Ayasofya’nın açılması sonrasında havuz medyasının en etkili medya ayağı olan Yeni Şafak grubuna ait olan Gerçek Hayat Dergisi’nin Hilâfet kapağı sonrasında birden gündem Hilâfet oldu. Özellikle Kemalist güruh bu fikre karşı çok ciddi bir tavır takındı. Muhafazakâr kesim ise ikiye ayrılmış durumda. Biri genel hatları ile Hilâfet fikrini dillendiriyor ve kısmen onu savunuyorken diğer kesim adeta ölü uykusuna bürünmüş durumda. Onlara biçilen görev gereği hiç bir şey olmamışçasına hayatlarına devam ediyorlar. Bu gelişmelerin, tesadüf eseri yani önceden planlanmamış olması bence düşük bir ihtimal. Lakin şunu hiç kuşkusuz söyleyebiliriz: Artık Hilâfet kavramı ve onunla elde edebilecekleri imkânlar birçok Müslümanın malumu. Yine birçok Müslüman artık Hilâfet olmadan bulundukları rezil konumdan kurtulamayacağını da çok iyi bilmekte. Rabbimizin Müslümanlara farz kılmış olduğu Hilâfet makamı kesinlikle artık hayal değil bilakis Müslümanların gündeminde. Dolayısıyla İslâm ile alakası olan ve Müslümanlardan oy isteyen tüm siyasetçiler en başta Erdoğan, Hilâfet fikri olmadan oy alamayacağını da çok iyi bilmekte.
Hilâfet fikri konusunda uzman olan ve onun oluşması için gecesini gündüzüne katan Hizb-ut Tahrir’in gençleri özellikle dünya genelinde Hilâfet ile alakalı bir gelişme ve fikir oluştuğunda bunu takip eder ve üzerine analiz yapar. Dolayısıyla özellikle şu iki ülkenin yani ABD ve İngiltere’nin yaptığı açıklamalara, yayınladığı raporlara dikkatlice bakar ve onları analiz eder. Bu minvalde benimde naçizane takip etmiş olduğum üzere 2000’li yılların başlarında ABD’nin 20 yıllık vizyonları doğrultusunda bir takım düşünce kuruluşlarının (think tanks) -örneğin Rand Coporation ve tabii ki CIA’nin- demeçleri mevcut. Size kısa bir hatırlatma yaptıktan sonra 2005’de yayınlanan bir haberi sizinle paylaşmak istiyorum. 1999 yılında F. Gülen ABD’ye gönderildikten iki yıl sonra yani 2001 yılında Tayyip Erdoğan AK Parti’yi kurdu ve bir yıl sonra iktidara geldi. 2002–2020 yılları arasında yani 18 yıldır da iktidarda bulunmakta. 2010 yılına kadar Kemalist kesimin tasfiyesi için Gülen ile Erdoğan’ın yoğun bir işbirliği içerisinde olduğunu bilmekteyiz. Fakat daha sonra pastanın paylaşımı ve görev taksimatı (Hilâfet makamı da buna dâhil) konusunda tartışmalar ve ardından büyük kavga süreci gerçekleşti. Sonrasında Gezi, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve ardından başkanlık sistemi sürecine şahit olduk. Evet, tüm bu gelişmeler zaviyesinde 2005 yılında yayınlanan şu haberi okumanızı istiyorum:
“ABD Hilâfet’i diriltecek. İslâm dünyasına yeni bir şekil vermek için harekete geçen Amerika, planları arasına Hilâfet’i de aldı. Amerika’nın öngörüsüne göre, İslâm Dünyası yakın zamanda bir ‘halife’ çıkaracak. Amerika’nın, Müslümanları Halife’nin bayrağı altında birleştirme senaryosu, CIA’nın geleceğe dönük planları arasında yer alıyor.
Amerika 20 yıl içinde İslâm dünyasında Hilâfet’i yeniden kurmak istiyor. Bu bir iddia değil! CIA’nın resmî internet sitesinde yer alan rapor, Amerika’nın Hilâfet planını ortaya koyuyor. Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından hazırlanan raporun adı ‘Geleceği Haritalandırmak’. Rapor, 2020 yılında dünyanın siyasi haritasını, güç dengelerini ele alıyor. Yani 2020 yılında dünyaya verilmek istenen şeklin senaryosu şimdiden hazır. Senaryoda İslâm dünyasına Hilâfet rolü verilmiş. Amerika 2020 yılında Müslümanlar arasından bir halife çıkarmayı planlıyor.
