Her kesimin “darbe Anayasası” olarak isimlendirdiği mevcut anayasa üzerinden anayasa tartışmaları yeniden gündemde. “Anayasanın 4. Maddesi değiştirilmeli mi? Yoksa değiştirilmemeli mi? Anayasada değiştirilemez maddenin olması doğru mu?”... Bu tartışmalar, ne ilk ne de son. Kısa Cumhuriyet tarihinde halka zorla dayatılan anayasa ve yasalar hep tartışma konusu olmuştur.
Çünkü Türkiye’de her gelen iktidar, anayasa ve kanun yapmaya çalışmıştır. Ülkemizde “anayasa” dendiğinde akla gelen ilk şey, darbeler ve sonrasında hazırlanan metinlerdir. 1921’den 1982 yılına kadar Türkiye’de 60 yılda 4 defa anayasa hazırlanmış ancak köklü denilebilecek değişikliklere rağmen sonuç değişmemiştir. En son hazırlanan 1982 Anayasasında ilk değişiklik 1987 yılında, son değişiklik ise 2011 yılında yapılmış ve toplam 18 değişiklikte; 177 maddenin 113 tanesi değiştirilmiştir. AK Parti’nin 2017 Anayasa Referandumu ile bir kez daha değişiklik yapılarak 18 madde değiştirilmiş ve demokratik parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçilmiştir. Tüm bu esastan değişikliklerle anayasanın büyük çoğunluğu değiştirilmesine rağmen siyasilerden, bürokratlardan ve toplumun hiçbir kesiminden bu anayasa sahiplenilmemiş, “darbe anayasası” olarak anılmış ve hatta “değiştirilmesi gerektiği her zaman savunulmuştur. Bu yasalar birey, aile, toplum ve devleti koruyamamıştır.
Çünkü beşerî anayasa ve kanunların uygulandığı ülkemizde tüm alanlarda sonuç, tam manasıyla fiyaskodur. Gerek 1921 gerekse 1924, 1961, 1982 ve 2017 değişikliğiyle mevcut anayasanın temelleri İtalya’dan, İsviçre’den, İngiltere’den, Fransa’dan ithal edilmiş ve halen bunların kalıntılarından kurtulamamıştır. Her ne kadar bazen asker bazen sivil otorite, anayasaları belirleyen güç gibi gösterilse de aslında yasaların ruhunda ve esasında kâfir Batı’nın etkisi barizdir. Şekil ve detaylar değiştirilse de asıl, aynı şekilde durmaktadır!
Bu yüzden anayasanın ilk 4 maddesi veya diğer maddeleri değil öncelikle kaynağı tartışılmalı ve 100 yıldır yapılan hatadan vazgeçilmelidir. Yeni anayasa değiştirilirken de vahiy esas ve ölçü alınmaz ise sonuç değişmeyecektir. Çünkü anayasanın bazı maddeleri değil esası bozuktur ve vahye dayanmamaktadır. Bu yüzden yapılması gereken, âlemlerin Rabbinden gelen vahiy esas alınarak yeni bir anayasa hazırlanmasıdır. Kuşkusuz esasları değiştirilmediği için kendinden önceki denemeler gibi yeni anayasa değişikliği de ihtiyaçları karşılayamayacak ve kısa zaman sonra yeniden değiştirilmek istenecektir. Çünkü insanın koyduğu hiçbir kanun insanı tatmin etmeye yetmeyecektir. Yani devletin şeklini, yasama, yürütme ve yargı ve diğer tüm konularındaki esaslarını, bireylerin hak ve hukuklarını, devlet ile bireyler arasındaki ilişkileri ve sair esasları belirleyen unsur, insan aklı değil insanı yaratan âlemlerin rabbi olan Allah’tan gelen vahiy olmalıdır.
Şüphesiz ki sınırlı, aciz, eksik ve nizamın esaslarını belirlemede yetersiz olan insan aklının anayasa ve kanun belirlemesi zulümdür; İslâm’a taban tabana zıttır. Gerek Kur’an’daki ayetlerden gerekse Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in uygulamalarından da anlaşılacağı üzere; hüküm koymada, helal-haram, farz-mubah-sünnet gibi insanın amelleri ile ilgili esas konularda, aklın hükümleri belirlemesi mümkün değildir. İnsan ancak şeriatın mubah kıldığı konularda hüküm koyabilir; belediye hizmetleri, trafik kuralları, şehir ve imar gibi konular…
Defalarca değiştirilen beşerî anayasa ve kanunlar eğitimde, kendisini tanımlayamayacak kadar sevgi, saygı, kimlik, şahsiyet ve ufuk yoksunu bir nesil üretmiştir. Günümüz anayasaları ile belirlenen ekonomik siyaset, işsizliğin milyonlarca insana ulaştığı, ekonomik sömürünün her yeri kuşattığı, insanların açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edildiği bir ekonomi üretmiştir. Her yıl yenileri yapılan cezaevleri maksimum derece dolmuş, yüz binlerce insan yer olmadığı için serbest bırakılmış, aflar, yasal düzenlemeler bile cezaevlerini boşaltamamış, milyonlarca insan mahkeme kapılarında çaresiz kalmış, dosyalar yıllarca raflarda beklemiş ama yine de adaletli bir hukuk oluşturulamamıştır. Yine bu anayasa ve kanunlar, içtimaî hayatı koruyamamış, fıtrî bağ olan anne-baba-kardeş-evlat bağları kopma noktasına gelmiş, aileler dağılmış, yüz binlerce insan boşanmış, erkek ve kadın hayatın her alanında sömürülmüştür.
