Kapitalizmin bayraktarlığını yapan Amerika İmparatorluğu, bir taraftan İslâm coğrafyasını askerî olarak işgal ederken diğer taraftan da dünyadaki tüm vahşi ve kuduz avcı köpeklerine sahip çıkmaya devam etmektedir. Bu avcı köpekleriyle birlikte karşılıklı varlıklarını sürdürdüklerini iyi bellemişlerdir.
Müslümanlara yönelik toplu cezalandırma, soykırım ve aç bırakma suçlarını işleyen “İsrail” oluşumunun Başbakanı Netanyahu, ABD Kongresinde, içini yalanlarla doldurduğu bir konuşma yaptı. Bazen ayağa kalkarak, bazen oturdukları yerde hemen her cümlesini alkışlayan kongre üyeleri, İslâm ile Batı dünyası arasındaki savaşı tüm çıplaklığıyla ortaya koydular.1 “İsrail”de ve Kongre binası önünde binlerce kişinin Netanyahu’yu protesto etmiş olması bu gerçeği değiştirmiyor.
Netanyahu’nun iğrenç yalanlarını burada sıralayacak değiliz. Ancak şu bir-iki cümlesi, kimlerle nasıl bir savaş yürüttüklerini açıkça göstermektedir. ABD Kongresine seslenerek şöyle dedi:
“Bizim savaşımız, sizin savaşınız; düşmanlarımız, sizin düşmanlarınız ve bizim zaferimiz, ABD’nin zaferidir… İsrail'in eli-kolu bağlanırsa bir sonraki hedef, ABD olacaktır… Dünya, tarihî bir kavşakta… Bu, bir medeniyetler çatışması değil medeniyet ile barbarlık arasındaki bir çatışmadır. Hayatı kutsayanlarla ölümü kutsayanlar arasında bir çatışmadır. ABD ve İsrail birlikte durmalı. Bir arada durursak biz kazanırız, onlar kaybeder.”
Evet, Batı, her zaman İslâm’a ve Müslümanlara olan savaşında, “küfür tek millettir” gerçeğiyle hareket etmiştir. Bugün Batı’nın ABD’si, NATO’su, AB’si, BM’si IMF’si vs. kurumları var. Bu kurum ve kuruluşlarıyla hareket edip topyekûn bize saldırıyorlar. Allah Teâlâ bu gerçeği bize şöyle bildiriyor:
“Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar…”2
-Şia dünyası bir yana- tarih boyunca İslâm âlemi de Batı’ya karşı tek yumruk olmuştur. “Küfür tek millettir” gerçeği, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanından, Osmanlı’ya kadar hep İslâm devletlerinin dış siyasetinin serlevhasını ve temelini teşkil etmiştir. Nitekim her ırk ve bölgeden Müslümanlar, Allah Celle Celalehu’nun; [وَقَاتِلُوا الْمُشْرِكٖينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًؕ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقٖين] “Müşrikler sizinle topyekûn savaştıkları gibi siz de onlarla topyekûn savaşın…” emir ve fermanı doğrultusunda hareket etmişlerdir. Hilâfet sancağı altında girdiğimiz son iki savaş; Çanakkale ve Kutü’l-Amâre savaşlarıdır. En zayıf zamanımızda bile ümmet olarak girdiğimiz bu iki savaşta düşmanı yenilgiye uğratmış bir ümmetiz.
