Bangladeş'te, Bağımsızlık Savaşı'na katılanların ailelerine kamuda ayrılan kontenjan oranının hükümet tarafından yeniden gündeme getirilmesi ile ülke genelindeki okul, kolej ve özel üniversite öğrencilerinin başlattığı protesto eylemlerine sert müdahale edilmesi, eylemlerin büyüyerek toplumun her kesiminden destek görmesine neden oldu. Protestoları kontrol edemeyen hükümet; Sınır Muhafızlarını (BGB) görevlendirdi, internet kesintileri ve sokağa çıkma yasakları uyguladı ve insanları rehin aldı. Başbakan Hasina'nın emriyle üniversite öğrencilerine demir çubuklar, coplar, yerli silahlar ve mühimmatla müdahale edildi. Kız öğrencilere bile vahşice saldıran güvenlik güçleri, hastanelerde tedavi olmalarına engel oldu. Güvenlik güçleri, ayrım gözetmeksizin halka ateş açtı, çok sayıda insan keskin nişancı tüfekleriyle, hatta helikopterler ve zırhlı tanklar kullanılarak öldürüldü.
15 Temmuz’dan bu yana devam eden bu eylemlerde yüzlerce kişi hayatını kaybetti ve yaralandı. 10 binden fazla kişi gözaltına alındı. Anayasa Mahkemesinin hükümetin aldığı kararı iptal etmesi eylemlere engel olamadı. Başbakan Şeyh Hasina, 15 yıldır yaptığı zulüm dolu iktidarı geride bırakarak, gizlice askerî helikopter ile Hindistan'a kaçmak zorunda kaldı. Bangladeşli Müslümanlar, ülkenin ilk cumhurbaşkanı “Ulu Önder” ve “Ebedi Şef” olarak anılan laik lider ve Başbakan Hasina’nın babası olan Mucibur Rahman'ın kurduğu dikta rejime öfkesini meydanlarda gösterdi; Mucibur Rahman’ın heykelleri balyozlarla parçalandı. Bangladeş Ordu Komutanı General Waker-Uz-Zaman, ülkede geçiş hükümeti kurulacağını, gösterilerin ve şiddet olaylarının durulması halinde "sıkıyönetime gerek kalmayacağını" belirtti.
Bu eylemler ve çok daha fazlası, Bangladeş’te sürekli yaşanan halk eylemleridir. Bu eylemlerin bize bakan yönüne geçmeden önce Bangladeş hakkında kısa bilgiler vermek istiyorum.
Bangladeş, 170 milyonluk devasa nüfusuyla dünyanın en kalabalık 7., en fazla Müslüman nüfusuna sahip 3. ülkesidir. Halkın %90’ı Müslüman’dır. Dünyanın en fakir ülkelerinden biridir ve kişi başı gelir 2 dolarlık bir miktardır. Okuma-yazma oranı %33 gibi en düşük düzeylerde olan bir ülkedir.
Emevi Hilâfeti döneminde Hint bölgesine düzenlenen seferler ile bölge, İslam toprağına dönüştürülmüştür. Abbasi Hilâfeti döneminde Hint topraklarını fethedilerek bölge “İslâmi belde” olarak tavsif edilmiştir. Bu bölge, İslam’a iman etmiş ve Hilâfet’in kurulması için 100 yıldır mücadele eden Müslüman âlimlerin ve halkın olduğu bir bölgedir. İngilizler, Osmanlı Hilâfetine karşı Hindistan’da planlar kurduklarında, Hindistan’daki âlimlerin liderliğinde 1919 yılında bu bölge, “Hilâfet Hareketi” ismiyle Osmanlı Hilâfeti’ni korumak için harekete geçmiştir. Bu hareket, liderleri Şeyh Muhammed Ali Cevher, kardeşi Şevket Ali, faziletli âlim Ebu’l Kelam Azad ve Şeyh Mahmud el-Hasen Deyobendi ve diğerleridir. Faziletli âlim Ebu’l Kelam Azad liderliğinde şu anki Bangladeş’te 1920 yılında tarihî “Hilâfet Konferansı” yapılmıştır. “Hafazacı Hadur” lakaplı Şeyh Muhammedullah’ın Hilâfet’in ikame edilmesi için 1981 yılında Bangladeş’te kurduğu ve Bangladeş halkından birçok kişinin de muvafakat ettiği Hilâfet Hareketi’nin kurulması, bunun semeresidir. Bangladeş Hilâfet Meclisi, Bangladeş İslami Anayasa Hareketi, Birleşik İslâm Hareketi gibi İslâmi hareketler ortaya çıkmıştır. 2000’li yıllarda Hizb-ut Tahrir de bu bölgede çalışmaya başlamış ve Hilâfet çalışmalarındaki kan, tazelenmiştir.
