
Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayeti Sözcüsü Osman Ebu Halil, El Radar News’e ülkede uzun yıllardır süren ve son zamanlarda sivillere yönelik vahşi katliamlara varan iç çatışmaya yönelik önemli açıklamalarda bulundu.
Dünya çapındaki siyasi gelişmelere yönelik isabetli siyasi analizleri ile dikkat çeken, siyasi ve fikri çalışmalar yürüten Hizb-ut Tahrir, Sudan’daki gelişmelere dair birçok analiz yayımlamıştı. Buna paralel olarak Hizb-ut Tahrir Sudan Sözcüsü İbrahim Osman Ebu Halil, yaptığı açıklamada, ABD’nin nüfuzunu korumak ve yönetimin İngiltere siyasi eksenli sivil partilere geçmemesi için Sudan’da 2023 Nisan ayında başlatılan iç savaşın Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan ve Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK/RSF) Komutanı Muhammed Hamdan Daglu (Hamideti) arasında bölünmeye doğru gittiğini ifade etti.

Bu iki silahlı kuvvetin bizzat Washington’ın emri altında olduğunu ve ABD’nin hedefleri gerçekleşmedikçe katliamların sona ermeyeceğinin altını çizen Ebu Halil’in medyaya verdiği röportaj şöyle:
SORU 1:
Sayın Ebu Halil, süregelen bu savaş ortamında Sudan’daki siyasi tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cevap:
Bilindiği üzere, savaş öncesinde Sudan’daki siyasi çekişme, sivil kanatta özellikle İngiltere’nin etkisindeki Avrupalılar ile askeri kanatta Amerika yanlısı subaylar arasında yaşanıyordu. Esasen bu, sömürgeci devletlerin Sudan üzerindeki nüfuz mücadelesidir. Amerika, askeri kadrolar aracılığıyla Sudan üzerindeki kontrolünü sürdürüyordu. Ancak devrimci hareketlerin yükselmesiyle Avrupalılar, siviller üzerinden bu süreci fırsata çevirerek iktidarı tamamen askerlerden almak istediler.
Bu çekişme, iki taraf arasında gidip geldi ve “Çerçeve Anlaşması” adı verilen süreç gündeme geldi. Bu anlaşma uygulanabilseydi, Amerika’nın Sudan üzerindeki etkisi azalacak, dolayısıyla askerler de iktidardan çekilecekti. İşte tam bu noktada Amerika, kendi müttefiklerine savaş çıkarmaları yönünde talimat verdi. Böylece karşı tarafı siyasi sahneden uzaklaştırdı.
Bugün bu savaşı yöneten de Amerika’dır; savaşın ne zaman başlayacağına, ne zaman duracağına o karar verir. Şu anda da bu savaşı uzatıyor, çünkü henüz “pişmemiş olan yemeğini” tamamlamak istiyor. Amerikan yetkililerinin savaşın başından beri tekrarladığı “hiçbir taraf askeri zafer elde edemeyecek” söylemi de bu planın parçasıdır. Son olarak Trump’ın Afrika ve Sudan özel elçisi Messaad Paulus da aynı ifadeyi yinelemiştir.
Amerika’nın en tehlikeli adımı ise, Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK/RSF) orduyla eşitleme çabasıdır. HDK’nın sivil halka karşı işlediği korkunç suçlara rağmen, Washington hiçbir zaman açıkça bu örgütü kınamamıştır.
SORU 2:
Bazı çevreler sizi “sürekli komplo teorisi” üretmekle, her şeyi Amerika’ya ya da Avrupa’ya bağlamakla suçluyor. Buna cevabınız nedir?
CEVAP:
Bu bir “teori” değil, gerçekte süregelen bir sömürge komplosudur. Bu durum, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) nübüvvetiyle başlamış ve bugün de devam etmektedir. Kâfirlerin İslam’a düşmanlık etmesi doğaldır. “Komplo yoktur” diyenler ise, farkında olsalar da olmasalar da bu komplonun bir parçasıdır.
Somut duruma baktığımızda, savaşın başlangıcından bu yana sahnenin merkezinde Amerika vardır. Dosyayı elinde tutmuş, başka hiçbir gücün doğrudan müdahalesine izin vermemiştir. Sadece kendi bölgesel müttefiklerine — Mısır, Suudi Arabistan gibi — veya kendine bağlı kurumlara — Afrika Birliği, Arap Birliği gibi — sınırlı roller tanımıştır.
Savaşın ilk aylarından itibaren çözüm platformunu Cidde görüşmeleri üzerinden yürütmüştür. Mısır’a ise zaman zaman toplantılar düzenleme yetkisi vermiştir. Bugün, savaşın iki buçuk yılı aşkın süredir sürmesine rağmen, dosya hâlâ Amerika’nın elindedir. Bu, sözde “Dörtlü Grup” (ABD, Suudi Arabistan, Mısır, BAE) aracılığıyla yürütülmektedir.
