Köklü Değişim olarak belirli aralıklarla hazırladığımız DOSYA-HABER konularına bir yenisini daha ekliyoruz. Yazarımız Yılmaz ÇELİK bu kez Dünya Sağlık Örgütü’nün kuruluş sürecini, kuruluş amacını, faaliyetlerini ve Dünya Sağlık Asamblesi’nin her yıl mayıs ayında Cenevre’de yaptığı toplantıları inceledi. Bu yıl 21-30 Mayıs tarihlerinde yapılan toplantıda alınan kararlar ve sözleşmede yapılan değişikliklerin irdelendiği haberimizi istifadenize sunuyoruz.
Birleşmiş Milletler çatısı altında 1948 yılında kurulan ve merkezi Cenevre’de bulunan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ, World Health Organization-WCO), şu an 150 ülkede faaliyet gösteriyor. Örgütün ana organlarını Dünya Sağlık Asamblesi, İcra Kurulu ve Sekretarya teşkil etmektedir. Her yıl mayıs ayında Cenevre’de düzenlenmekte olan Dünya Sağlık Asamblesi toplantılarında örgütün yapısı ile ilgili yeni kararlar alınıyor.
1946 yılında, New York’ta 51 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen Uluslararası Sağlık Konferansında, sağlık sorunlarını ele alacak küresel bir sağlık örgütünün gerekliliği masaya yatırıldı. Bu konferansta DSÖ’nün anayasası hazırlandı. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu anayasa 1946’da katılımcı ülkelerin temsilcileri tarafından imzalandı.
Kurucu antlaşmada; örgütün amacının, “tüm insanlar için mümkün olan en yüksek sağlık düzeyini elde etmek” olduğu belirtildi ve örgütün bu amaçla uluslararası sağlık alanında yönlendirici ve eşgüdüm sağlayan bir otorite olarak çalışacağı karara bağlandı.
Kurucu antlaşmada örgütün amacı bu şekilde geçiyor ancak DSÖ’nün kuruluş amacı gerçekten bu mudur, bakalım. Bu soruya doğru cevap verebilmek için öncelikle örgütün kimler tarafından finanse edildiğini bilmek gerekiyor.
DSÖ’nün finansı, Batılı devletler ve büyük kapitalist sermayedarların kurduğu vakıflar üzerinden sağlanmaktadır. Bu ülkelerin başında iki büyük sömürgeci devlet olan Amerika ve İngiltere geliyor. Finansör ülkeler haricinde; Bill ve Melinda Gates Vakfı, Dünya Bankası, Uluslararası Rotary Kulübü, Avrupa Komisyonu ve dünya genelinde aşıların yaygınlaştırılması için çalışan GAVI ittifakı da örgütün finansını sağlayan kuruluşlardır. Ayrıca iki BM fonu da örgüt için finans sağlamaktadır. [BBC Türkçe]
Bu mali yardımlar ile örgütün kendisini finanse eden devlet ve şirketlere bağımlı hale gelmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla fon sağlayıcı büyük kapitalist devletler ve küresel şirketler örgütün gündemini ve siyasetini belirliyorlar. Bu durum, mali anlamda DSÖ’ye destek veren büyük devlet ve şirketlerin çıkarları doğrultusunda örgüte baskı yapabildikleri anlamına da gelmektedir. Nitekim DSÖ’nün 2009 “H1N1” salgınında ve “Covıd-19”un ilanı konusundaki ikircikli tutumu, baskı altında kaldığını açık etmektedir. Dolayısıyla “DSÖ’nün devletlerden ve küresel şirketlerden bağımsız bir örgüt olduğu” tezi gerçek dışıdır. Her ne kadar DSÖ’nün en büyük finansörlerinden biri olan Bill Gates, Covid-19 ile alakalı Financial Times gazetesine verdiği bir röportajda, Covid-19 riskinin azaltılması için “küresel salgın müdahale ve seferberlik” girişiminin DSÖ’nün yönetimine girmesi gerektiğini söylese de onun gibi kapitalist sermayedarların asıl derdinin insan sağlığı değil para olduğu bilinmektedir. Nitekim Bill Gates’in DSÖ ile COVAX (Küresel Yapılanma) projesi kapsamında pandeminin devam ettiği 2021 sonuna kadar 2 milyar doz Covid-19 aşısı alımına yönelik farklı üreticilerle müzakereler yürütmesi, bunun delilidir. [ABD Post]
Örgütün kurucu anlaşmasında varlık amacı, “tüm insanlar için mümkün olan en yüksek sağlık düzeyini elde etmek” olarak belirtilse de bunun böyle olmadığı görülmektedir. Nitekim koronavirüs aşıları; ABD, İngiltere, Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan’da geliştirildi ve büyük oranda da bu ülkelerde kullanılmaya başlandı. Zira bu ülkeler sadece aşıları geliştirmekle kalmadı, aynı zamanda üretilenlerin büyük bir bölümünü satın aldı. Bu da düşük ve orta gelir düzeyine sahip ülkelere ulaşan aşı miktarının düşük kalmasına sebep oldu.
