Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı [01 Eylül 2020]
02 Eylül 2020

Hizb-ut Tahrir Türkiye Haftalık Değerlendirme Toplantısı [01 Eylül 2020]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, haftalık değerlendirme toplantısında gündemin başlıca konularına değindi.

Mahmut Kar basın toplantısına, J. Jeffrey’nin ziyareti ve İdlib’de Hizb-ut Tahrirli Müslümanlara HTŞ tarafından yapılan tutuklama zulmüyle başladı.

Doğu Akdeniz’de yaşanan gerginliğe de değinen Mahmut Kar, meselenin köklü çözümü için Türkiye’nin yapması gerekenleri kısaca özetledi.

Ardından ÖTV zammı konusunda açıklamalarda bulunan Mahmut Kar, kapitalist sistemde vergi ve zamların zenginlerin işine yaradığına dikkatleri çekti.

Son olarak da 30 Ağustos kutlamalarına değinen Kar, 18 yıllık AK Parti iktidarının geldiği noktada, Müslümanlara Kemalizm’i dayatır bir hâl aldığını söyledi.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar tarafından dün akşam gerçekleştirilen haftalık değerlendirme toplantısının tam metni:

JEFFREY’NİN ZİYARETİ VE İDLİB’DE YAŞANANLAR

Geçen hafta gündem toplantımızda Türkiye’ye geleceğinden bahsetmiştik. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Türkiye ziyaretinden bahsediyorum. James Jeffrey temaslarda bulunmak üzere geçtiğimiz hafta çarşamba günü önce İstanbul’a geldi ve Suriyeli muhalif temsilciler ile görüştü. Ertesi gün Ankara’ya geçti ve Jeffrey ile birlikte ABD’nin Ankara Büyükelçisini Savunma Bakanı Hulusi Akar kabul etti. James Jeffrey Cuma günü İbrahim Kalın ile görüştükten sonra ABD’ye döndü. Jeffrey, gazetecilere yaptığı açıklama da “Cenevre’den geldiğini, Suriye meselesiyle ilgili heyecan verici gelişmelerin yaşandığını, Türkiye’nin Anayasa Komitesi üyelerini, özellikle de Suriye muhalefetini bu konuda teşvik etmesinin işleri kolaylaştırdığını” söyledi.

Bildiğiniz gibi Jeffrey sık sık Türkiye’ye gelip gidiyor. Suriye hususunda Washington’ın kararlarını ve yapılması gerekenleri Ankara’ya adeta bir diplomat gibi iletiyor. En son bu ziyarette yaptığı görüşmelere bakınca şunu görüyoruz: ABD Suriye ile ilgili ülkelere rollerini dağıtıyor ve planlanmış senaryoları uygulamaları için ellerine veriyor. Sonra da ara ara gelip işlerin nasıl gittiğini kontrol ediyor; işler yavaş gidiyorsa uyarıyor, planlandığı gibi işliyorsa takdir ediyor.

Türkiye’yi bu meselede teşekkür yağmuruna boğan ABD, Türkiye’nin neden masada olmasını istiyor peki? Çünkü Suriye muhalefetini ve İdlib’deki grupları Cenevre’de masaya oturmaya razı edecek olan tek ülke Türkiye’dir. Katil rejimin menfaatine olan ABD’nin istediği çözüm planına ve demokratik Suriye Anayasasına muhalifleri razı edebilecek olan tek ülke Türkiye’dir. Çünkü bu konuda Türkiye’nin tecrübelerini biliyor ABD… Suriye’de muhalif grupları ayartıp devrimden uzaklaştıran, Esed rejimi ile savaşmaktan vazgeçirip kuzeye çekerek şehirlerin düşmesini sağlayan ülke Türkiye’dir. Biz bunu Fırat Kalkanı Harekatı’ndan biliyoruz; grupları İŞİD ile mücadele yalanının peşine takmasından ve Halep’i elleriyle rejim güçlerine teslim etmesinden hatırlıyoruz. Biz Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekâtı ile İdlib’e yardım amacıyla gidip sonra da tüm İdlib’in etrafında gözlem merkezleri kurup rejime hayat alanı sunmasından biliyoruz. Türkiye, Rusya ve İran’ın yıllardır savaşarak yapamadığını “siyasi çözüm” yalanı ve boş vaatleriyle grupları ateşkese razı ederek yaptı.

