15 TEMMUZ: DERVİŞİN FİKRİ NE İSE ZİKRİ DE ODUR
05 Ağustos 2016

15 TEMMUZ: DERVİŞİN FİKRİ NE İSE ZİKRİ DE ODUR

15 Temmuz gecesi yaşanan olaylar herkesin malumu. Darbe girişimi oldu, halk sokağa çıktı, tankların önüne geçti, halkın bu duruşu hem polisi hem de askeriye içerisindeki çekimserleri harekete geçirdi ve darbe önlendi. İşte o günden bu yana hiç duymadığımız kadar demokrasi sözünü işittik. Demokrasi kahramanları, demokrasi şehidi, demokrasi nöbeti, demokrasi tatlısı, buz gibi demokrasi…

Peki, niçin demokrasi bu kadar öne çıkarılmak istenmekte? Niçin her cümlenin sonuna demokrasi ile nokta konuluyor?

Gelin bu soruların cevabını bulmak için 15 Temmuz akşamına gidelim. Ankara ve İstanbul’da birçok nokta darbeci askerler tarafından tutulmuş ve ele geçirilmiş, Cumhurbaşkanının çağrısıyla halk sokaklara dökülmüş, darbeci askerlerin bulunduğu her noktaya akın akın gitmekte. Kurşunların karşısında yürürken sanki daha önce prova edilmiş ve alınmış bir kararı uygularcasına tek bir söz çıkıyor ağızlardan. Ya Allah Bismillah Allahu Ekber! O gün o gece başka bir söz işitmedi insanlar. Tekbirler hiç susmadı sabaha kadar. Oysa kimse halka atacağı sloganı ezberletmedi. Kimse onların eline yazılı bir metin vermedi. Tamamen doğal bir şekilde gelişti her şey. Dikkat edin onlarca farklı noktada birbirinden habersiz binlerce insan ve tek bir slogan: Ya Allah Bismillah Allhu Ekber!

Bu nasıl olabilir ve bunun anlamı nedir?

İnsanoğlu zor zamanlarında hep kendisinden üstün bir güce kendisini teslim eder ve ondan yardım bekler. Zira içinde bulunduğu durumdan onu kurtaracak gücü kendisinde bulamaz. Her şeye gücü yetenden yardım istemesi gerektiğini bilir. Korkularının üzerine bu yardım sayesinde yürür. Devasa bir güce sahip gibi görünenlerin karşısına bu yardım sayesinde dikilir. Aslında bu planlı bir hareket de değildir, anlıktır ve içten gelir. Nitekim henüz akıl baliğ olmamış çocukların zorluklar karşısında anneden yardım dilemesi ve anne diye ağlamasının sebebi de budur. Zira onun için anne, koruyucu bir kalkandır.

Müslümanlar için yardım istenecek yegâne güç Allah Subhanehu ve Teala’dır. Nitekim her namazda bu defalarca tekrar edilir. “Allah her şeye gücü yetendir ve biz yardımı ancak Allah’tan dileriz.” anlayışı Müslümanların zihin dünyasında yer etmiştir. Her ne kadar bazı unsurlar bu fikrin üzerini örtmüş gibi gözükse de…

Gelelim 15 Temmuz akşamına, halk sokaklara çıktığında her nerede olursa olsun aynı duygularla çıkmıştır. O duygu içten gelen tekbir seslerinin de sahibidir. Halk birilerinin dediği gibi demokrasiye sahip çıkmak için sokağa indiyse duyguları da demokrasiye sahip çıkma duygusu olur. Muhtemelen bu duygu “Yaşasın demokrasi, kahrolsun darbe.” gibi bir slogan ile ifade edilir. Ancak o gece şahit olduk ki kimse demokrasiyi ağzına almadı. Kimse yaşasın demokrasi diye bağırmadı. Aksine o gece yer gök Allahu Ekber nidalarıyla inledi. Bu nidalar kalpteki imanın ve sokağa çıkma gayesinin emaresidir. İşte bu nedenle Müslüman halk sokağa demokrasi için çıkmadı İslam için çıktı dediğimizde vakıaya mutabık, delile dayalı, doğru bir söz söylemiş oluruz. Ama onlar halk demokrasi için sokağa çıktı dediklerinde yanlış ve mesnetsiz bir söz sarf etmiş olurlar.

İnanın, Müslüman halkın 15 Temmuz gecesi gösterdiği refleks sadece darbecileri korkutmadı. Bilakis laiklik kisvesi arkasında her türlü ahlaksızlığı yapan, yıllardır bu halkın kanını emen, kendisini bu toprakların sahibi; halkı da kendisine hizmet etmek zorunda olan zavallılar olarak gören bir avuç laik, Kemalist güruhu da korkuttu. Bitmedi! O gün Müslümanların getirdiği tekbirler sömürgeci kâfirleri de, Batılı devletleri de korkuttu. Hatta ve hatta sokağa çıkın diyenleri dahi korkuttu. Zira kimse böyle bir şey beklemiyordu. Kimse tekbirler eşliğinde halkın ölüme yürüyeceğini ummuyordu.

Bu saydığımız kesimler gerçekten korktu. O kadar korktu ki gelecek kaygısı o gece onları uyutmadı… Onlar bir şey gördü. İman etmiş bir halkın neler yapabileceğini gördü… ve o gün Müslümanlar korkularını öldürürken bu kesimlerin korkuları canlandı…

İşte o andan itibaren halkın temiz duygularını demokrasi ile zehirleme gayreti başladı. Hem de koro halinde… Demokrasi… Demokrasi… Demokrasi…

Peki, nedir bu demokrasi? Gerçekte nedir, halk nasıl anlıyor?

