ABD ile Beraber Kapitalizm de Çökecek!
13 Ocak 2021

ABD ile Beraber Kapitalizm de Çökecek!

Kapitalizmin beşiği olarak adlandırılan ABD’nin, özellikle 2008 krizinden sonra her geçen gün daha fazla sorunla karşı karşıya kaldığı aşikâr. Toplumun yaşamış olduğu maddi belirsizlikler ile beraber adalet ve huzurdan uzak bir yaşama zorlanmış olmaları, onları mevcut iktidar ve yönetim nizamını sorgular hâle getirdi. Fıtrata aykırı olan LGBT zihniyetinin toplumun birçok ortamında, özellikle kreş döneminde oğlan ve kız çocuklarının eşit olduklarını hissettirmek için tuvalet ihtiyaçlarını dahi karışık kabinlerde, hatta açık olan tuvaletlerde gidermelerini istemeleri, Batı’nın geldiği zelil durumu özetler nitelikte. Yine lise ve üniversite ortamlarında kimliklerin tamamen karışmış olduğu bir yaşam tarzının dikte edilmesinin, aile yapısına önem veren bilhassa dinî alt yapısı olan toplum kesimlerini oldukça rahatsız ettiği biliniyor. Milletin cebine giren para her geçen gün erimekte ve alım gücü düşmekte. Bu alım gücünün düşmesi doğal olarak ekonomiyi, orta ve küçük esnafı çok ciddi bir şekilde etkilemekte. Alt tabaka ile orta tabaka arasındaki refah farkının yok olması, düşerek aynı seviyeye gelmesi ve üst tabakanın ise oldukça küçülmesi, dengeleri iyice değiştirdi.

İşte genel hatları ile zikretmiş olduğumuz bu vaziyet dört yıl önce Trump gibi birinin ABD başkanı olmasına sebep oldu. Başkan olmasını bırakın, adaylığını bile ihtimal dışı görenlerin yaşamış olduğu bu şok, dört yıldır devam etmekteydi. Aralık 2020 seçimlerinde Demokrat Joe Biden’ın seçilmiş olması halkın önemli bir kısmını (74 milyon seçmeni) oldukça rahatsız etti. Kutuplaşan halk Trump gibi bir liderin söylem ve eylemleri ile daha da hırçınlaştı ve kırılgan olan toplum sinir uçlarını iyice gerdi. Bu, toplumun bir kısmı… Diğer bir kısmı ise ırkçı ve ulusalcı olan kesimin Afrika kökenli olan halk kesimine yapmış olduğu baskıdan rahatsız olan kesim ki bu kesimi, değişik ayak oyunları ile Joe Biden, kendi tarafına çekmeye başardı. Unutulmaması gereken bir de seçime inanmayan ve katılmayan kesim var ki bu normalde %45-50’lik büyük bir kesimdir. Gerçi bu oranın, son seçimlerde -Trump’dan dolayı- %35’e düştüğü bilinmekte lakin yine de çok yüksek bir oran ve halkın 1/3’inden fazlasının sisteme güvenmediğini ve bundan dolayı seçimlere katılmadığını göstermekte.

İşte bu sahte seçim oyunları ile Amerika’da halk en az son 60-70 yıldır kandırılmakta, yani ırkçı kısmen dindar olan kesimi susturabilmek için Cumhuriyetçilerin iktidara gelmesi; baskıya maruz kalan Afrika, Latino ve benzeri kökenli kesimlerin havasının alınması için ise Demokratların iktidara gelmesi sağlanmakta. Fakat vaziyetin özellikle 2008 krizinden ve bilhassa 2016 Trump iktidarından sonra daha tehlikeli bir sürece doğru evrildiğini görmek mümkün. İşte bu süreci daha iyi anlayabilmek için 2008 krizinde nelerin olduğunu ve son 12 yılda sürecin nereye doğru evrildiğini bilmek gerekiyor.