İşte bu yüzden, Cenevre’de muhalif grupların temsilcilerine, ABD’nin masadaki çözümünü kabul ettirmesi sebebiyle Jeffrey’nin takdirini alıyor Türkiye. İşte bu yüzden ABD’nin “Türkiye ile koordinasyonumuz var. İdlib ve siyasi süreç için yaptığımız şeyi aynen yapmaya devam edeceğiz” açıklaması, Türkiye’nin Suriye’deki ihanetini doğruluyor. Türkiye’nin “gayretli” adımlarıyla Cenevre’de bunlar yaşanırken, İdlib’de Hizb-ut Tahrir üyeleri Heyet Tahriru’ş Şam (HTŞ) tarafından evleri basılarak tutuklanıyor. Esed rejiminin üslupları kullanılarak Müslümanların evlerine baskınlar düzenleniyor. Mahkemeler önünde bu tutuklamaları protesto eden aileler ve kadınlar silah kullanılarak dağıtılıyor.

Kıymetli Müslümanlar! Hizb-ut Tahrir bu zulümleri Suriye’de yeni görmüyor. Daha önce Hama katliamcısı Baba Esed tüm samimi Müslümanlara ve Hizb-ut Tahrir üyelerine de aynı zulmü reva gördü. Sonra aynı şey oğul Esed döneminde de yaşandı. Suriye zindanlarında esaret altında kalan yüzlerce Hizb-ut Tahrir genci var. Suriye’nin zalim rejimi Hizb-ut Tahrir’i düşman gördüğü için, kendi iktidarına tehdit algıladığı için bu zulümleri yaptı. Peki, ya Suriye devrimi sürecinde Esed’in zalimliklerine birebir şahit olan HTŞ, bugün Hizb-ut Tahrir gençlerinin evlerine neden baskın düzenliyor? Çünkü Hizb-ut Tahrir, “ABD’nin Siyasi Çözümüne Hayır, Rejimin Devrilmesi ve Hilafet’in İkamesine Evet!” isimli bir kampanya başlattı, bu kampanya kapsamında faaliyetler yapıyor. İşte Hizb-ut Tahrir’in devrime karşı kurulan komploları deşifre eden bu tür açıklamaları ABD’yi, dolayısıyla da Türkiye’yi rahatsız ediyor. Türkiye ile iş tuttuğu için, Türkiye’nin yalanlarına inandığı için HTŞ’yi de rahatsız ediyor.

Hizb-ut Tahrir, sahada kazanılan zaferin masada kaybedilmemesi için mücadele ederken devrim ateşinin sönmemesi için de elinden geleni yapıyor. Dolayısıyla İdlib’de kuşatmanın derinleştiği, kâfirler ve zalimlerin devrimi yok etme ve bitirme gayretlerinin arttığı bir dönemde, ABD’nin sinsi planlarının uygulamaya konulduğu bir dönemde basiret üzere yapılacak şey, Amerika’nın siyasi çözümünün nelere mâl olacağını görmek ve ona göre hareket etmektir. Bu meselede basiretli olmak, Rusya ile devriye atan, mücahitlere “terörist” diyen, İran ile el sıkışan ve ABD ile dost olan Türkiye’nin nasihatlerini dinlemek değildir. Aksine Hizb-ut Tahrir’in nasihatlerini dinlemek ve ABD’nin sinsi planının deşifre olması için Hizb-ut Tahrir gibi mücadele vermektir. Suriye’de sömürgecilerin bir planı var, onlar planlarını uygulamaya koymak için tuzaklar kuruyorlar. Ancak biliyoruz ki Allah’ın da bir planı var ve Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. Onların kurmuş olduğu tuzakları başlarına geçirecektir. Er ya da geç tüm dünya bu hakikati görecektir.

Geçen hafta dediğimiz gibi tüm bu tecrübelerden ders çıkarılacak ve Suriye halkının 9 yıllık mücadelesi heba olmayacak, bugün ya da yarın ama mutlaka Suriye devrimi gerçek bir zafere ulaşacak Allah’ın izniyle…

AKDENİZ’DEKİ ENERJİ KAYNAKLARININ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL LOZAN’DIR!

