ASIL BOMBA İSLAM ÜMMETİNİN BAĞRINDA PATLAMIŞTIR
27 Temmuz 2015

ASIL BOMBA İSLAM ÜMMETİNİN BAĞRINDA PATLAMIŞTIR

Genel seçimlerden önce HDP’nin Diyarbakır mitinginde patlayan bomba sonucu 2 kişi öldü, 100 civarında kişi yaralandı. Suruç’ta Kobani’ye yardım götürmek üzere yola çıkmayı hedefleyen Sosyalist bir grup gencin arasında patlayan bomba sonucu 32 kişi öldü, 100 civarında kişi yaralandı. Bu patlamaların hemen akabinde İslam ümmetinin bağrında da bombalar patladı ve zaten standart ölümlerin yanı sıra standart yaralılar da Müslümanların alışageldiği bir durum. Ama bu patlama, ölüm ve yaralanmalardan daha büyük bir zayiat bıraktı. Hiç şüphesiz ki, İslam ümmeti hiçbir dönemde bugün olduğundan daha sahipsiz ve korumasız kalmadı. Fitnenin ve fesadın mimarları hiçbir zamanda bugün olduğundan daha kolay bir şekilde üzerlerindeki bu menfi sıfatları Müslümanların üzerine yapıştıramamıştı.

Myanmar’da hükümet yetkilileri halkına siz Müslümanları öldürmezseniz onlar sizi evlerinizden çıkarır ve size saldırır, demişlerdi. Müslümanlar Budizm’e düşmandır, bu yüzden Budistler ile cihad ederler, demişlerdi. O günden sonra Müslümanlar bazı liderlerine göre hoşgörü dini(!) olan Budizm’in çetelerine yem edilmiş, börtü böcek misali kafalarının ezilmesine dünyayı seyirci yapmışlardı. halka aşılanan faşizan duygulardan ötürü Türkleri yaşadıkları bölgelerden def etmeye çalışan, kimilerine göre Sosyalist olmasından dolayı oldukça insancıl, eşit ve adil olması gereken Çin’de Müslümanlara yapılan katliamlar artık bizim nazarımızda normalleşti. Filistin’in asıl sahipleri olmasına rağmen Abdulhamid’in emanetine ihanet eden yöneticiler orada da gasıp Yahudi varlığı karşısında üç maymunu oynadılar. Toprakları İsrail varlığına teslim ettikleri gibi masum ve izzetli canları da İsrail’in insafına terk ettiler. Ne yazık ki oradaki ölüm ve yaralanmalar da ümmet için tesir bırakan bir hal olmaktan çıktı. Mısır’da demokrasi ve özgürlük savunucuları olarak bildiğimiz Batılı devletlerin, söz konusu Müslümanlar olduğunda ne kadar vahşileştiğini gördük. Yapılan darbeye, darbe sonrası katliamlara ve durmayan gözyaşlarına cılız sesler çıksa da bir son veremedik. Ne yazık ki, canları ve malları pahasına otoriter rejimleri yıkarak İslam’ı hakim kılmak isteyenlerin mücadelesine de sahip çıkamadık. Önce Arap Baharı diyerek bu yürüyüşü basitleştirmelerine engel olamadığımız gibi, sonrasında da demokrasi baharı haline getirip devrimleri çalmalarına aval aval baktık. Hiçbir yöneticimiz bu kutlu direnişi yüceltmek için kılını kıpırdatmadı. Son tahlilde halen devam eden Suriye devrimini de çalmak isteyen Batılı kâfirler yoğun uğraşlarına rağmen hedeflerine ulaşamadılar. Orada savaş veren mücahitler sadece Batılı düşmanlarına ya da hain İran’a karşı değil, aynı zamanda yerli ve bizden olduğuna inandığımız işbirlikçilerin de tuzaklarına, pazarlıklarına, aşağılık tekliflerine karşı da savaşıyorlar. Buna rağmen bir sonuç çıkmayınca içimizdeki işbirlikçiler bu sefer fiili savaş konusunda sırtlarını dayadıkları kapitalist devletlere sonsuz itaat eder hale geldiler.

