs ayında Suriye’deki etkin İslami direniş gruplarının “Onur Misakı” ismi ile yayınladıkları anlaşma, bu tuzakların uygulamaya konulduğunu ve direniş gruplarının bu tuzaklara meylettiklerini gösterdi.
İşte tam bu aşamadan sonra Hizb-ut Tahrir “Onur Misakı”nın devrimde akıtılan kanlara ihanet misakı olduğunu ilan eden bir açıklama yayınladı. Hemen peşinden Suriye devrimi ile ilgili 2. Siyaset Belgesi ismi ile uzun bir açıklama daha yayınladı. Bu belgede Suriye devrimini uzunca analiz ettikten sonra devrimin İslami bir netice yani Raşid-i Hilafet ile sonuçlanmasının engellenmesi için ABD ve Batı’nın hile ve tuzaklarını tek tek ortaya koyarak devrimcileri uyardı. En son Suriye devriminin Hilafet ile sonuçlanması için atılacak adımları tek tek sıraladı.
http://www.hizb-ut-tahrir.info/info/turkish.php/contents_tr/entry_36594
İşte bu belgenin, devrim ruhuna, ümmetin izzet ve şerefine yakışır şekilde hazırlanmış uyarıcı ve davet edici bir özelliği vardır.