Anket Sonucu; Hilâfet İsteyenler Başkanlık ve Demokrasi İsteyenlerden Daha Fazla
27 Haziran 2017

Anket Sonucu; Hilâfet İsteyenler Başkanlık ve Demokrasi İsteyenlerden Daha Fazla

MAK Danışmanlık Ve Araştırma Şirketi’nin 12-18 Haziran tarihleri arasında “Türkiye’de Toplumun Dine ve Dini Değerlere Bakışı Araştırması” isimli 30 büyükşehir ile 23 il, 54 ilçede 5400 kişi ile yüz yüze görüşme ile yapılan anketi ve sonuçlarını gündeme taşındı. Bu anket sonuçları çoğu marjinal olan bazı kesimleri rahatsız etmiş görünüyor. Rahatsız oldukları konu belki anketin tamamı değil. Hatta bazı sonuçlar onları mutlu etmişe benziyor, bunu da yazılarında pişkinlikle ifade ettiler. Ancak anketin özellikle “Hilâfet olmalı mı?” sorusuna verilen evet cevabının referandum sonuçlarından daha yüksek bir oranda % 54 olması onların öfkelenmelerine yetmiş görünüyor. Ancak ne hazindir ki toplumun çoğunluğunun Hilâfet istediği, asırlarca Hilâfet’in tatbik edildiği Türkiye’de Hilâfet için çalışan nice dava adamları hâlâ zulüm görmeye devam ediyor. Bunlardan sadece bir tanesi olan #YılmazÇelik hocamız Ramazan ayının son günlerinde onlarca polis tarafından iftar sofrasında gözaltına alındı…

Başkanlığın sürekli pompalandığı, sahte Hilâfet ilanları ile algı operasyonlarının havada uçtuğu, İslâmî hayat ve yönetim adına suskunluğun zirvede olduğu, 1 asırlık beşeri sistemlerin zulmünün ayyuka çıktığı, tarihimizin karalandığı, geçmişimizin yok sayıldığı bir zamanda toplumun çoğunluğunun Hilâfeti istemesi halkın İslam’a olan bağlılığını göstermektedir. Elbette ki Allah’ın emri, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi ve Müslümanların özlemi olan Hilâfet hiç kimse istemese dahi bizim için tek yönetim şeklidir. Allah’ın emirleri her zaman tek doğrudur. Bu anket bize Türkiyeli Müslümanların her zaman olduğu gibi Hilâfete inandığını ve istediğini bir kez daha göstermiştir. Hatta bu tüm olumsuzlukların varlığına rağmen olmuştur. Zannımca bu soru “Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali (Rıdvânullahi Aleyhim) gibi bir Nübüvvet Minhacı üzere siyasi bir liderlik şeklinde Hilâfet ister misiniz?” diye sorulmuş olsaydı oran çok daha yüksek olacaktı. Çünkü hem İslâmî hassasiyetler hem de var olan mevcut dünya gerçekleri Müslümanların Hilâfet’e olan ihtiyacını çok açık şekilde ortaya koymaktadır.

Ayrıca aylarca kampanyalar yapıldığı halde, her gün medya organlarında açık oturumlarında tartışıldığı halde, mitinglere gelenlere meydanlarda madde madde Başkanlığı ve demokratik parlamenter sistem anlatıldığı halde Hilâfet isteyenlerin oranı hem başkanlık hem de demokratik sistem isteyenlerden daha fazla çıkmıştır. Birde Hilâfet’in hakikati anlatılabilseydi, nasıl bir hayat inşa edileceği en azından örnekleri ile izah edilebilseydi evet oranları daha da artacaktı. Tekrar hatırlatıyorum Hilâfet diyenler hem yeni hem eski anayasaya ve sisteme destek verenlerden daha fazla oldukları inkâr edilemez bir hakikattir! Bu yüzden olsa gerek bu potansiyelden ürken ve korkanlar Hilâfet için çalışan Hizb-ut Tahrir’in hayırlı gençlerinden Yılmaz Çelik gibi dava adamlarına zulmediyorlar.

Anketin önemli sorularından birisi de, “Allah’ın varlığına, birliğine bizi yaratıp yaşattığına inanıyor musunuz?” şeklinde yöneltilen soru idi. Bu soruya % 86’lık bir kesim evet diye cevap verirken, “Allah’ın varlığına, bizi yarattığına inanıyorum ama her şeye karıştığını, karışacağını düşünmüyorum” diyenlerin oranı % 6, “hayır Allah’a inanmıyorum” diyerek dinsiz olduklarını ifade edenlerin oranı % 4 ve son olarak kararsızlar da % 4’lük bir oranlar ile gösterilmiş. Bu ankete göre toplumda Allah’ı inkâr edenler, kararsızlar (ne demekse!) ve sadece göklerin Rabbi olarak inananlar % 14’ü oluşturuyor. İslâmî bir iktidarın(!) yıllarca laiklik ve demokrasi gibi gayri İslami bir yöntemle yönettiği bir düzende âlemlerin Rabbi olan Allah dahi gereği gibi tanınmıyor ve inançsızlık yaygınlaşıyor. Görünen o ki İslam ile taban tabana zıt olan demokratik ve laik yönetim anlayışı yavaş yavaş toplumu bozuyor. Yavaş yavaş dinsiz bir nesil yetişiyor… Sonuç olarak sorunun temel kaynağı sistemin kendisidir…