CIA’nın senaryosuna göre halife sembolik bir figür olarak kalmayacak. Tam tersine Halife, ABD’nin karşısına çok etkili siyasi ve ideolojik bir güç olarak çıkacak. Örneğin petrol bölgelerine müdahale edecek, Amerika buna sesini çıkaramayacak. Hilâfet, İslâm âlemini birleştirecek. Müslüman liderler Halife’den korkup halklarına baskı yapamayacak.” [Ocak 2005, haber7.com]
ABD istihbaratına bağlı olan Rand Corporation’un 2004 yılında yayınlamış olduğu “Sivil Demokratik İslâm” adlı raporda “Hilâfet’in yeniden canlandırılması” fikri hiç kuşkusuz Batı ile uyumlu olan bir halife fikri üzerine bina edilmek istenmekte. Bu fikrin İngiliz fikrine ters düşen muhtemel bir ABD fikri olduğu görülmekte. Yani 1924 yılında Hilâfet makamını kaldırarak İslâm Devleti’ni 50 küsur ülkeye bölen İngiltere ve Fransa, o ülkelere birer kukla yönetici yerleştirerek ve halklarını da milliyetçi fikirlerle zehirleyerek kontrol etmeye, sömürmeye çalışmıştı. Lakin özellikle 1945 sonrasında ABD de sürece dâhil oldu ve 1989 sonrasında İslâm ümmeti daha fazla ön plana çıkmaya başladı. Müslümanlar mevcut statükoyu kabul etmediler ve fiilî olarak saldırmaya başladılar. Birçok ülkede Müslümanlar ayaklanmaya başladı ve bu ayaklanmaların en ciddi örneğini 2011 Arap Baharı’nda gördük. Fakat daha öncesinde Afganistan, Bosna, Çeçenistan, Irak ve sonrasında Yemen ve Suriye kargaşalarını hepimiz üzülerek yaşamak zorunda kaldık. Tüm bu kaotik durumdan kurtulmak için ve asıl itibarı ile Müslümanların hiç bir zaman zihinlerinden söküp atamadıkları Hilâfet fikrini ABD, istihbarat ortamlarında dillendirilmek zorunda kaldı. İşte tam da bu gidişatı destekleyen ve bir kaç hafta önce Hilâfet tartışmalarına neden olan Yeni Şafak grubu bakınız 2013 yılında nasıl bir haber gündeme getirmiş:
“İslâm ülkelerindeki iç karışıklıklardan dış sorunlara kadar, anında güçlü bir şekilde müdahale ederek sorunları akılcı ve makul bir şekilde çözecek bir İslâm Ülkeleri Birliği gerekmektedir. Batı da, bu şekilde karşısında tek ve güçlü bir muhatap bulup sorunları hemen çözdüğünde, bu olağanüstü rahatlatıcı durum onlar için de fevkalade bir çözüm olacaktır. Batı, ticaretine, güvenliğine ve ülkelerin sadece maddi zenginliklerine bakmakta, Doğu halklarına ise gereken değer ve önemi vermemektedir. Bu yüzden güçlü bir İslâm Ülkeleri Birliği’ni tek bir muhatap olarak sorunların çözümünde karşısında görecek olan Batı için de zorlu engeller ortadan kalkacaktır.
Diğer taraftan, radikalizm, aşırılık, hatalı tutum ve davranışlar üzerinden fevri çıkış yapan iç dinamiklere karşı 56 İslâm ülkesinin güçlü ve tek sesinin karşı çıkışı, Batı’nın da kâbusu olan bağnazlık tehlikesini anında yeryüzünden silip süpürecektir. Batı için de asıl kurtuluş budur. CIA’nın 2020’li yıllar için İslâm ülkelerini birleştirip başlarına “halife” geçirme düşüncesinin temelinde de bu yaklaşım yer almaktadır.