Gerçekte demokrasi kaynağı Yunan medeniyetine dayanan ve kanun koyma yani insanların nasıl yaşaması gerektiğini belirleme hakkını tamamen halka bırakan yönetim şeklidir. Demokrasilerde her şeyin kaynağı halktır. Halk dilediği kanunu kabul eder dilediği kanunu yürürlükten kaldırır. Demokrasilerde halk dışında bir kanun koyucu yoktur ki bu haliyle “Hüküm ancak Allah’a aittir.” ayetiyle taban tabana zıttır. Yine demokrasilerde insan dilediğini yapma özgürlüğüne sahiptir ve başkasının hakkını çiğnemediği sürece kimse ona hesap soramaz. Oysa bir Müslüman Allah’ın çizmiş olduğu sınırlar dâhilinde yaşar. Gerçek manada demokrasinin özeti işte budur.

Halkın anladığı demokrasiye gelince halk; asla demokrasiyi yukarıda zikrettiğimiz manada algılamamıştır. Ona öğretilen demokrasi salt yöneticileri seçmek ve başörtüsü takma özgürlüğünden ibarettir. Böylece halk demokrasiye sahip çıkmasa da karşı da durmamıştır. Halkın büyük çoğunluğu böyledir. Nitekim onlara “Bir tarafta Allah’ın hükmü var diğer tarafta ise Meclis tarafından konulmuş bir kanun var ve ikisi birbirine zıt, hangisini tercih edersin?” diye sorsanız alacağınız ortak cevap bilaistisna Allah’ın hükmüdür. Zira bu halk Müslümandır, kalbinde Allah sevgisi, peygamber sevgisi yer etmiştir.

Evet, Müslümanlar içinde demokrasinin gerçek manasını idrak edenler de vardır elbet. Bu kesim demokrasiyi kalıcı bir yönetim şekli olarak kabul etmekten ziyade İslam’a geçiş sürecinde kullanmak mecburiyetinde hissettikleri bir yönetim olarak görmektedir. Kötünün iyisi tanımı da buradan gelmektedir. Her halükarda bu kesimler için de demokrasi kötüdür ve İslam dururken demokrasi kabul edilemez.

Demokrasiyi şartsız koşulsuz İslam’a tercih edenler bu ülkede azınlıktır. Azınlıktır ancak sesleri çok çıkmakta, kritik yerleri işgal etmekte, iktisadi açıdan elinde tuttuğu para gücüyle dilediğini yaptırabilmektedir. Bu laik demokratların kalesi ise kuşkusuz askeriyedir. Asker, daha doğru ifade ile rütbeli asker kendisini ülkenin tek koruyucusu olarak görür. Okul ve askerlik hayatı boyunca laik cumhuriyeti korumak için yaşadığı ona sıkı bir şekilde telkin edilir. Bu laik kafa, laikliği korumak için gerekirse tüm ülkeyi yakar, tüm ülkeyi kan gölüne çevirir ve bundan zerre kadar pişmanlık duymaz. Bu gerçeğin en acı tarafı ise bunları yaparken bizim evlatlarımızı dilediği gibi kullanabilmesidir. 15 Temmuz gecesi yaşananlar bunun en net görüntüleridir. İşte bu gaddarlık ve kuşatılmışlık Müslümanları demokrasiyi kerhen kabullenmeye sevk etmiştir.

Demokrasinin ve halkın durumu bu şekilde iken mevcut siyasiler 15 Temmuz gecesi yaşananlardan ders alacakların başında gelmelidir. Bu halkın imanı her şeyi yapabilecek güce sahiptir. Tek bir cümle onların canını seve seve vermesi için yeterlidir: Allah için… Öyleyse yöneticiler artık küfür hükümlerini bu imanlı halka tatbik etmekten vazgeçmeli, halkına güvenmeli ve sömürgeci kâfirlerin tasallutundan halkımızı kurtarmak için harekete geçmelidir.

15 Temmuz 2016 gerçekten de tarihi bir dönüm noktasıdır. Müslüman halktaki potansiyel güç ya demokrasinin pekiştirilmesi için kullanılacak ya da bu potansiyel laik demokratik sistemi yok edecektir. Kulakları tırmalarcasına demokrasiye övgüler düzülmesinin sebebi işte budur. Ancak kimse tasalanmasın onlar ne yaparsa yapsın Müslüman halkın imanını yok edemez. Bu iman var oldukça demokrasi kaybetmeye mahkûmdur ve kaybedecektir.

İslami camialar bu atmosferi iyi okumalı ve halkın inançlarıyla uyumlu bir yönetim için çalışmalarını arttırmalıdır. Demokrasinin gerçek manası, İslam’dan bir parça olmadığı hatta İslam ile taban tabana zıt olduğu bıkmadan usanmadan anlatılmalı, otoritenin ümmete hâkimiyetin Allah’a ait olduğu her yerde yüksek sesle zikredilmeli ve halkın İslami hayatı talep etmesi sağlanmalıdır. İşte o zaman gerçek bir devrim ve gerçek bir zafer bizleri bekliyor olacaktır.

Süleyman UĞURLU

@ugurlu_kd