Kuşkusuz toplumda kıymet bakımından paha biçilmez bir değere sahip, eşsiz bir mücevher gibidir, aile…
Devasa bir ağaç gibi büyüyen toplumun can damarı ve hayat suyudur, aile…
O halde aileyi aile haline getiren temel unsurları gözden geçirmek, aile içi ilişkilerin hangi esaslara istinaden teşkil edildiğini iyi tetkik etmek ve olması gereken kıvama kavuşturmak çok önemlidir.
Aile denince kuşkusuz akla gelen ilk eleman, aktif rollerin en başatı olan “baba”dır.
Sağlıklı bir toplumu, cerrahi müdahaleye ihtiyaç bırakmayacak düzeyde ayakta tutan ailenin en güçlü elemanı, babadır…
O halde ailenin sabır taşı, zorlu anlarda sağlam bir kale, musibet anlarında dayanak ve psikolojik, ekonomik ve fikrî sarsıntı dönemlerinde toparlayıcı ana aktör yine baba olmalıdır.
Bu makalemizde, son yıllarda karşılaştığımız en büyük problemlerden biri haline gelen, sağlam temeller üzerine inşa edilmemiş ve küçük bir rüzgârda sarsılan, dağılan ailelerdeki kadınına güvenilir bir eş ve çocuklarına “baba olabilme” konusuna değineceğiz.
Bu noktada babanın aile içindeki rolü şüphesiz çok önemlidir.
Bahsini ettiğimiz aile, ‘İslamî bir aile’ ise rolleri belirleyenin ve her bir bireyin yüklenmesi ve alması gereken sorumlulukları ortaya koyanın bilinmesi kaçınılmazdır. Bu belirleme ve ortaya koyma işi, şer’i hükümlere yani Allah’a aittir.
“Yuvayı yapan dişi kuştur” darb-ı meselini duymuşsunuzdur. Anne, yuvayı kurar. Doğrudur. Ancak yuvayı ayakta tutan, aile bireyleri arasındaki problemleri fasleden, aile içi koordinasyon ve bağları teşkil eden babadır. Burada babaya verilen haklar açısından ‘aile içi orantısız güç kullanımına’ vurgu yapmak istiyorum!
‘Orantısızlık’ derken, Allah’ın babaya tanımış olduğu “hanımının erkeğe itaati” konusunu kastediyorum. Zira Allah *Subhanehu ve Teâlâ’*nın erkeğe tanıdığı bu hak, kayıtsız ve şartsız bir hak değildir. “Allah’a ma’siyette kula itaat yoktur” kaidesiyle kayıtlı kılınmış bir haktır. Bu demek oluyor ki; Allah’ın farzlarından bir farzdan alıkoymak yahut helal kıldığı bir işten alıkoymak yahut haram bir fiile zorlamak, erkeğe günah kapılarından bir kapı olacaktır.
Hal böyle iken فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا “Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz”[1] ayeti iyi anlaşılmalıdır. Yani erkeğin razı olmadığı, hoşlanmadığı bir husus şer’î hükümlere aykırı değilse, dahası şer’î hükümlere uygun bir davranış ise, bu davranışa olan öfkemiz yersiz ve gereksiz olacaktır. Bu hususlara dikkat edilmelidir. Ahmed Bin Hambel’in rivayetinde Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den aktardığı bu hadis dikkatle okunmalıdır. O (Rasul) şöyle buyurur: الْمَرْأَةُ كَالضِّلَعِ، إِنْ أَقَمْتَهَا كَسَرْتَهَا، وَإِنِ اسْتَمْتَعْتَ بِهَا اسْتَمْتَعْتَ بِهَا وَفِيهَا عِوَجٌ “**Kuşkusuz kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu düzeltmek isterseniz kırarsınız. Onları idare etmeli ve onunla birlikte yaşamalısınız.”[2]
Hal böyle iken kadınların duyguları, mizaçları, ilgi ve reaksiyonları bir erkeğin karakter, mizaç ve duygularından çok başka ve farklıdır. Bu konuda erkeklere söylendiğinde umursamayacakları bir söz kadına söylendiğinde etkisi çok farklı ve karmaşık sonuçlar doğurabilir. Söylendiğinde erkeği çok öfkelendirecek bir söz bir kadına söylendiğinde komik, gülünç veya önemsiz gelebilir. Abarttığımı düşünen okuyucular olabilir. Ancak böyle bir okuyucu hakkındaki yorumum “O muhtemelen bekârdır” şeklinde olacaktır. Zira evlendiğinde görecektir ki erkek daha yüzeysel ve aceleci bir özellikte iken kadınlar daha detaycı ve sabırlı olabiliyor. Bu da karşıt cinslerin birbirlerini başlangıçta anlamamaları ya da karşı cinsi kendisi gibi düşünmesi sonucunu doğurmakta ve kırıcı davranışlar sergilemeye sebep olmaktadır.
Bütün bunları neden mi paylaşıyorum? Çünkü yeryüzünde bir araya gelip yuva kuran hiçbir çift yoktur ki evliliklerinin ilk altı ayında, ilk yıllarında bu kronik sorunlarla karşılaşmamış olsun. İstisnalar elbette vardır. Ama bu farklı mizaçların varlığı, ancak evlilik hayatı ile birlikte fark edilip vakıasının hissedildiği bir gerçekliğe dönüşüyor.
