Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın takdir ettiği ecel vakti bir âlim, bir dava adamı, bir dost olan Ahmed Kalkan hocamız hakkın rahmetine (inşAllah) kavuştu. Türkiye’nin birçok şehrinden ve hatta yurt dışından binlerce Müslümanın şahitliği ve duaları ile defnedildi. [إِنَّا لِلَّهِ وإِنَّآ إِلَيْهِ راجِعُونَ] “Şüphesiz biz Allah’a aitiz ve elbette O’na döneceğiz.” [Bakara Suresi 156] Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz ancak Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz. Ahmed hocam, biz seni kaybetmekten dolayı gerçekten üzgünüz…
Ahmed Kalkan hocamız şahsiyeti ve ilmi ile Müslümanlara örnek olan, İslâm davasını büyük bir özveri ile taşıyan, tevhidi hayatının merkezine koymuş, Kur’an ile insanlığın buluşması için gayret eden, Allah Rasulü’nü örnek olan, Müslümanların yanında, zalimlerin karşısında duran muvahhid bir âlimdi.
“Ahmed Kalkan” denince aklıma, tevhidi hayatının merkezine koyan ve bunun için Allah’a adanmış bir âlim geliyor. Tevhidî bakış açısı onun için o kadar önemliydi ki belki her meseleyi tevhide bağlıyor ve bunu sürekli anlatmaktan asla bıkmıyordu. İnsanlığın ve Müslümanların tevhide ne kadar muhtaç olduğunun farkında olarak hareket ediyordu. Tevhidin karşısında duran zalim ve kâfirlere karşı da hep hak sözü söylüyor, ümmeti ve insanlığı İslâm’ın hidayeti ile yeniden uyandırmaya çalışan bir gayret içerisinde bulunuyordu. Çoğu hoca ve ilim sahibinin demokrasi, dünyevileşme gibi zamanın fitne rüzgârlarında savrulduğu bir zamanda Ahmed Kalkan hocamız, istikametini her daim korumuş, sırat-ı müstakim üzere dosdoğru olmak için mümince bir gayret göstermiş ve gösterilmesi için örnek olmuştu.
“Ahmed Kalkan” denince aklıma, hikmetli, hoşgörülü, sevilen bir davetçi geliyor. O her zaman bulunduğu ortamda İslâm davasının insanlara ulaşması için gayret içindeydi. Bir defasında hastaneye kaldırılmış ve biz de ziyaretine gitmiştik. Hal-hatır sorduktan sonra konu, *“İslâm ümmetinin birliği için neler yapmalıyız”*a gelmiş ve onun faydalı nasihatlerini dinlemiş, istişareler yapmıştık. Yani o, her yerde davası ile ilgili konuşmayı ve davasını dinlemeyi seviyordu. Yüzlerce sohbet, panel ve konferansa konuşmacı olarak katıldı, yüzlerce insanın yetişmesine vesile oldu, talebeler yetiştirdi, binlerce Müslümanın hayata bakış açısını değiştirecek çalışmalar yaptı.
Davetçi kimliğini edebî bir üslup ile şiir gibi anlatır ve konuşmaları her zaman hikmetli olurdu. Sıradan, klişe, ezberden hutbelerin aksine içten, samimi ve akla hitap eden hutbeler verirdi. Teorik, hayattan kopuk konuşmalardan uzak hayata dair, amele yönelik konuşmalar yapardı. Onu dinleyen mutlaka kendisine dersler çıkarır, amele yönelik bilgiler edinirdi. Hastalığından dolayı son yıllarda zor konuşuyor olsa da onu dinlemek dinleyenlere keyif veriyordu. Anlattıkları açık ve netti, nasihatleri hak olduğu için anlatılanlar ne kadar zor, meşakkatli de olsa samimiyetinden ötürü dinleyenler tarafından kabul edilirdi.
“Ahmed Kalkan” denince, kronik rahatsızlıklarına rağmen kitap yazmaktan, sohbetler vermekten, farklı ve uzak bölgelerde davet çalışmaları yapmaktan asla geri durmayan bir hoca geliyor. Her kitabı için “bir çocuğum daha oldu” derdi ve böyle kıymet verirdi ilme, hayra vesile olan amellere ve İslâm’ın değerlerine. Yoğun bakımda bile “yazar dediğin yoğun bakımda bile yazar. Var mı benim kadar yazar?” diye paylaşımları ile bu gayreti son ana kadar devam ettirmişti. Paylaşımlarının altında yapılan yorumlara “Yazarlık değil yaşarlık önemli” diyecek kadar mütevazi bir kişiliğe sahipti.
“Ahmed Kalkan” denince aklıma, İslâm kardeşliği kendisinde vücut bulmuş bir mümin geliyor. Müslümanların tamamı seviyor ve bu sevgisini amelleri ile taçlandırıyordu. Onu az-çok tanıyan herkes onun ilgi, alaka ve Müslüman kardeşine verdiği değeri görmüştür. Bu yüzden herkes tarafından seviliyor ve onun gibi düşünmeyenler tarafından bile takdir ediliyor ve hayır dua ile anılıyordu.