Kuzey Carolina’da bulunan Duke Üniversitesi’nden Küresel Sağlık ve Kamu Politikaları Profesörü Gavin Yamey’e göre; 2,5 milyar insanın yaşadığı 130 ülkeye tek bir doz aşı dahi gönderilmedi. Yamey, BBC’ye yaptığı açıklamada; “Zengin ulusların üretilen aşıları ne kadar yüklü şekilde aldığını görmek son derece iç karartıcı. Aşılar, ‘önce ben’ ve ‘sadece ben’ denilerek kapışıldı.” dedi. Bu konu ile ilgili olarak DSÖ tarafından yapılan açıklamada ise; Afrikalıların %48’inin zayıf sağlık sistemleri ve mali engellerin yanı sıra kalifiye sağlık çalışanı, ilaç, tıbbi ürünlere ve yenilikçi teknolojilere erişimin yetersizliği nedeniyle ihtiyaç duydukları sağlık hizmetlerine erişemedikleri belirtildi. [BBC Türkçe]
Dolayısıyla Örgüt’ün amacının insan sağlığı değil bilakis kendisini destekleyen finansörlerin çıkar ve siyasetlerine hizmet olduğu açıktır. Var olan bu sistemin “sağlık için bilim” ile “kâr için bilim” arasında çözülemez bir çelişki üzerinde işlediği görülmektedir.
Dünya Sağlık Asamblesi/Kurulu (DSA, World Health Assembly-WHA), DSÖ’nün en yüksek karar alma organıdır ve Örgüt’ün politikasını (finansörlerin çıkarlarını) belirler. Kurul, her yıl mayıs ayında Cenevre’de toplanmakta ve DSÖ’nün yeni yapısı ile ilgili birtakım kararlar almaktadır. Bu yıl DSA 76. Toplantısı, 21-30 Mayıs tarihleri arasında düzenlendi. Bu yılki toplantının 27 Mayıs 2022’de kabul edilen uluslararası sağlık tüzüğündeki (UST) değişiklikler ve bu tüzük ile ilgili önerilen 307 yeni değişiklik müzakere edildi. Önerilen tüm bu değişiklikler ülke temsilcilerinin çoğunluğunun “evet” demesi durumunda, Mayıs 2024’teki 77. DSA toplantısında kabul edilecek.
Bu yılki toplantıda konuşan DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, yeni bir Covid-19 varyantının ortaya çıkmasının felakete yol açabileceği uyarısında bulundu. Tedros, “Yeni hastalık ve ölüm dalgalarına neden olan yeni bir varyantın ve daha da ölümcül potansiyele sahip başka bir patojenin ortaya çıkma tehditlerinin devam ettiğini, Örgüt’ün bir sonraki pandemi için hazırlık yapmasının, bu pandemi kapıyı çaldığında kararlı, kolektif ve eşit bir şekilde cevap vermeye hazır olunması gerektiğini, dolayısıyla tehlikenin henüz atlatılmadığını” ifade etti. [GDH Haber]
Genel Direktör’ün, yaptığı bu açıklamalar ile; insanların dikkatini, UST için önerilen değişikliklerden “yeni bir pandemi”ye yönlendirmek suretiyle DSÖ’nün gerçek niyetini gizlemeye çalıştığı anlaşılıyor.
Görüldüğü üzere; toplantıda müzakere edilen ve üzerinde kasıtlı bir şekilde durulan konu, yeni bir pandemi anlaşmasıydı. Bu şekilde DSA’nın; seçilmemiş, hesap vermeyen, hiçbir kurum karşısında sorumlu olmayan ve fazlaca tanınmayan 194 delegesi, herkesin dikkatini UST için önerilen değişikliklerden başka bir yöne çekmeyi büyük ölçüde başardı. Hâlbuki önerilen bu tüzük değişikliğiyle; DSÖ’nün, tüm uluslar için “sağlık politikalarının belirleyicisi”, “tek hakemi” ve “uygulayıcısı” olarak kabul ettirilmesi amaçlanmaktadır.