Gelelim asıl konumuza… Erkeğin, evi çekip çeviren eşinden beklentisi “gücü” ve “güç yetirebilirliği” ile doğru orantılı olmalıdır. Yani eşimize ‘sorumsuzluk’ yakıştırması yapmadan evvel ‘sorumluluk alanına’ girip girmediğinin iyi belirlenmesi gerekiyor. Örneğin babanın hanımına, “Şu çocuklarını terbiye edemiyorsun” diyerek çıkışması, sorumluluk ve görev paylaşımı açısından haksız bir suçlamadır. Çünkü burada terbiye etme görevi sadece anneye yüklenmemiştir. Bilakis Allah Rasulü, كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْمِلَّةِ فَأَبَوَاهُ يُهَوِّدَانِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ يُشَرِّكَانِهِ **“Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar, anne ve babası ise onu Yahudi, Hristiyan yahut Mecusi yapar”[3] buyurarak çocuk terbiyesi ve hayata hazırlamada her iki ferdi de sorumlu tutmaktadır.
Çocukların toplumsal hayattaki ferdî davranışları, adaba uygun hareketleri, insanlarla olan ilişki biçimi, işte bu sorumlulukların paylaşımı ile düzenli bir hal alır. O halde çocuklarımızın davranışlarını gözlemlemeli, nerelere gittiğini, ne yiyip ne içtiğini, ne seyrettiğini, ne dinlediğini, kısacası tüm davranışlarını gözlemlemeli ve hayatlarına örnek bir rol-model olacak davranışlarla etki edebilmeliyiz. Bunu, dikte ederek değil öğreterek ve örnek olarak yapabilmeliyiz. “Bu akşam neden kitap okumadın?” yerine “Haydi hep beraber kitap okuyalım” veya “Kızım söyle bakalım, bu akşam namazını kıldın mı?” yerine “Hanım kalk geç olmadan şu namazımızı kılalım” diyerek hem ibadi hayatlarında hem de kültürel gelişimlerinde onlara rol-model olmalıyız.
Köşeye sıkıştığımızda “Yuvayı dişi kuş yapar” diyerek evdeki ağır yükü hanımlarımızın üzerine bırakırken, diğer bir yandan egolarımıza yenildiğimiz anlarda ise “Evin reisi ve direği biziz”, “Biz ne dersek o olur” diyerek gerçek sorumluluklarımızdan kaçmamalıyız. İnanın, böyle yaptığımız takdirde Allah’ın bize verdiği hakka riayet etmemiş oluruz. Ve maalesef istisnalar hariç çoğumuz bunu yaparken, yüce yaratıcı tarafından eşit yaratıldığımızı unutuyoruz. Bunun için eşlerimize karşı üstünlük taslamaktan geri de durmalıyız.
Şu soruları kendi kendimize sormalıyız:
İki parçadan oluşan bir ailede kadınların eşlerine itaat etmesi konusunda hassasiyetimiz olduğu kadar, hanımlarımıza karşı görevlerimiz konusunda da aynı hassasiyete sahip miyiz?
Yozlaşmış olan bu toplumu yeniden kalkındıracak ve yarınlarımız olan çocuklarımıza baba olarak, onların bilinçlenmesinde, gelişmesinde ve yetiştirilmesinde, annelere destek olma konusunda yeterince hassas ve duyarlı mıyız?
Elbette ki çocukları yetiştirmede annelerin sorumluluğu vardır. Burada kastettiğim şey, onları bu ağır yükle baş başa bırakırken, çocuklarda oluşan her türlü olumsuz davranışın tek sorumlusunun anne olduğu peşin kabulünün yanlışlığıdır. “Suçlamak” ve “işin kolayına kaçmak” elbette cazip ve kesin çözümdür. Ancak doğru çözüm değildir.
Son olarak; ‘ata erkil’ bir toplumda yaşadığımı da göz ardı etmeden, evin reisleri olan kıymetli kardeşlerime şunu söylemek isterim:
Henüz ergen olmamış çocuklarımızın gözünde bir süper kahramanız! Akşamları eve geldiğimizde elindeki poşetlerde ‘sürprizler’ getiren, Anne mutfakta yemek hazırlarken çocuklarını sırtlarına alıp ‘atçılık’ oynatıp eğlendiren baba olabilmeliyiz. Ergenlik dönemlerinde dertleşebilmeli ve hayata atılmaya hazırlanan çocuklarımızla nasihatleşebilmeliyiz. Onların olgunlaşmasında ve şahsiyetlerinin oluşmasında destek olan babalardan olabilmeliyiz. Özellikle erkek çocuklarımızı hayata hazırlarken anneden çok biz babaların sorumluluğu olduğunu idrak edip hanımlarımıza yardımcı olabilmeliyiz.
Haydi, iş başına… Allah yardımcımız olsun.
[1] Nisa Sûresi 19
[2] Buhari
[3] Buhârî, Cenâiz; Ebû Dâvut, Sünne; Tirmizî, Kader