14 Şubat Ahlaksızlık Günü Ve Ahlaksızlık Sorunu
14 Şubat 2017

14 Şubat Ahlaksızlık Günü Ve Ahlaksızlık Sorunu

Halkın %99’u Müslüman olduğu istatistiklere kaydedilen bir ülkede ‘Sevgililer Günü’ kutlanmasına artık şaşırmaz olduk. O kadar ağır hakaretlere maruz bırakıldık ki “Fuhşiyat Günü” bizim için basit bir mesele hâlini aldı. Oysa Sevgililer Günü adı altında yayılan fuhşiyat nesilleri ifsat etmekte ve ahlaksızlığın boyutunu olabildiğince genişletmektedir.

Bana ne diyerek tüm bu olup bitenleri görmezden gelebilirsiniz. Ahlaksızlığın evinizin duvarlarının dışında olması sizi rahatsız etmeyebilir ama rahatsız olmalısınız. Zira ahlaksızlık ve fuhşiyat asla sokakta kalmayacaktır. Meşrulaştırılan her şey evinizi tehdit etme potansiyeline sahiptir. Ve maalesef ahlaksızlık, kapitalist sistem tarafından meşrulaştırılmış bir vaziyettedir.

Neredeyse tüm TV kanallarında yayınlanan film, dizi, evlilik programları ve yarışmaların tümü tek bir hedefe hizmet etmektedir: ahlaksızlığın hayata hâkim olması ve meşrulaştırılması.

Ahlaksızlığın hayatı kuşattığı bir atmosferde Türkiye referanduma gidiyor. Ancak referandumda oylanacak anayasa maddeleri bizi rahatsız eden ve rahatsız etmesi gereken şeylere çözüm bulmaktan çok uzak. Cumhurbaşkanlığı sistemi oylanırken referandumdan çıkan sonuç hayatımızı kuşatan, nefes almamızı zorlaştıran ahlaksızlıkları ortadan kaldırmayacak. Bilakis koruma altına alacak. Zira iktidar sahiplerinin de ısrarla altını çizdiği gibi referandumla rejim ve sistem değişikliği olmayacak. Oysa ahlaksızlığın kaynağı bilakis rejim ve sistemin ta kendisidir. Öyleyse kimse hayal kurmasın ve kimse cumhurbaşkanlığı sistemi ile hayatımız değişecek masalına inanmasın.

Peki, nasıl olacak? Ahlaksızlığın kuşatmasından nasıl kurtulacağız: İnsanlara haramları, cehennem azabının şiddetini hatırlatmakla mı? Ahlaksızlıklara ağır cezalar getirmekle mi?

Her biri birbirinden önemli olmakla birlikte her ikisi de tek başına yeterli değildir. İslâm, toplumu korumak ve ahlaksızlığın yaygınlaşmasını engellemek için kubuhların etrafına üç duvar örerek onları kendi alanlarına hapsetmiş ve ahlaksızlığın toplumu kuşatmasını engellemiştir.

Birinci Duvar: Fikir

İnsanoğlu insan, hayat ve kâinatın bir yaratıcı tarafından yoktan var edildiğini akıl yoluyla bulduktan sonra O’nun varlığına iman eder, rasuller ve nebiler vasıtasıyla neleri yapması neleri yapmaması gerektiğini öğrenir ve yaratıcısını razı etmek için O’nun yaptığı ikazlara dikkat eder.

İman eden bir Müslüman Allah Subhanehu ve Teâlâ’yı görmeden Allah’tan korkar. Etrafında kimsecikler olmasa bile bu kâinatta yalnız olsa bile Allah’ın yasakladığı bir işi yapmaktan geri durur. Zira bilir ki Allah her şeyden haberdardır ve çizilmiş sınırlara riayet ettiğinde mükâfat aldığı gibi sınırları aşınca da cezalandırılacaktır. İşte bu fikir Müslümanı korur ve onu çirkin işlerden uzak tutar.

İkinci Duvar: Kamuoyu

Elbette fikir tek başına insanı yanlışlıklardan alıkoymayacaktır. Rabbi ile bağını kopartan insanı durduracak olan ikinci unsur kamuoyudur. En basit şekliyle ‘Elalem ne der’ şeklinde tarif edebileceğimiz kamuoyu fertleri kontrol altında tutmada etkin bir faktördür. Zira insanoğlu toplumsal bir varlıktır ve toplumdan dışlanma fikri, onun en ciddi korkusudur. Yalnız başına yaşayamayacağının farkında olan insan toplum ile uyum hâlinde yaşamak için elinden geleni yapar. Topluma hâkim olan fikirlerin ve duyguların aksine bir davranışta bulunmaktan kaçınır.

İslâmi fikirlerin ve İslâmi duyguların hâkim olduğu İslâmi toplumda içki içen bir kişi toplum tarafından dışlanır. Ramazan ayında oruç tutmayan bir kişi kendisini yerin dibine geçiren gözlerin varlığından rahatsız olur. Hayvanlar gibi sokak ortasında fuhşiyat sergileyen kadın ve erkek anında uyarılarak bu çirkin davranışı terk etmesi istenir.

Hepimizin de şahitlik ettiği gibi kamuoyu toplumun korunmasında önemli bir yer tutmaktadır.

Üçüncü Duvar: Cezalandırma

Birinci ve ikinci duvarlar aşıldığında son olarak cezalandırma devreye girecektir. İnsanı yoktan var eden Allah Subhanehu ve Teâlâ iki şekilde cezalandırma yoluna gitmiştir. Birincisi dünya hayatındaki devlet erki görevlendirilerek yapılan cezalandırma. İkincisi cehennem azabıyla cezalandırma. Burada bizi ilgilendiren husus dünya hayatındaki cezalandırmadır.

Allah Subhanehu ve Teâlâ zinanın kötü bir şey olduğunu beyan etmiş ve ondan uzaklaşılmasını istemiştir. Uzaklaşılmadığı takdir de onu yüz değnek ve recm ile cezalandırmıştır. Kısas İslâm’ın adaleti tecelli ettirmek için uyguladığı nadide bir mekanizmadır. Aynı şekilde birçok hususta cezalar getirmiştir. Bu cezaların uygulanması devlet erki eliyle gerçekleştirilmekle birlikte caydırıcı olması için toplumun gözü önünde icra edilmektedir.

İşte İslâm; ahlaksızlığı, fuhşiyatı ve sair çirkin işleri bu şekilde karantina altına almakta ve onun topluma nüfuz etmesini engellemektedir.

Şayet içinde yaşadığımız ahlaksız hayattan kurtulmak istiyor isek tek seçeneğimiz var o da yukarıda zikrettiğimiz üç duvarın örülmesidir. Devlet bunun için vardır: fertlerin doğru bir şekilde iman etmesini sağlamakla görevli olduğu gibi imanları korumakla da görevlidir. Öyleyse yapılması gereken şey İslâm’ın hükümlerini tatbik edecek olan devleti ikame etmektir. Bu devlet Allah’ın şeriatını tatbik edecektir. Ahlaksızlığı ve fuhşiyatı engelleyerek insanların Rablerine iyi birer kul olmaları için çalışacaktır. Bu devletin adı Cumhurbaşkanlığı Sistemi değildir. Bu devletin adı Parlamenter Sistem de değildir. Bu devletin adı Râşidî Hilâfet Devleti’dir.

Öyleyse;

لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ

**“Çalışanlar işte bunun için çalışsınlar.” (**Saffat Suresi 61)