Aslında ABD özellikle 2008 krizi sonrasında ekonomik olarak yıkılmanın eşiğine geldi. Tabii ki ABD’nin yıkılması sadece Amerika ile kalacak olan bir hadise değildir. Küresel bir kapitalist sistemin tüm bağlantıları çökecek yani Avrupa, Çin, Japonya hatta Rusya bu tsunami karşısında duramayacaktır. Bankalar, borsa şirketleri batacak, halk ayaklanacak, anarşi başlayacak vs… İşte bu sürecin başlangıcı aslında 2008’de ateşlenen ve Ekim 2019’da daha şiddetli bir hâl alan krizler zinciridir. Evet, isterseniz 2008 ile Ekim 2019 yılları arasında nelerin olduğunu ve ekonomik olarak tükenmiş olan bir sürecin nasıl bir konuma geldiğini anlamaya çalışalım. Bunun en bariz göstergelerinin biri de para akışını gösteren bankalar ve şirketlerin konumunu belirleyen borsadır. Onun için isterseniz bu iki belirti üzerinden 2008 krizini özetle hatırlayalım: Öncelikle 2008 öncesi ABD’de bankaların düşük faizle halkın büyük bir kesimine kredi vermiş olması ve özellikle konut kredisi, birçok orta ve düşük gelirli insanın ekonomik bir güvence olsun diye konut almasına neden olmuş. ABD’deki banka sektörünün 1980’lerden sonra hızla yükselişe geçtiği ve 2000’li yıllara gelindiğinde ülkenin en büyük endüstrisinden birisi hâline geldiği düşünülmekte. Bu gelişme ve güvenden dolayı o dönemin Başkanı George W. Bush’un, ülkede her ailenin artık bir konut sahibi olması gerektiğini dillendirmiş olması, özellikle bu sektörün konut satma üzerinde yoğunlaştığını bize gösteriyor. Bu karmaşık durumu daha iyi anlayabilmek için şu habere bir göz atalım:

“10 yıl önce yaşanan finansal kriz nedeniyle, ABD’nin gayri safi yurt içi hasılasında yaklaşık 14 trilyon dolar ve Amerikan mortgage piyasasında 10,5 trilyon dolarlık kayıp oluşurken, sadece ABD’de 9 milyon kişilik istihdam kaybı yaşandı ve 8 milyon konuta bankalar tarafından icra yoluyla el konuldu.

Amerikalı bankalar, konut kredisi veren kuruluşlar aracılığıyla, düşük gelire sahip olan toplumun alt kesimindeki aileleri hedef aldı ve bunlara ‘sub-prime mortgage’ (eşik-altı mortgage) sunmaya başladı.

Eşik-altı mortgage sayesinde düşük gelir grubundaki ailelere yüksek faiz oranıyla konut kredisi verilirken, iş durumları ve gelir miktarları gibi önemli risk kriterleri giderek görmezden gelindi. Çünkü konut kredisi alan ailelerin sayısı arttıkça, MBS’lerin getirisi hızla yükseliyor ve bankaların karı artıyordu.

BALONUN PATLAMASI VE PANİK

MBS ve CDO’larda yüksek pozisyona sahip olan ABD’nin dördüncü en büyük bankası Lehman Brothers’ın hisseleri 9 Eylül’de yüzde 45 ve 11 Eylül’de yüzde 40 değer kaybetti. 15 Eylül 2008 pazartesi günü Lehman’ın hisseleri borsada sıfıra (0) vurdu ve banka iflasını açıkladı.

Bir gün önce ise batmaya çok yakın olan Merrill Lynch, Bank of America tarafından satın alındı.

Yatırımcılar, panik halinde ABD’li bankaların hisselerini satarken, bankalar ‘çöp’ değerindeki MBS ve toksik CDO’ları ellerinden çıkarmakta zorlandı. Ancak, Goldman Sachs ve Morgan Stanley gibi ellerinde CDS sigortaları tutan bankalar finansal krizden karla çıktı.”[1]

