Batı İdeolojik Liderliğini Çoktan Kaybetti!
17 Kasım 2022

Batı İdeolojik Liderliğini Çoktan Kaybetti!

İdeolojilerden bahsettiğimizde hiç kuşkusuz kapitalizmin fikir babası olan Adam Smith (1723–1790) ile komünizmin fikir babası olan Karl Marx’tan (1818–1883) bahsetmeden geçemeyiz. Adam Smith’in serbest piyasa fikrini ortaya koyan baş eserlerinden biri 1776 yılında yayınlanan “Ulusların Zenginliği” adlı kitabıdır. “Ulusların Zenginliği” kitabının ana konularından bir tanesi, serbest piyasanın her ne kadar karmaşık ve kontrolsüz gözükse de aslında bir “görünmez el” tarafından üretimi koordine etmek suretiyle yönetildiği fikridir. Ürünlerin fiyatlarını belirleyen piyasa koşullarını anlatan Wikipedia sayfasında Adam Smith’in tezi şu şekilde özetleniyor:

“Örneğin, bir üründe üretim eksikliği olduğunda fiyatı artar ve bu durum ortaya bir kâr marjının çıkmasını sağlayarak başkalarını bu ürünü üretmeye teşvik eder ve nihayet kıtlığa son verir. Eğer pazara çok fazla üretici girerse üreticiler arasındaki artan rekabet ve artan stok, yani arz, fiyatların üretim maliyetine düşmesini sağlayarak; ürünün ‘doğal fiyatına’, yani ortalama piyasa fiyatına ulaşmasına yol açar. Kâr oranı bu ortalama piyasa fiyatında sıfırlansa da mal ve hizmet üretimi için teşvikler ortadan kalkmaz çünkü bütün üretim masrafları, mal sahibinin işgücü de dahil, üretilenin fiyatına yansımaktadır. Eğer fiyatlar sıfır kâr oranının altına düşerse, üreticiler piyasadan çekilmeye başlarlar. Kâr oranları sıfırın üzerinde olduğu sürece üreticiler piyasaya girmeye devam edecektir. Smith, insanların harekete geçmelerini sağlayan nedenlerin, bencil ve açgözlü olmalarından kaynaklandığına inanıyordu. Bunun olumlu sonucu olarak da serbest piyasadaki rekabetin, fiyatların aşağıda kalmasını sağlayarak halkın tamamına faydalı olmasını gösteriyordu. Ona göre bu rekabet aynı zamanda çok çeşitli mal ve hizmet üretilmesini teşvik etmekteydi. Yine de, işadamlarına karşı dikkatli olunması gerektiğini ve tekelleşmenin yanlış olduğunu savunuyordu.” [https://tr.wikipedia.org/wiki/Adam_Smith]

Adam Smith ve benzeri düşünürlerin fikirlerinden etkilenen Fransa halkı, 1789 yılında Fransız İhtilalini gerçekleştirerek Papa güdümlü krallığın yok olmasına ve serbest piyasa fikrini savunun kapitalizmin oluşmasına hayat bulmasına sebep oldu. Ardından özellikle buharlı makinenin bulunması ile 18. Yy. sonlarına doğru ilki İngiltere’de olmak üzere birçok ülkede sanayi devrimi ve fabrikalaşma süreci başlamış oldu. Sanayi devrimiyle birlikte geliştirilen büyük makineler ile üretim, hızlı bir şekilde büyüdü. Evlere sığmayan üretim faaliyetleri büyük binalara taşındı. İşçilerin bu binaya gelmesi sağlanarak “fabrikalaşma” süreci başlatıldı. Bu üretim tarzının birçok avantajı olmasıyla birlikte işçi sınıfının çalışma koşullarında görülen olumsuzlar da bir dezavantaj olarak ortaya çıktı. Erkeklerin yanı sıra çocuk ve kadınların 20 saate varan çalışma süreleri altında ezilmesi, sosyal olarak birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmiş oldu. Kısa zaman içinde toplumun önemli bir kısmının işçi sınıfına dönüşmesi sonrasında oluşan ağır şartlar ve birçok haktan mahrum kalma durumu, işçi sınıfının bilinçlenmesi neticesinde temel hak ve özgürlükler fikrini gündeme getirdi. Karl Marx ve Friederich Engels’in ortaya koydukları “Bilimsel Sosyalizm”; burjuvazi (kentsoylu, üst sınıf) ile proletarya (avam, alt sınıf) arasındaki sınıf çelişkilerinin kaldırılma fikri, özellikle sömürülen işçi sınıfının dikkatini çekmiş oldu. Tüm bu hadiseler sonrasında sosyalizm/komünizm fikri oluştu ve kısa zaman sonra devletleşti.

