Batı ülkeleri belki de İkinci Dünya Harbi’nden sonra ilk kez akidelerinden neşet eden fikirlerine ters bir şekilde hareket etmek zorunda kaldı. İlk kez on yılladır ihmal ettikleri sağlık sektörünü çok paralar harçayarak tekrar imar etmeye çalıştılar. Yüksek masraflardan kaçınmak ve sadece çok kazançlı müşteri alabilmek için Batı’da sağlık sektörü adeta bir üretim sektörü gibi çalışmaktadır. Sağlık çalışanların aldıkları maaşlar, yaptıkları işe nazaran oldukça düşük olması yeni neslin bu sektörde çalışmamasına neden oldu. Yine neslin tükenmiş olduğu Batı’da zorlu eğitim süreci sonrasında doktor olabilen bir cerrahın her geçen gün daha da azaldığına şahit olmaktayız. Çalışma şartları oldukça zor olan ve aldıkları maaşlar ise birçok sektöre nazaran düşük olan sağlık sektöründeki doktorlar gittikçe azalmaktadır. Hatta bu konuda oluşan büyük boşluğu doldurabilmek için örneğin Almanya Mart 2020 tarihinde yasa bile çıkartmak zorunda kaldı. Yani ucuz fiyatlara çalışan yurtdışından doktor, sağlık personeli veya mühendis getirebilmek için ciddi adım atmak zorunda kaldılar.
Özellikle korona krizi döneminde hiç alışılmayan bir şey yaşandı. İnsanlar balkonlardan sağlık personeli araçları ile geldiğinde alkışlayarak onlara moral vermeye çalıştılar. Yine normal şartlarda çok düşük maaşa çalışan ve hiçbir değeri olmayan marketlerdeki kasa çalışanları nedense bu kriz esnasında değer görmüş, birer kahraman olarak adlandırılmış oldu. Hâlbuki kapitalizmde fiiller aslında kullanım ve kâr üzerine bina edilmektedir. İşte bu esas üzerine kapitalistler insanı tanımlamaktadır. Dolayısıyla kapitalist zihniyetine göre en yüksek Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya (GSYİH) katkısı olan bireyler değerli. Bu katkı yükseldikçe değer artıyor, düştükçe toplum ve devlet nezdinde değer düşüyor. GSYİH gelir yöntemi ile hesaplanmakta. Gelir niteliği taşıyan üretim ve hizmet alanındaki kalemler ise şu şekilde sıralanır:
GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla) = Tarım + Sanayi + İnşaat + Ticaret + Ulaştırma, Haberleşme + Mali Kuruluşlar + Konut + Hizmetler Toplamı (Kamu ve Özel) + İthalat Vergisi
Dolayısıyla bu alanda sağlık personeli, kasiyer veya iş hayatından kopmuş olan emekliler değer gören bir kurum olmaktan çıkmıştı. Sağlık sektörü, özellikle sigortalı hastaları kâr penceresinden değerlendirerek onları birer ürün olarak ele almaktadır. Kâr getiren hastalar ile kâr getirmeyen hastalar diye değerlendirmektedir. Bu kurumlar zamanla özelleştirerek adeta birer ticaret alanına dönüştürüldü. Yine bu minvalde değer gören kişiler, üretim ve hizmet alanında fiilî olarak faaliyette bulunan kişiler olduğu için, emekliler kapitalizmde bir yük olarak değerlendirilir ve insanların emekli olduktan hemen sonra ölmesi arzulanır. Onun için örneğin Almanya’da emeklilik yaşı şuan erkeklerde 67 iken bunu 69 hatta 70’e kadar çıkarmak istediklerini dillendirmektedirler. İnsanların uzun yaşaması ise Batı devletleri için büyük bir sorun olmaktadır. Onun için emekli maaşları her geçen yıl ciddi bir şekilde düşmektedir. Bunun neticesi olarak da Batı’da hiç küçümsenmeyecek bir seviyede emekli olup da fakir olan ve asli ihtiyaçlarını karşılayamayan bir kesim vardır ve bu kesim her geçen gün artmaktadır. 2017 resmî rakamlarına göre Almanya’da 30-40 yıl çalışıp emekli olan lakin asli ihtiyaçlarını karşılayamayan takriben 3,2 milyon emekli olduğu bilinmektedir. 21 milyon emekli olan Almanya’da bu %16’ya tekabül etmektedir. Gayri resmî rakamlar muhtemelen çok daha yüksek. Amerika’da ise bu rakam %23,1’e tekabül etmektedir. Yani Amerika’da her 4 emekliden biri açlık sınırının altına yaşamaktadır.
Almanya’dan bir örnek vermek istiyorum. Batı’da insanlar egoist ve yalnızlaşmış oldukları için çocukları olsa da yaşlandıklarında yalnızlığa itilmektedirler. 40 yıl çalışmış olan ve yalnız yaşayan bir emekli kadın Almanya’nın resmî kanalı olan ARD’de açıkça şunları itiraf etmektedir: “Ben asli ihtiyaçlarımı karşılayamadığım için sokaklardan boş şişe topluyorum ve para karşılığında onları satıyorum. Yine su fiyatları yüksek olduğu için yağmur sularını balkonumda biriktirip kullanıyorum.” Bu bahsetmiş olduğumuz örnekteki bayanın aldığı emekli maaşının bir çocuğuna nazaran takriben 150-200€ daha fazla olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Yani birçok emekli bu kadından daha zor şartlarda hayatlarını idame ettirmektedir.