Doğu Akdeniz’deki kriz ve gerginlik her geçen gün artıyor. Yunanistan ile Fransa en son askerî tatbikatlar ile bu gerilimi daha da tırmandırdılar. Fransa; Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İtalya’yı yanına alarak bir askerî tatbikat gerçekleştirirdi. Türkiye ise ABD ile küçük bir askerî tatbikat düzenledi. Sonrasında karşılıklı açıklamalar devam etti. Yunanistan, “kara sularını 6 milden 12 mile çıkaracağını” söyledi. Türkiye bunu savaş sebebi kabul etti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, küstah bir açıklama yaptı ve “Türkler sadece eyleme dönüşen sözlere saygı duyar” diyerek açık bir şekilde Türkiye’yi tehdit etti.

Kıymetli Müslümanlar!

Türkiye, şayet bağımsız ve güçlü bir devlet olmuş olsaydı bu gelişmelerden sonra yapacağı ilk şey Kıbrıs adasını kendisine ilhak etmek olurdu. Zira Kıbrıs adası yüzyıllar boyunca bizim adamız, Osmanlı adası olarak kalmıştır. Son olarak Lozan’da masaya yatırılmış ve Türkiye bu adadaki haklarından işbirlikçilerin ihanetiyle vazgeçmiştir. Bu sebeple Türkiye Lozan Anlaşmasını tanımadığını ilan etmelidir. Ne pahasına olursa olsun Kıbrıs alınmalıdır ve aslına rücu ettirilmelidir. Zira Kıbrıs için asıl, Türkiye’den bir parça olmasıdır.

İkinci adım ise Yunanistan’a 580 km Türkiye’ye ise 2 km uzaklıktaki adaların tamamının Türkiye’nin kontrolüne geçmesidir. Yine Lozan’da Yunanistan ve İtalya’ya bırakılan bu adalar Türkiye’nin bir parçasıdır ve aslına rücu ettirilmelidir. Türkiye artık birilerinin taşeronluğunu yapmayı terk etmelidir. ABD’nin bölgesel vekilliğini bırakmalıdır. Amerikan menfaatleri doğrultusunda değil Müslümanların menfaatleri doğrultusunda hareket etmeye başlamalıdır. Avrupa ve Amerika’ya gelince; bunlar uluslararası hukuka falan itibar etmezler! “Hak”, “adalet” gibi zırvalara prim vermezler. Onlar için menfaat neredeyse onlar oradadır. Menfaati kiminleyse o kişi onların en iyi adamıdır.

Şayet Doğu Akdeniz’de yer almak ve buraların zenginliklerinden halkınızın da faydalanmasını istiyorsanız yapacağınız tek şey bizim söylediklerimizdir. Ancak Türkiye’de mevcut iktidar ve muhalefetin böyle bir dertlerinin olmadığını bugüne kadar yaptıklarından ve yapmadıklarından zaten biliyoruz. Akdeniz’deki petrol ve doğalgaza ulaşımın önündeki en büyük engelin Lozan Anlaşması olduğunu sanırım herkes biliyor. Ancak kimse bu anlaşmayı yok sayacak kadar cesur değil. CHP, “tapu senedi” olarak kabul ettiği ve atalarından miras kaldığı için yokluk ve zillet pahasına Lozan’ı savunuyor. Zira onlar için halkın hiçbir değeri yoktur. Önemli olan “ülkenin sahibi” olarak gördükleri bir avuç laik zorbanın huzur içinde yaşaması ve laikliğin devam etmesidir.

MHP, içgüdüsel dürtülerin partisidir. Onun milliyetçilik söylemi sadece yaşadığı toprak parçası üzerinde hüküm sürer. Geçmiş ve gelecekle bağı yoktur. Ancak ülke toprakları açık tehlike altına girdiğinde harekete geçer ve düşünmeye başlar. Açık tehlike yok olduğunda bunların da düşünmesi biter. Dolayısıyla MHP’nin Doğu Akdeniz ile alakalı bir çözüm önerisinin olması imkânsızdır.