İlk devrim, Vladimir Lenin tarafından Rusya’da Çarlık yönetimini Ekim 1917 tarihinde devirerek başlamış oldu. Bu hadise, komünizmin teorik/fikrî konumundan çıkıp ideolojik devletleşme sürecine geçişi oldu. Ardından Josef Stalin (1922-1953) döneminde ideolojik olarak zirve yapmış bir dönem yaşayan, Nikita Krusçev (1953-1964) döneminde duraklama ve gerileme kaydeden Sovyetler Birliği, nihayet Mihail Gorbaçov (1991) döneminde tamamen ideolojik arenadan çekildi.

Bu kadar hızlı gerçekleşmemiş olsa da kapitalizm bir çöküş sürecinin içindedir şu an. Özellikle dünya ekonomik krizinin çıktığı 2008 yılından sonra ve çok daha bariz bir şekilde de uluslararası arenada birçok tedarik zincirinin kopmasına neden olan Covid-19 virüsünün etkilerinin ardından 2020 yılında görülmüş oldu. Şimdi ise Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden ipler tamamen kopmuş durumda. Kapitalizmin tam olarak nasıl çöktüğünden ve şu an hasta adam misali ölüm döşeğinde olduğu, İslam’ın ideolojik olarak şaha kalkması ile tamamen tarih sahnesinden silineceği gerçeğinden bahsetmeden önce, görünüşte komünizmi savunan lakin ekonomik olarak kapitalizmi uygulayan Çin’den bahsetmek istiyorum.

2000’li yılların başında çok ucuz iş gücü ile büyük bir pazar oluşturan Çin, özellikle Batılı birçok büyük şirketin dikkatini çekti. Çin, serbest piyasa fikrini fiilî olarak hayata geçirdikten sonra, binlerce şirket birçok ürününü Çin’de üretmeye başladı. Üretmiş oldukları ürünlerin çoğunu Çin piyasasında satarak yıllarca yüksek kâr elde ettiler. Ucuz üretmiş oldukları ürünleri yine yüksek kar marjı ile Batı piyasalarına sattılar. Başlangıçta süreç bu şekilde işlerken zamanla Çin, elde etmiş olduğu teknolojik transferle birlikte, kendi ürünlerini üretmeye başladı ve her geçen yıl kendi ürünlerin kalitesi Batı’nın kalitesine yakın hâle geldi; hatta zaman zaman daha iyi olduğu da söylenebilir. Çin kendi ürünlerini ilk etapta ağırlıklı olarak kendi halkı için üretirken bu, zamanla dünya piyasasına da girdi. Yine Çin, teknolojik gelişme ile beraber askerî olarak da hızlı bir şekilde büyüdü. Siyasi açıdan da her geçen gün en azından kendi bölgesinde ve özellikle Afrika kıtasında varlığını ciddi olarak hissettiriyor. Şu hususu da buraya not düşelim ki Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Xi Jinping, aynı anda Çin Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri ve Merkez Askerî Komisyon Başkanı’dır. Halkını ve piyasaları özellikle pandemi döneminde neredeyse 100% kontrol eden Çin devleti, adeta kapitalizmin serbest piyasası ile komünist devlet aklını harmanlamaya çalışmaktadır. Bu durumda Çin, ideolojik olarak ne kapitalizmi ne de komünizmi kesinlikle temsil etmemektedir. Ya da en azından çökmüş/çökmekte olan her iki ideolojinin harmanlanmış hâli olduğundan Çin’in, uzun soluklu hayatta kalması mümkün görünmemektedir.