1576 yılına kadar İslam ile yönetilen bu İslami beldemiz, İngilizlerin önce siyasi anlaşma ve ardından da fiilî işgalleriyle sömürü dönemi yaşamıştır. İngilizlerin sömürü dönemi boyunca Hint bölgesinde bulunan Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan topraklarında sürekli fitne çıkmıştır. İngilizler; Pakistan’ı, “Doğu Pakistan” ve “Batı Pakistan” diye iki ayrı bölge olarak tanımlamış ve Hindistan vasıtasıyla bu ayrılıkçı hareketleri destekleyerek 1971 yılında “Bangladeş” diye bir devletin kurulmasını sağlamıştır. Aslında bir İslam beldesi olan Pakistan, sömürgeci kafirin eliyle “böl-parçala-yut” politikası ekseninde ikiye bölünmüştür.
Bangladeş’te çok partili demokratik bir sistem kurulmuştur. Ülke, 16 Aralık 1972'de yürürlüğe konan bir anayasayla yönetilmektedir. Seçimle gelip seçimle giden bir iktidar yoktur. Bangladeş tarihi, -gizli ya da aşikâr- darbeler tarihinden ibaret sayılabilir. Bu kısa tarihinde 20 askerî darbe veya darbe girişimi yaşanmıştır. İngiltere’nin hizmetindeki Hasina rejimi, bölgede güçlü bir sömürgeci olan ABD'nin planlarına konjonktürel olarak boyun büküyor. Hasina hükümeti, sömürgeci kafirler adında laik düzeni korumak için “terörle mücadele yasası” çerçevesinde yargısız infaz ile Müslümanları yıllarca hapsediyor...
Amerika, Çin'e karşı koymak ve yaklaşmakta olan İslami yükselişi önlemek için Hint-Pasifik bölgesindeki bölgesel gözlemcisi olarak Hindistan'ın elini güçlendirmektedir. Bangladeş'in konumu coğrafi açıdan önemli olduğundan, Hindistan'ın bölgesel bir güç olarak konumunu sağlamlaştırmadaki rolü her ikisi için de çok önemlidir.
Hasina hükümeti, 2008 yılında ABD-İngiltere-Hindistan “uzlaşma hükümeti” olarak yolculuğuna başladıktan sonra, Şubat 2009'daki Pilkhana katliamında Hindistan ile tam iş birliği yaptı. Bundan sonra Hindistan'ın çıkarları doğrultusunda limanlar, transit geçişler, -askerî teçhizat alımı da dahil olmak üzere- çeşitli ticaret ve güvenlik anlaşmaları yapıldı. Hatta Başbakan Hasina bu konuda “Benim Hindistan'a verdiğimi asla unutmayacak.” demek zorunda kaldı. Bangladeş Milliyetçi Partisi (BNP) liderliğindeki muhalif grup da Hindistan Yüksek Komisyonu'nda İslam'ın yükselişine karşı mücadelede seslerini yükselteceklerine söz verdi. Bangladeş’te Hasina hükümetiyle aradığını bulan ABD, Hindistan’ı da arkasına alarak Çin’e karşı Bangladeş’i bir koz olarak kullanıyor. Bu hükümet, Bangladeş’i ABD askerlerinin cirit attığı işgal edilmiş bir beldeye çevirdi.