AK Parti’ye gelince; o çıkar ve menfaat partisidir. ABD ile kader ortaklığı yapmış bir partidir. İngiliz beslemesi laik ulusalcı kesimlerin elinden Türkiye’yi çekip almada Amerika ile hatta “FETÖ” ile birlikte hareket etmiştir. Sonrasında bu ortaklık devam etmiş ve ABD’in bölgesel vekilliğine kadar ilerlemiştir. AK Parti iktidarı ABD çıkarlarına muhalif tek bir adım dahi atamaz. Zira bilir ki onu iktidarda tutan halkın sevgisi ve oyları değil ABD’nin elidir. Elini çekerse tepe taklar iktidardan inecek ve siyasi hasımları tarafından lime lime edilecektir. Bu nedenle kendisini ABD menfaatlerini korumak ve ABD ile iyi geçinmek zorunda hisseder.

Kıymetli Müslümanlar!

Doğu Akdeniz’deki zenginlikler Allah’ın sizlere bahşettiği nimetlerdir. Allah sizlerin bu dünyada refah içinde yaşamanızı istiyor. Tek yapmanız gereken Allah’ın hükümranlığını kabul eden, başka hiçbir güce boyun eğmeyen yeni bir sistem için sesinizi yükseltmektir ki bu sistem Râşidî Hilâfet sistemidir. Râşidî Hilâfet Devleti, kâfirlere üstünlük sağlayan hiçbir anlaşmayı kabul etmez! Elinin tersiyle bir kenara fırlatır. Sizin olanı size vermek için mücadele eder. Kâfirlerle kirli oyunlar içine girmez! Sözde değil özde hizmetkârlık yapar! Bu dünyada refah içinde yaşamanızı garanti ederken ahireti kazanmanız için de önünüzdeki engelleri kaldırır. İşte Doğu Akdeniz ve sair sorunların çözümü budur ve biz de sizi bu çözüme davet ediyoruz. Sizi Râşidî Hilâfet’i kurmaya davet ediyoruz. Râşidî Hilâfet’i kurmak için çalışan Hizb-ut Tahrir’e destek vermeye çağırıyoruz.

YENİ ÖTV ZAMLARI

Geçtiğimiz Cumartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 4760 sayılı kararıyla motorlu taşıtlara uygulanacak yeni vergi oranları belirlendi. Buna göre kimi araçlarda gerçek fiyat ile piyasa satış fiyatı arasında 2 katından daha fazla bir fark oluştu. Orta ölçekli araçlarda %80’in üzerinde vergi uygulanırken bu oran daha lüks araçlarda %160’tan %220’ye kadar arttırıldı. “Lüks araç sahiplerinden yani zenginlerden daha fazla vergi alındığını bunun da yadırganması gerektiğini” söyleyebilirsiniz. Ancak domino etkisini hesaba kattığınızda aslında ezilenin, cebinden daha fazla para çıkacak kesimin yine orta sınıf olduğunu göreceksiniz. Zira bu yeni vergi oranları ikinci el araçlarına da sirayet edecek ve normal değeri 50 bin lira olan bir araca 60-70 bin lira vererek almak durumunda kalacaksınız.

Kıymetli Müslümanlar, değerli basın mensupları!

Türkiye’de fakirleşme, yoksulluk ve ekonomik darboğaz her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Ekonomik kaynakların faiz giderlerine harcandığı, ülke servetlerinin kamu ve özel bankaların hizmetine sunulduğu, kamu harcamalarının ümmetin faydasına olan işler için değil, lükse meraklı elit liderlerin ve atanmış kamu çalışanlarının faydasına harcandığı günlere şahitlik ediyoruz. Ve kapitalist sistem varlığını devam ettirdiği müddetçe zenginlerin daha çok zenginleştiğine, fakirlerin daha çok fakirleştiğine şahitlik etmeye devam edeceğiz. Zira kapitalizmi ayakta tutan en temel unsur faizdir. Ülke ekonomisi kapitalist elitlerin elinde bir oyuncağa dönüşmüştür. Amerikan doları, bu kapitalist çirkefliğin en önemli siyasi ayağıdır.

Bakınız! Bugün dünya borsalarının Amerika’nın siyasi ayak oyunlarıyla nasıl da çalkalandığını hepimiz görüyoruz. Amerikan başkanının bir tweet’i ile ülke ekonomisinin felce uğradığını ve iç siyasette tehdit unsuru hâline geldiğini biliyoruz. Amerikan şirketlerinin ve ekonomi kuruluşlarının verdiği karne notlarıyla az gelişmiş ülkelerin para birimlerini devalüasyona uğrattığını görüyoruz. Devasa sermayelere sahip şirketlerin ucuz dolar alıp spekülatif haberlerle bunları satarak servetlerine servet kattığını biliyoruz…

Bütün bunları biliyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey daha var! Kapitalist sistemin, yani bu faizli sistemin, faiz ile ayakta duran bu sistemin Müslümanlara hiçbir faydasının olmadığı da biliyoruz.

