Srebrenitsa Katliamı’nı ilk fark ettiğim süreçlerde araştırmaya başladım. Neydi bu Bosna Katliamı? Neydi bu unutulmayan acı?
Araştırırken o denli yoğun acılara, ayrılıklara, aşağılanmalara denk gelmiştim ki hala o gün hissettiğim şaşkınlığı ve iç acıtan duyguyu hatırlıyorum. Sonrasında takip ettiğim belgeseller, filmler, röportajlar… Her bilgi aynı sonuca ulaştırmıştı beni: İhanet ve sahipsizlik. Nasıl olur da insanlar ses çıkarmaz? Nasıl olur da bunca Müslümanın aşağılanarak katledilmesine, ırzlarının kirletilmesine izin verilebilir? Bu soru yıllarca dönüp durdu zihnimde. Sonrasında her yıl dönümünü, her belgesel ya da filmi bu sorularla izledim dinledim.
Yıllar geçti... Sonradan ortaya çıkan toplu mezarlar, kimlik tespitleri... Acının küllenmiş ama katmerlenmiş hali...
Çocukluğumda babamın sakladığı dergilerden birinde gördüğüm ve zihnime kazınmış birkaç satır…
Basacak mıydı göğsüne, fakat, Sırp’ın çarığı
Serilip yerlere binlerce şehidin sarığı
Silecek miydi en alçak askerin çizmesini
Dürtecek miydi geçen, leş gibi her parçasını?
O çocuk halimle bile çok ağır gelmişti bu sahipsizlik...
Yıllar geçti… Ama İslam coğrafyalarında imtihan hiç değişmedi. Benzer olaylara şahit olduk. Hepsinin ortak noktası ise Müslüman coğrafyalarda yaşanıyor olmasıydı. Bir savaşın yükünü atamadan diğer beldede başlayan Müslüman kıyımı. Henüz zihinlerdeki o acı görüntüler silinmeden yenisi ve daha beteri kazınıyordu belleklere. Yerle bir olmuş şehirler, katledilmiş Müslümanlar, açlığa ve acıya bürünmüş çocuk yüzleri ve çaresizliğe gömülmüş nesiller resmedildi.
Şahit durumda olanlar ise vicdan azabıyla dinledi ve izledi. Toplanan insanî yardımlarla söndürülmeye çalışıldı vicdan ateşi.
Yıllar geçti... O gün “Nasıl sustular? Nasıl sahip çıkmadılar acaba?” dediğim her şeyi 21.yüzyılın modern dünyasında yaşıyorum. Yine başrolde Müslümanlar yine soykırım. Yine sessizliğe bürünen liderler yine perişan olmuş bir beldeden efendileri adına rol kapmaya çalışan ucuz hükümetler. Hatta iletişimin güçlenmesiyle an be an canice ve soğukkanlılıkla işlenen bu soykırımdan haberler alıyorum.
Hayber’in, Kurayza’nın öcünü alırcasına küçücük bir kıyı şehrine barbarca saldıran lanetli bir kavime şahit oluyorum. Aynı bir zamanlar Sırpların Müslümanlara yaptığı gibi. Bu vahşetler aslında kâfirlerin Müslüman kanı dökmekten zevk alan tabiatının bir tezahürüydü.
Tüm yaşanmış ve yaşanılan katliamların aslında tek sorumluları olaylara göz yuman yöneticiler ve hükümetlerdi. Vaat edilmiş koltuklarını koruma adına izzetli tarihe sahip böylesi bir ümmeti vahşi hayvanların önüne atar gibi attılar çünkü.
Ancak insanlar farkına varıyor, orada Amerikan bombalarıyla Yahudiler tarafından şehit edilmenin, burada olup hesaba çekilecek olmaktan daha kolay olduğunu fark ediyor artık... Hiçbir uluslararası kuruluşun söz konusu Müslümanlar olduğunda yardım etmeyeceğini tam aksine ihanete çanak tutacağını fark ediyor. Kapitalist sisteme köle olmuş yöneticilerin dindaş dahi olsak ümmete yardım etmeyeceğini biliyor. Gazze’nin prangalanmış zihinlerimize bir umut kapısı araladığını fark ediyor.
Aynen yıllar evvelki Srebrenitsa Katliamı gibi Gazze Soykırımı da tarihte yerini alacak. Bu soykırıma şahitlik eden insanların eylemleri de amel defterlerine kaydedilecek.
Gazzeli Müslümanların kanlarıyla araladığı o umut kapısı Ümmette acizliğini ve sahipsizliğini yeniden hatırlattı. Artık sistem içerisinden onurlu bir lider çıkmayacağını biliyoruz.
Yıllar sonra gelecek nesillere bugünleri utanç içinde anlatmak istemiyorsak bugün köklü bir değişim için harekete geçmeliyiz.
Tarih o işbirlikçileri hainler olarak yazarken bizleri korkaklar olarak kaydetmemeli. Yeniden tarihe ve olaylara yön verecek, Peygamber lisanıyla müjdelenen kurulacak olan Raşidi Hilâfet için çalışmalıyız.