Ahmed Kalkan hocamız, ümmetin derdi ile her zaman dertlenmiş ve elinden gelen gayreti göstermeye çalışmıştı. Türkiye’de İslâmi çalışmaların birliği ve yardımlaşması konusunda her zaman gayretli çaba içinde olduğuna sanırım herkes şahitlik etmiştir. Filistin, Irak, Suriye ve daha nice zulümler karşısında maddi, fikrî, siyasi bir duruş ortaya koyuyor; dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanların sorunlarını konuşup bu konuda gündem oluşturmaya çalışıyordu. Müslümanların birleşmesinin önündeki engellere düşman olduğu kadar birleşmesi için yapılması gerekenlere de o kadar sevgi ve sempati ile bakıyordu.
Hiç unutmuyorum; Mahmut Kar ve Osman Yıldız Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltına alınmış, onların serbest bırakılması için toplanan 300 kadın-erkek de gözaltına alınmıştı. Herkes bu zulme karşı tepkisini göstermiş ancak Ahmed hocamız oraya gelmek istemiş ve “2 kişi tutuklanınca 300 kişi tepki verecek, 300 kişi tutuklanınca 5.000 kişi tepki verecek, 5.000 tutuklanınca 50.000 kişi tepki verecek, aksi hâlde Müslümanların kardeşlik bağı çözülür ve zulüm artar.” demişti.
“Sabır denilen nimet yaşanırsa dünyamızı da aydınlatır” derdi. Allah Subhanehu ve Teâlâ ona kronik, dayanılması güç bazı hastalıklar vermiş ve o bu hastalıklar ile Rabbine kulluk içinde, sabır ve şükür sahibi olarak yaşamaya çalışmıştı. Çoğumuz gibi gece boyu kesintisiz bir uykusu belki son yıllarda hiç olmadı. Ancak biz onun bu imtihanlardan şikâyetçi olduğuna hiç şahit olmadık. Tüm bunlara rağmen morali her zaman gayet güzeldi. Umut aşılayan, güler yüz ile gönüllere huzur veren bir yaklaşımla Müslümanlarla iletişim kurardı.
Çocukların eğitimi ve aile konusunda ayrı bir gayreti vardı. “İman varsa imkân vardır” şiarı ile zaman ve şartlara rağmen yapılamayanlar konusunda Türkiyeli Müslümanlar için özeleştiri anlayışını oluşturmuştu.
İslâmi bir hayata özlem duyardı. Müslümanların yeniden bir olmaları için gayret eder ve gayret edilmesi için örnek çalışmalar yapardı. Dernek ve vakıfların birliği için çalışmalara öncülük etmeye çalışırdı. İslâm’ın bir hayat nizamı olduğunu, bunun ancak İslâm Devleti ile ikame olunabileceğini, Hilâfet’in Müslümanlar için yegâne devlet modeli olduğunu sık sık vurgular, “Ben de Hilâfet istiyorum” diye haykırdığı Hilâfet’i işleyen sohbet ve panellerdeki konuşmaları ile güzel bir şahitlik koyardı; Hilâfet’in farziyetini Müslümanlara hatırlatmaktan geri durmazdı.
Can emanetini teslim etmenin bilinci ve heyecanı ile tevekkül ederek yoğun bakımda son paylaşımı şöyleydi: “İslâm’dan daha güzel bir inanç ve hayat görüşü olabilir mi hiç, mümkün mü? Halkın en kötü gördüğü ölümü size sevdiriyor. Hayatımız da ölümümüz âlemlerin Rabbine ait. O dilemedikçe kimse ve hiçbir virüs zarar veremez.” Sürekli, “ya Allah yolunda cephede veya Allah’ın dinini anlatırken kürsüde ya da Allah’a ibadet hâlinde secdede” Rabbine kavuşmak istediğini söylüyor ve Müslümanlara da bu şekilde nasihat ediyordu. Bu niyet ile yaşadı, bu niyet ile son ana kadar ümit besledi. Rabbim ona niyet ettiği güzel akıbetlerin ecrini nasip eylesin.
O bir âlimdi, dava adamıydı; büyük dertlere rağmen kendi derdi ile değil İslâm’ın ve Müslümanların derdi ile dertlenirdi. Bu yüzden büyük düşünür, küçük hesaplardan kaçınır, umut vaat eden hedefler koyardı.
Rabbim, Ahmed Kalkan hocamıza ve ebediyete irtihal eden tüm Müslümanlara rahmet eylesin, günahlarını affeylesin ve mekânlarını cennet eylesin.
Bu vesile ile Hocamızın ailesine, Kur’an’a Nebevi Davet ve Kalemder camiasına ve tüm sevenlerine sabırlar diliyorum.
[مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ ۖ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَىٰ نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ ۖ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا] “Müminlerden, Allah’a verdiği ahdi yerine getiren nice adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. (Onlar) ahitlerini hiç değiştirmemişlerdir.” [Ahzab Suresi 23]