Batı ülkelerinde yaşlı insanlar gibi çocuklar da GSYİH katkıları olmadığı için zarar getiren birer unsur olarak değerlendirmektedirler. Onun için Batı’da okullara harcanan paralar her geçen yıl daha da azalmaktadır. Çocuklar ebeveynlerin çalışabilmesi için kreşlere ve daha sonra tüm gün okullarına (Tagesschulen) gönderilmesi gerekiyor. Bu ise masraf anlamına gelmektedir. Hiç unutmuyorum; çalışmış olduğum büyük bir Alman şirketinde 45 yaşlarında olan bir Alman mühendis ilk kez çocuk sahibi olduğunda bana şunları söylemişti: “Yapmış olduğum hesaba göre ortalama bir çocuğun senelik masrafı 10.000€’ya tekabül etmekte. Benim çocuğum en geç 18 yaşında kendi evine geçtiğinde bana 180 bin €’ya mal olmuş olacak.” Bana bunu söylediğinde ben ona şakavari bir şekilde şunları söylemiştim: “Senin hesabına göre benim 3 çocuk ile dükkânı kapatıp gitmem gerekiyor. Bir de benim görüşüme göre çocuğum 18 yaşında değil evlendiğinde kendi evine geçmektedir. Yani masraflar daha da fazla olacaktır.” Daha sonra ateist olan bu mühendisle birçok kez İslâm dini hakkında konuşma fırsatım oldu. Hatta kendisine alternatif olarak İslâm hayat nizamından dahi bahsettim. Müslüman olmaya oldukça müsait bir tavır takındığı hâlde çevresinden korktuğu için hakikatleri kabul etmedi. Rabbim hidayet versin.
Özetleyecek olursak; Batı, korona krizinde asli ve temel ihtiyaçların karşılanması için sanki insana değer vermiş gibi gözükse de bunun böyle olmadığını hepimiz bilmekteyiz. İnsanların değeri korona öncesinde nasıl ölçülüyorduysa korona sonrasında da aynı şekilde ölçülmekte yani kâr endeksli değerlendirilmekte.
Şimdi ise size İslâm medeniyetinde sağlık mevzuuna ne kadar önem verildiğinden, hastaların renk, ırk ve din ayırt edilmeksizin bedava tedavi edildiğinden bahsetmek istiyorum. Bahsedeceğim dönemde Batı’nın karanlık orta çağı yaşadığını da bir not olarak düşelim. Size o dönemdeki insana ve sağlığa verilen değeri, Prof. Dr. Ali Bakkal’ın “İslâm Tarihinde Tıbbın Gelişmesi ve Silvan’da Tıp” adlı makalesinden bir kaç alıntıyla aktaracağım:
“İslâm’da bina olarak kurulan ilk hastane ise Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in 88/707 yılında kurduğu ve daha çok cüzzamlıların tedavi edildiği hastanedir. Bu hastanede çalışan hekimlerin maaşları devlet tarafından ödendiği gibi, hastaların ihtiyaçları için de hazineden tahsisat ayrılmıştı. Bu dönemde bir de Ömer b. Abdülaziz’in Harran’da kurdurduğu Tıp Okulu vardı. Emevîler döneminde kurulmaya başlayan hastanelerin ilk parlak devri Abbasîler zamanına rastlar. Abbasîler döneminde hastaneleri ilk kuran zat Hârûnürreşid’tir. Onun zamanında (170-193) Bağdat’ta birkaç hastane bulunuyordu. H. 304 yılında Sinan b. Sâbit’e “Reîsü’l-Etıbbâ” unvanı verildiği zaman Bağdat’ta hastane bulunuyordu. Kendisi görevde kaldığı süre içinde bunlara 3 hastane daha ilave edilmiştir. Tıpla ilgili bilgiler önceleri burada veriliyordu. Medreseleşme sürecine girilince bazı medreselerde tıp bölümleri açılmaya başlandı, daha sonraları ise müstakil tıp medreseleri kuruldu.
XVII. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı İmparatorluğunda da her yerde hastanelere büyük önem verilirdi. Avusturya İmparatoru II. Rudolf’un elçilik heyetiyle birlikte 1587’de İstanbul’a gelen eczacı Reinhald Lubenau’nun hatıralarında belirttiğine göre, o zamanki İstanbul’da 110 hastane bulunmaktaydı. Bu hastanelerin çoğu 150, büyük olanları ise 300 hasta alabilmekte, bazıları din ayırımı yapmadan her türlü inanıştaki hastaları, bazıları da sadece kadınları kabul etmekteydi. (Kern, “Mescid”, İA, VIII, 60.)”
İslâm medeniyetindeki insanlara birer meta gözü ile bakılmaz. Onlar kâr endeksi ile değerlendirilmez. Bilakis insan İslâm medeniyetinde çok değer verilen Allah’ın emaneti olarak görülür. İslâm medeniyetinde çocuk sahibi olmak için can atan aileler vardır. Onlar çocuklarını büyük bir özveri ile yetiştirirler ve onları toplumun geleceği olarak görürler. Onlara ilk eğitimini veren annelere çok büyük imkânlar verilerek ve çalışma zorunluluğunu onlara hissettirmemek için her türlü maddi ve manevi destek verilir. Dolayısıyla İslâm medeniyetinde kadınların öncelikli hedefi kariyer yapmak değildir. Bilakis birer Ali’ler, Fatma’lar yetiştiren anneler olmaktır. İmkânı olan bayanlar ise örneğin çocuğu olmayan veya çocukları büyümüş olanların önemli iş alanlarında görevlerini ifa etme imkânları tabii ki verilmektedir. Örneğin kadın doktorları ve öğretmenleri İslâm medeniyetinde mutlaka olması gereken birer iş imkânlarıdır.
Özetle; İslâm medeniyetinde insanlar Allah’a kul olmak için yaşadığını bilir ve dünya hayatının bir imtihan dünyası olduğu bilinci ile hareket eder.