Nitekim CIA’nın resmi internet sitesinde 2005 yılında yer alan ‘Geleceği Haritalandırmak’ başlıklı Ulusal İstihbarat Konseyi raporu…” [Ağustos 2013, www.yenisafak.com\]
Yine bu süreci yani 1999 yılında F. Gülen’in ABD’ye getirilmesi, ardından Erdoğan dönemi ve 2020 yıllarında Hilâfet tartışmalarını teyit eder mahiyette; 1993–2001 yılına kadar ABD Başkanı olan Bill Clinton’ın gazetelerde de konu olan Clinton’un şu sözü manidardır: “Bir halife istiyoruz ki, Beyaz Saray’da onunla görüşelim. Müslümanlarla sorunu bir tesbihin imamesi gibi tek adamla çözelim.”
Tayyip Erdoğan’ın Müslümanların hamisi gibi davranması, Batı’ya özellikle “İsrail” ve Avrupa’ya kafa tutması bu algıyı besleyen olgulardır. Yine Müslümanların zihinleri “Payitaht” gibi dizilerle bu algı minvalinde yönetildi. Yine, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) 71. Genel Kurulu görüşmelerine katılmak ve çeşitli temaslarda bulunmak üzere 19-22 Eylül 2016 tarihlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nde ABD’li üst düzey yatırımcı ve işadamlarıyla görüştüğü bir toplantıda, ABD’nin önde gelen işadamlarından biri olan Blackstone Başkanı Hamilton E. Jones Erdoğan’a şu şekilde hitap etmiştir: “İslâm Dünyasının dağınıklığına ve temsil sorununa bakıldığında, siz şu anda fiilen İslâm dünyasının ihtiyaç duyduğu sesi temsil ediyorsunuz.” [25.09.2016 Abdulkadir Selvi, hurriyet.com.tr] Hamliton Jones’un bu yorumu yaptığı toplantıda bulunan diğer önemli katılımcılardan ikisi ise şunlardı: Kissinger Associates’i temsilen Henry Kissinger, Rotschild ailesi mensubu James Rotschild.
Görüldüğü gibi Erdoğan, ABD üst aklı ve önde gelen siyaset ve işadamları için bulunmaz bir Hint kumaşı. Ona verilen tüm görevleri ustalıkla yerine getirmesi ve çok ciddi bir hırsla bunu gerçekleştirmesi, kesinlikle ona birçok imtiyazların verildiğini gösteriyor. Uluslararası platformlarda yaptığı agresif çıkışları belirli ülkeleri dolaylı bazen direkt olarak hedef tahtasına oturmuş olması kesinlikle o gücün bir meyvesidir. Yine ona biçilen önemli görevin bir parçasıdır. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu doğrultuda muhtemelen daha çok şey duymamız mümkün.
Burada, şu notu da düşmekte fayda var: tüm dünyayı etkisi altına alacak ve global manada Müslümanların liderliğini ifade edecek bir Hilâfet sömürgeci kafirin asla istemeyeceği bir şeydir. Zira ABD’nin ve/veya Avrupa’nın “kuklası olması” tasavvuruyla bile olsa böylesi bir çaba içerisine girilmesi sömürgeci kâfirlerin aleyhine sonuçlanacaktır. Sömürgecilerin eliyle ikame edilecek bu tarz/evrensel bir Hilâfet beklemek, tarihî hakikatlere ve sömürgeci kâfirlerin gelecek tasavvurlarına da aykırıdır. Çünkü böylesi bir global/uluslararası Hilâfet, sömürgeci kafirlerin ellerinde patlamaya hazır bir bomba mesabesinde olur; -Allah daha iyisini bilir şüphesiz ama- bu, Müslümanların özlemi olan Hilâfet’in gerçek mahiyetine bir anda dönebilme potansiyeli olan bir tehlikedir Batı için…
Lakin kâfirlerin sinsi oyunları ve onların kirli işbirlikçileri biz dava erlerinin ve muhlis parti Hizb-ut Tahrir’in hedeflediği hakiki ve kâfirlerin korkulu rüyası olacak olan İkinci Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmasına kesinlikle engel olamayacaktır. Bilakis onlar ve uşakları oynadıkları oyunlarla kendi sonlarını hazırlamış olacaklar! Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecek! Ne mutlu o kutlu güne giden yolda yorulan ve fedakâr olan muhlis yiğitlere.
___
#HilafetHayalDeğildir