Ancak ne acıdır ki Hilâfet’in ilga edilmesinden bu yana İslâm âlemi bir bütün olarak kendi öz kimliğiyle Batı’ya karşı koymamıştır. Halbuki bu bölünmüşlük, bizim “normalimiz” değildir. Kaldı ki; tüm Müslümanların tek bir ümmet olduğunu vurgulayan onlarca ayet ve hadis, temel kaynaklarımızda yerini almıştır. Dahası bu ayet ve hadisler, İslâmi ilimlerin tahsil edildiği tüm okul, medrese ve üniversitelerde okutulup ezberletilmektedir. Artı, bu ayet ve hadisler, cami vaazlarında tekrarlanırken sosyal medya platformlarında milyonlarca kez paylaşılmaktadır. Hatta her millet ve bölgeden Müslüman halklar birlikte savaşmak için meydanları doldurup çırpınıp durmaktadır. Müslüman ülkelerin ordularındaki askerlerin de aynı duyguya sahip olduklarından şüphe yoktur. Buna rağmen Batı’ya karşı verdiğimiz savaşta saflarımızı fiilen birleştiremedik, birleştiremiyoruz. Siyasi bölünmüşlüğümüz, ulusal sınırlar, küffara karşı aynı cephede yer almamıza engel olmaktadır. Aksa Tufanı’nın ardından “İsrail” oluşumunun başlattığı hunharca saldırı ve Batı âleminin kayıtsız-şartsız desteği, bu konudaki acizliğimizi ve çaresizliğimizi bir kat daha bize hissettirdi. Daha da beterini söylemek gerekirse; Türkiye vatandaşı ve aynı zamanda “İsrail” vatandaşı olan Yahudiler gidip dindaşlarıyla omuz omuza Gazzeli kardeşlerimize karşı savaştılar. Ama biz, Gazzeli kardeşlerimizin yanında yer alamadık. Ulusal sınırlar ve kimlikler gitmemize engel oldu.
Şu bir gerçektir ki; siyasi birliktelik olmadan cephede birlikteliğin gerçekleşmesi mümkün değildir. Kaldı ki Kitap ve Sünnet’ten ibaret olan temel nasslarımız ve 13 asır boyunca dünyaya nizam veren devletlerimiz, bu siyasi birlikteliğin Hilâfet nizamı olduğunu ortaya koymaktadır.
Haydi şimdi laiklik, ırkçılık, vatancılık, bölgecilik, ulusçuluk duvarlarını yerle yeksan edecek Hilâfet nizamının siyasi birlikteliğini gerçekleştirme gayreti içine girelim. Hep beraber, Hilâfet/Tevhit sancağı altında toplanalım ki düşmana karşı cephede de birlikte omuz omuza olabilelim. Başka türlü bu mümkün olmuyor, olmayacaktır.
Zira yerel avcı köpekleriyle birlikte sömürgeci ve istilacı ABD’yi, kalıcı bir yenilgiye uğratarak, özelde İslâm âlemini, genelde tüm dünya halklarını bu şeytani küresel güçten kurtarmak durumundayız. Çünkü biz Müslümanların dışında hiçbir kesimin elinde tüm insanlığı kurtaracak bir amentü, bir temel düşünce, bir evrensel çözüm yok. Akidesiyle ve ahkâmıyla bu hakikat ve nur, korunmuş olarak bizim elimizde mevcuttur. İşte bu akide ve hükümleri derleyip toparlayarak, içinden en isabetli ve kuşatıcı olanları benimseyip bir araya getirerek evrensel bir kurtuluş reçetesi olarak sunmak zorundayız. Artı, sunduğumuz bu cihanşümul çözümleri, evrensel Hilâfet Devletini kurmak üzere yüklenecek, sırf Allah rızasını gözeten, cesur, fikrî, siyasi ve kültürel bir hareket olarak ortaya koymak durumundayız.
Kitap'ıyla, Sünnet'iyle ve ümmetin hayırlı evlatlarıyla küresel bir Râşidî Hilâfet Devletini kuracak bu potansiyel güç, İslâm ümmetinde mevcuttur. Önemli olan; ayrıntılarda, bölgesel ve yerel handikaplarda boğulmamaktır. Reel politiğe, konjonktüre mahkûm olmamak ve maslahatı bırakıp ilkelere sarılmaktır.
Allah Celle Celalehu Kitap ve Sünnet'le yola çıkanları, nübüvvet metodu üzere yürüyenleri, sırf kendi rızası için hareket edenleri yardımsız bırakmayacaktır. Nitekim Allah Teâlâ; [وكَانَ حَقاًّ عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنٖينَ] “İnananlara yardım etmek üzerimize bir haktır.” diye buyuruyor.
Evet, Amerika İmparatorluğu yıkılmayı çoktan hak etmiştir. Nitekim Allah Celle Celalehu şöyle buyuruyor:
[وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ] “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.”3
[وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ] “Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile diğer kısmını engellemesi olmasaydı yeryüzünde düzen bozulurdu.”4
[لمِثْلِ هَٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “İşte çalışanlar bunun için çalışsın”5
[وَف۪ي ذٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَۜ] “Yarışanlar bunun için yarışsın”6