Fakat önerilen son UST değişikliklerinin birçoğu, toplumlar için derin endişe uyandıran/uyandırması gereken değişikliklerdir. Bu kararlar arasında, DSÖ Acil Durum Kılavuzu’nun üye devletler ve halkları üzerinde yasal olarak bağlayıcı hale getirilmesi ve aynı zamanda DSÖ’nün “haysiyet, insan hakları ve temel özgürlüklere tam saygıyı” sürdürmesini gerektiren UST maddesinin kaldırılması yer almaktadır. Yine önerilen diğer değişiklikler, DSÖ genel direktörüne tek başına “uluslararası önem arz eden halk sağlığı acil durumu (PHEIC)” ilan etme yetkisi vermektedir. PHEIC kriterleri ise kasıtlı olarak belirsizdir ve DSÖ genel direktörünün takdirine bağlıdır.
Bu durum, DSÖ’ye güçlü yetkiler vererek zayıf devletlerin egemenliğine müdahale imkânı sağlamaktadır. Böylece hiçbir kuruma karşı sorumlu olmayan, sınırsız yetki ve güce sahip olan DSÖ’ye dünya devletlerinin özellikle de zayıf devletlerin halk sağlığı politikasını belirleme ve dikte etme yetkisini vermektedir. Kısacası önerilen bu değişiklikler, DSÖ’ye, üye devletler üzerinde çok geniş yetkiler veriyor. Bununla DSÖ, ulusal hükümetlerin bile üstünde bir etkiye kavuşuyor. Ayrıca DSÖ’nün tavsiye niteliğindeki birtakım kararları da tüm ülkeleri “bağlayıcı” olarak değiştiriliyor.
Yine ulusal hükümetler tarafından DSÖ genel direktörüne devredilecek yetkiler, ulusal hukuk sistemlerinde değişiklik gerektirebilecek oldukça spesifik örnekler içermektedir. Bunlar, kişilerin gözaltına alınması, seyahatlerinin kısıtlanması, sağlık müdahalelerinin (test, aşılama) zorunlu kılınması ve tıbbi muayeneden geçme zorunluluğunu içermektedir. Covid-19 müdahalesini gözlemleyenler için şaşırtıcı olmayan bir şekilde, genel direktörün takdirine bağlı olarak bireysel haklara yönelik önerilen bu kısıtlamalar arasında ifade özgürlüğü de yer alıyor. DSÖ, görüş veya bilgileri “yanlış bilgi veya dezenformasyon” olarak belirleme yetkisine sahip olacak ve ülke hükümetlerinin müdahale etmesini ve bu tür görüşlerin yayılmasının durdurulmasını isteyebilecektir. Kendi kendine acil durum ilan ettikten sonra genel direktör hükümetlere, DSÖ ve diğer ülkelere fon ve mal gibi kaynaklar sağlama talimatı verme yetkisine sahip olacaktır. [Conservative Woman] Üretime doğrudan müdahale, kendi sınırları içinde üretilen belirli malların üretiminin artırılması gibi hususlar da bu yetki çerçevesindedir. Bu da DSÖ’nün veya DSÖ’yü finanse eden kapitalist devletlerin diğer ülkelerin siyasetlerine, pazarlarına ve ticaretlerine müdahale etme hakkı vermektedir.
Ülkeler, genel direktör tarafından ilgili olduğunu düşündüğü potansiyel veya gerçek sağlık sorunuyla ilgili olduğuna karar verilen emtiaların üretim teknik bilgisinin kontrolü dâhil olmak üzere, patent yasası ve fikrî mülkiyet (IP-intellectual property) üzerindeki yetkisini DSÖ’ye devredecektir. Bu IP ve üretim bilgisi daha sonra genel müdürlüğün takdirine bağlı olarak ticari rakiplere aktarılabilecektir.
Yine bu değişiklikler kapsamında; her ülkede kurulan ve G20 ile Dünya Bankası’nın pandemi hazırlık belgelerinde de tartışılan bir gözetim mekanizması, sürekli olarak ortaya çıkan virüslerin yeni varyantlarını tanımlayacak ve bunların tümünün, -teorik olmadığı kanıtlanana kadar- potansiyel bir salgın riski oluşturduğu varsayılacaktır. Bu, küresel ölçekte çalışacak gözetleme ağını çalıştıran iş gücünün, daha fazla virüs ve varyantı tespit etmek dışında bir varoluş nedeni olmayacak. Finansmanının çoğu, bulaşıcı hastalık salgınları için öngördükleri aşı temelli müdahalelerden finansal olarak kazanç sağlamayı bekleyen özel ve kurumsal yapılardan elde edilecek. Nitekim dünyanın en zengin 10 kişisinin toplam serveti pandemide iki kat arttı. Oxfam isimli uluslararası yardım kuruluşu, pandeminin dünyanın en zenginlerini çok daha zengin hale getirdiğini ifade etti. Oxfam, DSÖ’nün ana finansörlerinden Bill Gates, Elon Musk, Jeff Bezos ve Larry Page’in de aralarında bulunduğu dünyanın en zengin 10 insanının toplam servetinin 1,5 trilyon dolara ulaştığını açıkladı. Değeri 87 milyar dolar olan BioNTech şirketinin sahibi olan Uğur Şahin, Özlem Türeci ile birlikte Almanya’nın en zengin 10 insanı arasında yer almaktadır.