Neticede her iki ideolojinin insan fıtratı ile uyum içerisinde olmaması dolayısıyla insanlar tarafından uzun soluklu kabul görmesi de mümkün değildir. Onun için birçok Batı ülkesi kendi kukla devletleri Mısır, Suudi Arabistan, İran veya Türkiye gibi daha otoriter, milliyetçi liderlerle yönetilmeye başlandı ve muhtemelen önümüzdeki dönemde daha fazla ülke yoğun bir şekilde bu zihniyetle yönetilmeye başlanacak. Örneğin Almanya’da “Friedrich Ebert Stiftung” tarafından 2019 yılında yapılan bir kamuoyu araştırmasında, halkın %53,4’ünün mevcut demokrasi fikrinden memnun olmadığı sonucu çıktı. “Gelecekten umutlu musunuz?” sorusuna ise halkın %66,3’ü “umutlu olmadığı” yanıtını vermiş. 11 Nisan 2022 yılında yapılan yeni bir kamuoyu araştırmasına göre ise her 3 kişiden biri, sistemin bozuk olduğu fikrini savunurken, halkın en az %60’ı seçimlere güvenmediğini ve bundan dolayı seçimlere katılmayacağını vurgulamıştır. Tüm bu rakamlar oldukça manidardır.

Özellikle Batı ülkelerinin bir bir, “özgürlükler” fikrinden tavizler veriyor, vazgeçiyor olmaları, sahibi oldukları ideolojinin ana fikirlerinden vazgeçtikleri anlamına gelmektedir. Halkın, pandemi döneminde havuz medyasının iktidar adına yapmış olduğu propagandaya karşı hiç bir fikri savunamamış olması veya kendisine dayatılan ağır kurallara karşı hiç bir şey yapamamış olması, çelişkiyi ortaya koymak adına verilebilecek bir örnektir.

Burada, Harvard Profesörü Daniel Ziblatt’ın Ocak 2018’de yayımlanmış kitabından bahsetmek yerinde olacaktır. Kitabının başlığı ise oldukça manidar: “Demokrasiler Nasıl Ölür? (How Democracy Ends)”. Ziblatt, demokratik devletlerin yavaş yavaş öldüğünü ve yürürlükten kalktığını savunuyor. Ziblatt, 18 Ekim 2022’de “Friedrich Naumann Stiftung” adlı Alman vakfının kendisi ile yapmış olduğu söyleşide, kitabının yazılış nedenlerinden biri olarak 2018 yılında Trump’ın iktidara gelmesi olduğunu ifade ediyor ve konu hakkında şunları söylüyor:

“Trump iktidara geldiğinde birçok demokrat insanın bunu engelleyeceğini düşünürken birçok insanın onu desteklediğini görünce artık demokrasinin işlemediğini görmüş olduk.” Söyleşinin devamında; otoriter rejimlerin işine gelen Covid pandemisinden bahsediyor ve sözde demokrat devletlerin halkın hürriyetlerini ellerinden alma eylemine severek dâhil olduklarını gözlemlediğini söylüyor. Özellikle 2000 yılından itibaren krizlerin her geçen yıl daha yoğun bir biçimde artarak devam ettiğini şu sıralama ile ortaya koyuyor:

•2001 yılında 11 Eylül saldırısı,

•2008 yılında dünya ekonomik krizi,

•2015 yılında milyonlarca insanın Batı ülkelerine gerçekleştirmiş oldukları göç dalgaları,

•2020 yılında Covid pandemisi,

•2022 yılında Rusya-Ukrayna savaşı ile başlayan yüksek enflasyon, duraklama ve ardından daralma…

İnsan fıtratına ters olan kapitalizmin, komünizm gibi yürürlükten kalkması biiznillah çok yakındır. O gün geldiğinde yeryüzünde güneş gibi parlayacak olan ikinci Râşidî Hilâfet Devleti, tüm zalimlerin korkulu rüyası; insanlık için ise büyük bir umut kapısı olacak! Rabbim tez zamanda görmeyi nasip etsin! (Âmin!)