İşte bu kriz birçok dengeyi değiştirdi ve Kapitalizmin ne kadar kırılgan olduğunu tekrar gözler önüne sermiş oldu. Kriz ile beraber birçok önemli banka iflas etti. Kapitalizmin ana fikrine ters olarak ise devlet ve onun kontrolünde olan Merkez Bankası (FED) (her ne kadar ABD’de bağımsız olduğu dillendirilmiş olsa da, neticede devlet kurumlarının eli ile işleyen bir kurum) birçok bankayı kurtarabilmek için trilyonlarca dolar para piyasaya sürmek zorunda kaldı. FED’den bir örnek verecek olursak; FED, ABD tarihinde 2008 krizine kadar sadece 870 milyar dolar Merkez Bankası baz parası basmışken, bu rakam Eylül 2008 krizinde haftalar içinde 2 trilyon dolara kadar yükseldi. Ardından 2014 yılına kadar yine iki kat artarak 4 trilyon dolara kadar yükseldi. Bu yüksek rakamlar 2017 yılına kadar bu şekilde kaldı. Bu 4 trilyonluk finans balonu her an patlayabileceği için 2008 krizinden takriben 9 yıl sonra yani 2017 yılı sonu yavaş yavaş havası alınmak istendi. FED elindeki ürünleri satmaya ve bu şekilde suni olarak piyasaya sürülen parayı tekrardan sistemden silmeye çalıştı. Neticede bu Ekim 2019 kadar kısmen mümkün oldu ve Merkez Bankası’nın piyasaya sürmüş olduğu paranın 200-300 milyarlık kısmını silinebildi. Fakat Ekim 2019 yılında birçoğumuzun hissetmemiş olduğu 2008 krizine benzer çok büyük bir kriz oldu ve 4 ay içinde yani Ocak 2020’ye kadar FED yine anormal bir şekilde piyasaya para sürmek zorunda kaldı ve Ekim 2019 tarihinde 3,7 trilyona kadar düşen finans balonu bir kaç ay içerisinde 4,4 trilyona kadar yükseldi. Sonrası malumunuz Şubat 2020 dünya gündemine “koronavirüs” girdi ve Mart 2020’de de Ekim 2019 yükselişi mütemadiyen devam etti. Yükseliş iki ay içerisinde 7 trilyona kadar yükseldi ve şuan 7,3 trilyon dolar seviyesinde durmakta.

Şimdi isterseniz Ekim 2019 tarihinde nasıl bir kriz olduğuna ve neden dünya gündemine düşmediğine bir bakalım. Bir de Covid 19’un ardından gündemin nasıl tamamen değiştiğini, halkların hâl ve hareketlerini etkileyecek hamlelerin nasıl yapıldığını ve en önemlisi kapitalistlerin önde gelen para babalarının gelecek ile alakalı senaryolarını ele alalım…

Ekim 2019 Amerika’daki ekonomik krizle alakalı Türkiye medyasında neredeyse hiç haber yok. Lakin Alman medyasında bu kriz ile alakalı çok olmasa da bir kaç haber mevcut. O haberlerden birinde Almanya’nın en meşhur ekonomi uzmanlarından biri olan Dirk Müller Kasım 2019 tarihinde “businesinsider.de” sayfasına vermiş olduğu röportajda ilginç kıyaslar yapıyor. Kendisi 2008 krizinde kapitalizmin %70 ihtimalle çöktüğünden bahsetmişti. Şimdi ise 2019 krizini 2008 krizinden daha büyük kriz olan 1929 kriz ile kıyaslıyor. Bu benzetmeyi yaparken şu önemli notu da düşmekten geri durmuyor: “1929 yılında global dünya bugünkü gibi değildi. Yani bir yerde bir kriz çıktığında diğer ülkelerin bazen hiç etkilenmediğini görebiliyorduk. Şimdi ise Avrupa veya Amerika, hatta Japonya veya Çin’de gerçekleşen bir kriz tüm dünyayı etkisi altına saatler içerisinde alabiliyor.” Haber ajanslarının birçoğu bu krizin sebebinin -çok net olmamakla beraber-, repo pazarı ile Merkez Bankası arasındaki uyumsuzluk olduğunu dillendiriyor. Repo işlemleri kısa vadeli faiz geliri ve yatırımcı ile banka arasında yapılan anlaşmaya göre gerçekleşir. Normal şartlarda bankalar arasında gezinen para kriz esnasında durur ve o esnada sistem çökmesin diye repo işlemleri devreye girer. Böylece kısa dönemde sistemi kurtarır ve faiz ile kâr elde eder. Bunu yapan da o esnada merkez bankasıdır. Kapitalist sistemin çökmenin eşiğine geldiği bir anda sistemi daha da yıpratacak olan Covid-19 pandemisi, Ocak 2020 yılında başlayınca finansal krizin revize edilebilmesi için kapitalist devletlerin derin aklı olan kişiler harekete geçti ve gelecek ile alakalı resmî ağızdan senaryolar çizmeye başladılar. O derin aklın önemli bireylerinden biri de Davos toplantılarını düzenleyen Dünya Ekonomik Forumu’nun Kurucu Başkanı Prof. Dr. Klaus Schwab. Klaus Schwab’ın 2020 yılında yazmış olduğu kitabının başlığı oldukça manidar: “Covid 19-The Great Reset (Covid 19–Büyük Sıfırlama)”. “Dünya Gözü” yazarı Osman Ulagay’ın Klaus Schwab’ın son yazmış olduğu kitabı ile alakalı yazısından şunları paylaşmak istiyorum:

“The Great Reset başlıklı yeni kitabında ‘Pandemi sonrasında zenginlerden yoksullara ve sermaye sahiplerinden emekçi kesime büyük bir kaynak transferi yaşanacak’ diyen Dr. Schwab, Die Zeit Online muhabirinin ‘Siz korona krizinin neoliberalizmin sonunu getirebileceğini söylerken ne demek istediniz?’ sorusunu yanıtlarken şunları söylüyor:

‘Pek çok kimse beni yeterince tanımıyor her halde. Ben yıllardır sorumlu kapitalizmi savunuyorum. Şu anda iki dev sorunla karşı karşıyayız. Birincisi; zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun giderek derinleşmesi, ikincisi; iklim krizi. Şimdi bunlara bir de COVID-19 pandemisi eklendi. COVID-19 krizinden en fazla zarar gören iki ülkenin, yani ABD ile İngiltere’nin, neoliberalizmin en etkili olduğu ülkeler olduğu da bir gerçek. Pandemi krizi neoliberalizmin miadının dolduğunu göstermiştir.”[2]

Şimdi bu bağlamda kapitalist devletlerin en önemli ekonomik toplantılardan biri olan ve 1971 yılından beri her yıl Ocak ayında 120’ye yakın ülkeden 3 bin iş insanı, siyasetçi, akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcisinin katılımı ile gerçekleşen, Davos Zirvesi’nden bahsetmek istiyorum. Klaus Schwab 3 Haziran 2020’de Dünya Ekonomik Forumu (Davos–WEF) resmî sitesinde önemli bir açıklama yaptı. Davos’un Yönetim Kurulu Başkanı Klaus Schwab, 2021 Davos toplantılarının ana temasının, “Great Reset” yani “Büyük Sıfırlama (Yeniden Başlama)” olarak belirlediklerini duyurdu. Anahtar sözcük olarak “sürdürülebilirlik” ifadesini vurgulayan Schwab, yaptığı video açıklamasında şunları söyledi: “Sadece bir gezegenimiz var. İklim değişimi insanlık için sıradaki küresel felaket olarak daha da dramatik sonuçlara yol açabilir.” Dünya Ekonomik Forumu (WEF)’ndan yapılan yazılı açıklamada, “WEF 2021 Yıllık Özel Toplantısı”nın 13-16 Mayıs’ta Singapur’da gerçekleştirileceği belirtildi.

Tüm bunlar ve dahası ABD merkezli kapitalist sisteminin çok büyük krizin içinde olduğunu ve adeta ölüm döşeğinde bocaladığını bize gösteriyor. Bu esnada Müslümanları şaha kaldıracak, hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin (zimmi oldukları sürece) refahını oluşturacak tek ve yegâne kurtuluş, hiç kuşkusuz insan fıtratına uygun olan ve tüm sorunları en mükemmel bir şekilde çözen, İslâm nizamıdır. O nizamı teorik olmaktan çıkartacak olan ise kesinlikle Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurmuş olduğu ve râşid halifelerin devam ettirdikleri İslâm Devleti yani Hilâfet Devleti’dir. O devlet ki tüm fakirleri refaha, mazlumları izzete, zalimleri hakkın adaletin ulaştıracak tek kurtuluştur. Ne mutlu bu kutlu davada bulunanlara…


[1] hürriyet.com.tr, 12.09.2018

[2] dunya.com, Osman Ulagay, 21.10.2020

___

#KapitalizmÇöktüÇözümİslam