SORU 3:
Ancak hükümet, 30 Eylül’de yayımladığı dışişleri bildirisiyle Dörtlü Grup’un açıklamasını reddetti. Hatta Egemenlik Konseyi Başkanı el-Burhan son konuşmalarında Dörtlü’nün Sudan işine karışmasını şartlara bağladı. Buna ne diyorsunuz?
CEVAP:
Bu reddediş, gerçek bir reddiye değildir. Amerika zaten savaşı bitirmekte samimi değildir; “yemeği pişene kadar” süreci uzatmaktadır. Bu nedenle hükümete bu tür “siyasi manevralara” izin veriyor ki, halk hükümetin gerçekten bağımsız kararlar aldığını sansın. Oysa savaşın ve barışın kaderi onların elinde değildir.
SORU 4:
Sözlerinizde sıkça “Amerika’nın pişirmekte olduğu yemek” ifadesini kullandınız. Bu “yemek” nedir?
CEVAP:
Bu planın iki boyutu var:
1- İngiltere yanlısı sivillerin tamamen devre dışı bırakılması. Bu, henüz tam olarak başarıya ulaşmadı. Sivillerin “şeytanlaştırılması” ve HDK ile ilişkilendirilmesi süreci yürütülüyor. Bazı siviller Hamideti ile görüşerek kendi itibarlarını zedelediler, dolayısıyla halk nezdinde “HDK’yı destekleyen” konumuna düştüler.
2. Darfur’un ayrılması projesi. Amerika, HDK aracılığıyla Darfur’u Sudan’dan koparmak istiyor. Bu konuda önemli bir yol katetti. HDK, neredeyse tüm Darfur’u ele geçirdi ve orada paralel bir hükümet kurmasına izin verildi. Sadece el-Faşir şehri hâlâ ordunun elinde. HDK, defalarca (hatta yüzlerce kez) Faşir’i ele geçirmek için saldırdı; sivillere karşı büyük vahşetler işledi. Ancak Amerika tüm bunlara göz yumdu.
Amerika ve bölgedeki müttefikleri, HDK’nın işlediği bu insanlık dışı suçları açıkça kınamıyor. Eğer bu suçları Amerika’ya bağlı olmayan bir grup işleseydi, Washington dünyayı ayağa kaldırırdı. Buna karşın Avrupa, özellikle İngiltere, HDK’nın eylemlerini “savaş suçu” olarak tanımlamaya çalışıyor, ama aynı zamanda orduyu da suçluyor. Çünkü hem HDK hem de Ordu’nun Amerika’ya hizmet ettiğini biliyor.
SORU 5:
O halde sizin çözüm vizyonunuz nedir?
CEVAP:
Her şeyden önce, bu savaşın Amerikan projesi olduğunun bilincine varmak gerekir. “Barış” söylemleri aldatmacadır. Amerika’nın ve Batı’nın güdümündeki “barış süreçleri” daha önce Güney Sudan’ın ayrılığıyla sonuçlanmıştı. Bugün de aynı senaryo Darfur için sahneleniyor. Nihai hedef, Sudan’ı beş küçük devlete bölmektir; bu, bazı Batılı raporlarda da belirtilmiş, hatta devrik Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir de bir konuşmasında bu planı doğrulamıştı.
Biz Müslümanız; Allah’ın şu emrine uymak zorundayız:
“Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve Resulüne götürün.” (Nisâ Suresi, 59)
İslam’a göre bir ülkede birden fazla ordu, milis veya silahlı hareket olamaz. Devletin tek ordusu olur; görevi sınırları korumak ve Allah yolunda cihad etmektir.
Yönetim ise ümmetindir; halk, hilafet şartlarını taşıyan bir kişiyi seçer ve ona meşru biat verir. Bu yönetim, Kur’an ve Sünnet ile hükmeder. Ayrıca Allah’ın “Allah, kâfirlere müminler üzerinde bir yol vermeyecektir” (Nisâ 141) emrine uyarak, kâfirlerin ülke işlerine müdahalesine izin vermez.
Bu durumlar, mevcut sömürgeci düzenlerde asla gerçekleşemez. Bu sistemler, sömürgecilerin çıkarlarına hizmet etmek üzere kurulmuş “işlevsel rejimlerdir.” Dolayısıyla kurtuluş, Nübüvvet metodu üzere Raşidî Hilafeti kurmaktan geçmektedir. İşte bu devlet, ümmete izzetli bir hayat ve Allah’a itaat içinde bir düzen sağlayacaktır.
Teşekkür:
Ebu Halil: Size bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Allah’tan niyazım, kaleminizin hakikatin sesi olması, batılı susturması ve hepimizin ihlâsla Müslümanlara hizmet etmesidir. Allah’ın selamı üzerinize olsun.