Bu noktada asıl incelemek istediğimiz Türkiye vakıasını ele alırsak görürüz ki, kutuplaşmanın, fitnenin ve yozlaşmanın zor olacağını söyleyen bazı kanaat önderleri ve yöneticiler yanıldılar. Zira İslam’ın fikirlerini, mefhumlarını içselleştiremeyen toplumlar fitneye açık ve kaosa hazır olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti topraklarındaki bütün askerî üsler ve geçiş noktaları Hilâfet’in kaldırılmasından sonra sömürünün bir göstergesi olarak Amerika ve İngiltere gibi devletlerin emrine amadedir. Buralardan kimin vurulacağı, kimin katledileceğinin önemi yoktur. Şimdi olduğu gibi Batı ve yerli memurları savaşacağı unsurları belirlemede oldukça rahat hareket etmektedirler. Hatta algıları ve duyguları öylesine değiştirmektedirler ki, savaşılacak bu unsurlara o beldelerin halklarını da düşman etmekte, bu zulümlerinde kendilerine duacı kılmaktadırlar. Bunun için yapay örgütler hazırlayıp piyasaya sürerek nabza göre şerbet vermenin hesabını yapmaktadırlar. Gelinen noktada tam da bu şekilde Batılı güçler IŞİD (DAEŞ) ile savaş adı altında belirlediği hedefleri vurmakta bunu da terörle mücadele olarak kabullendirmektedir. Daha önceki koalisyon saldırılarının devamı olan bu saldırılarda ise artık TSK’nın jetleri, füzeleri kullanılmaktadır. Birkaç göstermelik PKK kampını vurma görüntülerinin yanı sıra Suriye’de açık bir şekilde demokrasi putlarına taptıramadıkları İslami cephelere havadan saldırmakta ve güçlerini kırmaya çalışmaktadırlar.

Müslümanı Müslümana öldürtme konusunda algısal süreci atlatan kâfirler şimdi şiddetin dozunu biraz daha arttırarak bir yandan sınır ötesinde, diğer yandan sınırlarımız içerisinde istikrarsız ve iç savaşın hâkim olduğu bir ortamı hazırlamaktadırlar. Henüz koalisyon sürecini sonuçlandıramayan ülkede belki de otorite olmanın gerekliliği olarak kan dökmeyi şart koşanlar iktidar sevdalısı yöneticileri halklarına düşman etmektedirler.

Gelinen noktada Türkiye’nin bazı hassas bölgelerinde emniyet güçlerini hiçe sayarak kaleşnikoflu ve maskeli eylemler yapanlar bu boşluktan istifade ederek daha da ileriye gitmişler ve polisleri hedef almışlardır. Yine aynı gruplar sakallı bir kimse gördüklerinde şüpheli gözüyle yakalayıp ya dövmüşler ya da öldürmüşlerdir. Derin bir intikam duygusuyla hareket eden böylesi gruplar IŞİD bahanesiyle Müslümanları düşman bellemişledir. Şiddet sarmalının arttığını geç de olsa anlayan hükümet bu sefer de kaldığı yerden devam edercesine Müslümanları gözaltına almaya başlamış ve sorunu daha da kökleştirmişlerdir. Medyanın da desteğiyle Türk toplumunun Müslüman unsurlara, sembollere bakış açısı değişmiş ve korku hisleriyle hareket eder olmuştur. Batı ürettiği düşman prototipini Türkiye topraklarında iyi bir pazarlama ile tanıtmış ve ne yazık ki Müslümanlara asıl düşmanları unutturulmuştur. Zira Müslümanları kendisine düşman seçenlerin de aile yapısının yahut kendisinin İslam’a düşman olduklarını düşünmüyorum. Kökleri ve gövdeleri İslam için uzamış bir ağacın yaprakları olmasına rağmen bu gençlerin asılarından nasıl uzaklaştıklarını, fikirlerinin ve duygularının nasıl tepetaklak olduğunu gördük.

Ve böylece dünyanın neredeyse her yerinde Müslümanların akidelerine olan güvenlerini sarsmak, kardeşleri ile olan bağlarını koparmak, yaşadıkları her beldeyi kaosun ve istikrarsızlığın merkezi haline getirmek için çalışanlar bu yüzden ‘asıl bombayı İslam ümmetinin bağrında patlatmıştır.’

وَالَّذِينَ يَنقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِن بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَآ أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الأَرْضِ أُوْلَئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ

‘‘Allah’a verdiği sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah’ın ulaştırılmasını istediği şeyi kesip koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte Allah’ın laneti ve yurtların en kötüsü olan cehennem onlar içindir.’’ (RA’D 25),