Kısaca; kurulduğu günden beri halkına zulmeden Bangladeş yöneticileri, her zaman Batılı kafirler ve Hindistan ile iş birliği içinde oldular. İslam ile savaşmayı kendisine ilke edinmiş laik-demokratik küfür rejimi, on yıllardır halkına her türlü zulmü reva gördü. Yukarda bahsettiğimiz ihanetlere ek olarak; yolsuzluklar, ülke servetlerinin sömürülmesi, kalkınma noktasında engellemeler, sosyal hayatta yozlaşma adımları, eğitimde kalitesizlik, hukukun yok edilmesi, fert-aile ve toplumun ifsat edilmesi için çalıştılar. Dolayısıyla laik-kapitalist sistemde -sözde- seçimle iktidara gelen hiçbir parti insanların can ve mal güvenliğini sağlayamadı. Bu kukla yöneticilerin herhangi bir ideolojik temeli olmadığı için, ülke ve halk düşmanlarını kendi çıkarları için müttefik olarak gördüler. Bu yüzden halkları tarafından devrildiler.
15 yıldır iktidarda olan Hasina’nın, -her ne kadar göstermelik seçimleri kasanmış olsa da- aslında Müslüman halk tarafından asla sevilmediği ve ilk fırsatta ülkeden kovulduğu görülmektedir. Aynı akıbet Tunus’ta Salih, Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi, Mısır’da Mübarek, Suriye’de Esed için de geçerli olmuştur. Bu yaşananlar İslam beldelerindeki yöneticilerin -darbe veya göstermelik seçim yoluyla gelseler bile- halkları tarafından asla sevilmediklerini bir kez daha göstermiştir. Çünkü Müslümanların başındaki bu kuklalar, Batı’nın ülkelerimizdeki sömürge valileri gibi hareket ediyorlar ve halkta hiçbir karşılıkları bulunmuyor!
Küfür tek millettir. Babası ülkenin laik kurucusu olan ve demir yumrukla 15 yıldır Müslümanlara düşmanlık eden Hasina, halkın direnişi karşısında pes etmiş ve efendilerinin emrine uyarak en yakındaki, kendisi gibi İslam düşmanı Hindistan’a kaçmıştır. Tek başına bu kaçış bile başımızdaki liderlerin zihniyeti hakkında aydınlatıcı bilgi veriyor.
Bangladeş’teki bu zulüm, ne ilkti ne de son olacaktır. Arap Baharı sürecinde Suriye, Mısır, Tunus ve diğer beldelerimizde yaşananlar, burada yaşanıyor. On yıllarca kendi halkına zulmeden, İslam’a düşmanlığını gizlemeyen, Batı ve bölgedeki İslam düşmanlarının köleliğini yapan başkanlar, hükümetler tek tek yıkılıyor. Ancak burada önemli olan konu, bu liderler gittiğinde ne olacağı… Zira bu gidenlerin yerine başka bir lider, grup veya parti geliyor ve halkları başka bir bahara kadar oyalıyor!
Tarih de göstermiştir ki İslam ümmeti, dininden asla vazgeçmemiştir. Dinine bağlı olan mazlumlar daima Allah’ın nusretiyle ferahlamış ve hesap sormuşlardır. Allah’ın izni ile bu, Bangladeş’in de Suriye’nin de Filistin’in de gerçeği olacaktır.
Zalim rejimin karşısında asla diz çökmeyen, âlim Abdulkadir Molla idam kararından sonra af dilemeyi reddetmiş ve 91 yaşında olduğu halde şöyle demişti:
“Suçum, Allah'tan başkasına kulluk etmemekti. ‘Bize kulluk et!’ dediler. Ben de ‘Asın!’ dedim. Şehitlik, hayatımın en büyük başarısı olacaktır. Benim kanım, İslami hareketi ayağa kaldıracak ve zalimlerin sonunu getirecektir... Benim şehadetimi Bangladeş İslam Devleti için kullanın!”
Evet, bugün Bangladeş’te Müslümanlar, büyük bedeller ödeyerek bir zalimi gönderdiler. Ancak Abdulkadir Molla’nın dediği gibi; bu mücadeleyi İslam Devleti’nin kurulması için bir araç edinmezlerse önce askerî yönetim sonra geçici hükümet gelecek ve başındaki kukla değişse de Allah’ın hükümlerinin uygulanmadığı bir rejim devam edecektir. “Bangladeş Baharı”nın akamete uğramaması, Müslümanların bunu anlamalarına bağlıdır. Müslümanlara bu konu aydınlatılabilirse Arap Baharı sürecinde yaşananlar tekrar etmeyecek ve Allah’ın izni ile halklar, zalimleri devirerek hakkı hakim kılacak, Hilâfet’i ikame edeceklerdir!