Her ne kadar özerk bir yapı statüsü verilmek istense de DSÖ, gerçekte bağımsız bir örgüt değildir. Önemli ölçüde sömürgeci kapitalist devletler ve özel sektör tarafından yönetilmektedir. Projelerin nasıl ve nerede uygulanacağına DSÖ’ye fon veren ülke ve şirketler karar vermektedir. DSÖ, sömürgeci kapitalist devletlerin özellikle de ABD’nin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Bilindiği gibi kapitalist ideolojinin hayattaki tek ölçüsü menfaattir. Bu uğurda ekini ve nesli ifsat etmiştir. Bugün kapitalizmi temsil eden devletlerin daha çok para kazanma hırsı uğruna insan sağlığına önem vermediği su götürmez bir gerçektir. Nitekim koronavirüs salgınında geliştirdikleri aşı ile servetine servet katan BioNTech’e açılan tazminat davaları, bunun net göstergelerinden sadece birisidir. Kapitalist devlet ve şirketler için para, insandan önce gelir. Parayı elde etmek ve daha fazla kazanmak için insani hiçbir değere önem vermezler. Bütün habis planlarını devreye sokarlar. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için çeşitli yerel ve küresel örgütleri paravan olarak kullanırlar. Bu minvalde bugün DSÖ de sömürgeci kâfir devletlerin programlarını uygulayan kullanışlı bir aparattır.
Başta ABD olmak üzere diğer sömürgeci kâfir devletler, DSÖ aracılığıyla zayıf devletlerin siyasetlerine müdahale ederler. Kendi siyasetlerini bu devletler üzerine dikte ederler. Şimdi şeytani bir şekilde şerli bir planı daha yürürlüğe koymak istedikleri anlaşılıyor. Bu plan ile sair devletlerin, kendi vatandaşlarının ve tüm ülke halklarının sağlığı üzerinde karar verme yetkisini DSÖ’ye devretmesi öngörülüyor. Türkiye de bu planın içerisinde yer alan ve uygulayıcısı konumunda olan bir ülke. DSÖ Avrupa Direktörü Kluge, pandemi sürecinde uluslararası anlamda gösterilen işbirliği ve dayanışma için Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı, Türkiye’nin örgüte verdiği destek ve Covid-19 aşılamasındaki sürati için tebrik etti ve Türkiye’nin çabasına benzer bir çabanın küresel anlamda gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizdi. [Sağlık Bakanlığı]
Velhasıl, DSÖ’nün bu yılın mayıs ayında yaptığı son toplantıda aldığı “yeni bir pandemi” tehlikesine dikkat çekerek uygulamaya koymayı planladığı sözleşmesi ve UST’de yaptığı değişikler ile sağlık adı altında ülkelerin egemenlik haklarına müdahale yetkisini eline alacaktır. Sözleşme ile DSÖ’nün kararlarının ülkelerin kanunlarından üstün tutulması, “anayasaya aykırılığının” ileri sürülememesi söz konusu olacaktır. Yine bu değişiklikle DSÖ’nün kararları ve uygulamaları, üye ülkelerin mahkemelerinin yargılama görev ve yetkisi dışında tutulacaktır. Aynı şekilde salgın hastalıklar bahane edilerek ülke halklarına yönelik -Covid-19 salgınında olduğu gibi zorunlu karantina ve sokağa çıkma yasakları, işyeri kapatmaları, HES kodu uygulamaları, maske, PCR testi zorunluluğu vb. gibi- bir takım katı tedbirler de devreye sokulabilecektir.
“Tüm dünya halklarının mümkün olan en yüksek sağlık düzeyine ulaşması amacına binaen kurulduğu” söylenen DSÖ, bugün kendisine verilen olağanüstü yetkiler ile tam bir “soykırım örgütü” haline dönüştürülmüştür. Bugün DSÖ, adeta “dünyanın sağlık jandarması” misyonunu üstlenmiş durumdadır.
Dolayısıyla böyle bir örgüte geniş bir özerklik verecek tüzük değişikliklerine rıza gösterilmesi ve ülkeler üzerinde hegemonya sağlayacak yetkilerin verilmesi asla kabul edilemez!