Batı’yı taklit ederek topluma uygulanan bu anayasa ve kanunların toplumu getirdiği nokta korkunç boyuttadır. Her gün bize gösterilen buzdağının görünen kısmı bile ürkütücü bir durumda iken görünmeyen kısmının ne kadar korkunç ve büyük olduğunu resmî verilerden anlıyoruz.
Cumhuriyet başsavcılıklarına 2015 yılında gelen toplam soruşturma (geçen yıldan devir ve yıl içinde açılan toplam) dosya sayısı; 7 milyon 183 bin 711 iken, 2023 yılında %54.6 oranında artarak 11 milyon 109 bin 462 olmuştur. Cumhuriyet başsavcılıklarında suça sürüklenen çocuklar hakkında yıl içinde açılan dosya sayısı, 52 bin 700’e yükselirken bu dosyalarda 9 bin 826 çocuk beraat etmiş, 42 bin 800 çocuk farklı oranlarda ceza almıştır. “Adalet İstatistikleri 2023 Yılı Raporu”na göre; 2023 yılında savcılıklara gelen çocukların cinsel istismarı dosya sayısı 66 bin 138, mahkemelerde görülen çocukların cinsel istismarı dava sayısı 14 bin 919 ve 2023 yılında bu suçtan mahkûm olan kişi sayısı 7 bin 88’dir.
Bu vahim ve korkunç tablo maalesef hiç değişmiyor. Her yıl bir önceki yıla oranla suç ve cezalarda artış yaşanıyor. Tedbir alması, çözüm üretmesi gereken yöneticiler, akademisyenler, sosyologlar, toplum bilimciler hiçbir derde derman olmayan açıklamalarda bulunuyor. Toplumsal travmaya rağmen katiller, teröristler, tecavüzcüler, gaspçılar, rüşvetçiler, hırsızlar… ya serbest bırakılıyor ya da hak ettikleri cezaları almıyor. Bundan cesaret alan suçlular istediklerini yapıyor!
Toplumu bu hale getiren temel neden; eğitimden, yargıya, ekonomiden siyasete tatbik edilen beşerî nizamlardır. Allah’ın hükümleri varken demokrasi ve laikliğe göre hüküm uyduran, aciz ve sınırlı olan beşerî sistemlerin varlığı, tüm suç ve günahların yegâne kaynağıdır. Onlar var olduğu sürece insanlığın düzelmesi, kalkınması asla mümkün değildir.
İster önceki haliyle İngiliz siyasetinin esaslarını belirlediği parlamenter modeli esas alan anayasa olsun, ister Amerikan siyasetinin esaslarını belirlediği başkanlık modeli anayasa olsun, isterse başka herhangi bir demokratik-laik modele dayansın tüm beşerî anayasa ve yasalar, gayri İslamî’dir; Müslümanlar tarafından kabul edilmesi asla caiz değildir.
Ayrıca yeni anayasa çalışmaları; zamanı dolmuş, ekonomik, siyasi, sosyal yönden bitmiş olan batıl anayasaya yeniden güven tazelemek ve umut bağlamaya neden olacak bir adımdır.
Bu yüzden biz; her aşamasında İslâm’a danışılmadan hazırlanan/hazırlanacak anayasalara değil İslâmî bir anayasayı savunmalı ve buna davet etmeliyiz. Çünkü bizler, hayat nizamı vahiy ile belirlenmiş bir fikre, bu fikrin şekillendirdiği ideallere, projelere sahip bir ümmetiz. Biz, 14 asır önce Medine’ye hicret ettiğinde ilk yazılı anayasa metnini hazırlayan Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in anayasasında olduğu gibi belirleyicinin vahiy olması gerektiğine iman ediyoruz.
Zira insanlık tarihi boyunca dünya üzerinde adaleti hakkıyla tesis eden yegâne sistem, İslâmî anayasa ile yönetilen Hilâfet nizamı olmuştur. Çünkü İslâm nizamının dayandığı temel esas, Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın emir ve nehiyleridir. Bu yüzden Müslümanların seçimi, İslâm’a uygun hazırlanmış anayasa olmalıdır.
[إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ] “Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” [Yusuf Suresi 40]