Bir diğer soru da “Kur'an-ı Kerim ve diğer kitapların vahiyle geldiğine inanıyor musunuz?” sorusu idi. Bu soruya ise toplum % 76 evet, %14 inanmıyorum, % 10 kararsızım şeklinde yanıtladı! “Kuran-ı Kerim'in Türkçe mealini hiç okudunuz mu?” sorusuna % 17 evet, % 60 hayır, % 23’u ise kararsız cevabı geldi! Her mahallede bir camii ve imamın olduğu, sürekli Kur’an kurslarının açıldığı, okullarda Kur’an derslerinin yapıldığı, Kur’an ziyafetlerinin verildiği, bedava Kur’an dağıtıldığı ve hatta Kur’an-ı Kerim’i güzel okuma yarışmalarının yapıldığı bir dönemde Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğine inanmayanların sayısı % 24 civarında. İmkânların zirve yaptığı bir dönemde milyonlarca insan Kur’an’dan uzak, okuyanlar ise okumayanların dörtte biri kadar bile değil. Dindar nesil dedikleri projenin ne kadar başarılı olduğunun da bir göstergesi bu sonuçlar! Kuran’ı hayat nizamı, şifa kaynağı göremeyen bir sistemin (ki varlığı ile zaten Kuran’ın emirleri ile mücadele ediyor) ders kitabı olarak okutmasının başarısızlığı ortada. Kuran’a inananların dahi düzenli okumadığı vahiy, bizi nasıl değiştirebilir, dönüştürebilir! Allah Subhanehu ve Teâlâ bu kitap ile kimi kavimleri yükseltmiş, kalkındırmış iken kimilerini ise alçalmıştır. Biz Kuran’ı nasıl mahcur bırakanlardan olabiliriz? Hal bu ki şanlı ecdadımız bu kitabı âlemlere rahmet olsun diye davet ve cihad yolu ile taşımıştı. Daha bir asır öncesinde kadar bizler bu Kur’an ile hükmediyor, onun ahlakı ve ahkâmı için Dünya’ya karşı mücadele veriyorduk. Önce Kur’an’a bakışımızı değiştirmeliyiz. Okumalarımız ilmimizi değil imanımızı artırmalı, hayatımızı değiştirmeli. Yoksa Kur’an ve sünnete dayalı bir İslâmî hayat için çalışanların terörist muamelesi gördüğü bir sistemden Kur’an’ı anlaması, anlatması, tatbik etmesi tabi ki beklenemez!

“Peygamberlere inanıyor musunuz? Hz. Muhammed (SAV) sizin için her anlamda örnek alınacak rol model / örnek insan mıdır?” sorusuna % 63 evet, % 20 inanıyorum ama her konuda örnek değildir, % 9 inanmıyorum, % 8 ise kararsız, “Öldükten sonra dirileceğinize ve bu dünyada yaptıklarınızdan hesaba çekileceğinize inanıyor musunuz?” sorusuna % 73 evet kesinlikle inanıyorum derken, % 10’u evet inanıyorum ama hesaba çekilmeye inanmıyorum, % 9’u inanmıyor ve % 8 ise kararsız. En güzel örneğin, hayatı bize öğretenin, rahmet olarak gönderilen Allah Rasulü’nün % 37 tarafından anlaşılamaması yine vahim bir tablo. Körü körüne liderler, rehberler edinen insanlar asıl lideri, asıl rehberi unutmuş gibi. Diğer yandan Allah Rasulü’nün müçtehit olduğunu, hadislerin uydurma olduğunu, sünnetin vahiy olmadığını, mezhep ve tüm İslâm usulünün gereksiz olduğunu üniversitelerde, televizyonlarda alenen anlatanların, buna hizmet edenlerin varlığı ayrı bir garabet olarak duruyor önümüzde. Tarihi bir kahraman değil her konuda örnek ve model bir lider, vahiy ile hareket eden bir Rasul, O’na itaatin farz olduğu anlayışına ulaşamadığımız sürece seçmeli dersler, siyer okumaları ile bozulmayı önleyemediğimiz ortada. Dünya onların ahiret ise bizim olsun diyen bir Rasulün ümmetinin bulunduğu toplum dünyaya öyle dalmış ki % 27’si ahreti veya hesap gününü unutmuş.

Oruç, namaz, melek, kader gibi konulardaki soru ve cevaplara verilen yanıtlar aynı vahameti ortaya koyan sonuçlar içeriyor. Yalnız ankete katılanların % 90’ı günah işlemekten pişman oluyor, % 90’ı dua ediyor… Bu sonuçlara göre inanmayalar içinde bile günahtan pişman olan ve dua edenler var… Bu aslında toplumun İslâmî anlayışa, nizama ne kadar muhtaç olduğunu ve yanlış yönlendirildiğini gösteriyor.

Son olarak cemaatler ile ilgili soruya, cemaatlerin devlet tarafından denetlenmesi gerektiği (ki bu rejimin diyanet üzerinden yürüttüğü bir proje ve algı) şeklinde gelen cevap da ayrı bir çelişki aslında. Yıllarca laik devlet din ile mücadele ederek yeni bir din algısı üretmeye çabalıyor. Özellikle son dönemlerde İslâmî cemaatlere baskı ve zulüm uygulayarak tam bir teslimiyetle kendine bağlamak istiyor. Rejime rağmen yapılan her şeyi aşırılık olarak göstermek istiyor. Laik-demokratik bir devlete bağlı bir dinin toplumu asla ıslah edemeyeceği cumhuriyet tarihinin her döneminde tescillidir. Mesele dine bağlı bir devletin -ki o İslâm’a göre Râşidî Hilâfet’tir- kurulması, İslâm’ı tatbik etmesi ve taşımasıdır.