Kıymetli Müslümanlar!

Bu kapitalist ekonomik sistem, bir günde, hiçbir şey yapmadan Amazon Şirketi’nin sahibi Jeff Bezos’a 5 milyar dolar kazandırdı. Böylece bu adamın serveti 200 milyar doları aştı ve 150 ülkenin servetine denk hâle geldi. Düşünün ki; halkın faiz borçları altında ezilip 2008 finansal krizine maruz kaldığı dönemlerde, ABD’de milyarder sayısı 2 katına çıkıveriyor! Aynı şey pandemi döneminde de yaşanıyor. Orta sınıf kepenk kapatırken dolar milyarderleri servetlerine servet katıyor. ABD ekonomisi yüzde 33 küçülürken borsaların rekor seviyede yükselmesi tek bir şeye işaret etmektedir: yeni bir kriz ve yeni zenginler. Bugün dünyanın %1’lik kesiminin sahip olduğu mal-mülk, geri kalan %99’un servetine denk! Bu adaletsiz ve acımasız sistem daha ne kadar devam edecek? Dünya halkları bu vahşi sisteme daha ne kadar tahammül edecek? Elbette bu kapitalist sistemin de bir sonu olacaktır; olmalıdır!

İşte Hizb-ut Tahrir bunun için mücadele etmektedir. İslâm’ın iktisadi çözümlerini tatbik etmek ve halkları kapitalizmin pençelerinden kurtarmak için çalışmaktadır. Hizb-ut Tahrir’in benimsediği ve davet ettiği bu sistem sayesinde; o toplumda nefes alıp veren her bireyin temel ihtiyaçları karşılanır. Toplumdaki gelir dağılımı dengelenir, zengin ve fakir arasındaki uçurum azalır, ağır vergilerle beli bükülmez. Bu İslâmi sistemde malın adaletle dağılımı sağlanır. Üretime katkı sağlamayan bireylere köle muamelesi yapılmaz. Yaşlılara, sabilere, yolda kalmışlara sahip çıkılır. Zenginlerin malına göz dikilmez. Bilakis onların helal yollarla malını çoğaltması teşvik edilir. Onlardan alınan zekât, yoksul komşusunun evine bir tas çorba olur. O hâlde gelin, tüm dünyanın huzuru ve refahını sağlayacak, meşrebi, rengi, mensubiyeti ve konuştuğu dil ne olursa olsun onlara sahip çıkacak Râşidî Hilâfet Devleti’ni birlikte kuralım.

30 AĞUSTOS ETKİNLİKLERİ

30 Ağustos tarihi, “Zafer Bayramı” olarak 1935 yılından beri Türkiye’de resmî olarak kutlanıyor. Bildiğiniz gibi her zaferin bir tarihi vardır ve bu tarihi doğru şekilde bilmek bu topraklar üzerinde yaşayan her Müslümanın hakkıdır. Aynı zamanda tarihî gerçekleri bilmek, geleceğe yön vermek açısından da hayati öneme sahiptir. Zira “zafer” demek, “kazanmak” demektir. “Zafer” demek, “düşmanın saldırılarına karşı toprakları ve değerleri korumak” demektir. Ancak laik cumhuriyetin literatüründe “zafer” kelimesi “Batılı değerlere göbekten bağlılık” anlamına gelir. Zira doğusundan batısına her renkten Müslümanın İslâm topraklarını ve İslâmi değerleri korumak için cihat ruhu ile verdiği kurtuluş mücadelesi resmî tarih kayıtlarında laiklik, milliyetçilik ve çağdaşlık adına verilmiş gibi gösteriliyor. Düşmanı sahada yenip masada onların isteklerini yerine getirmek onların fikir ve kanunlarını benimsemek ise “kurtuluş” diye pazarlanıyor.

Evet, İslâm ümmeti sömürgeci kâfirlere karşı bir kurtuluş savaşına girişmiştir. 30 Ağustos da bu anlamda zahiren bir zaferdir. Zira Anadolu’nun birçok yerinden işgalci kâfirler sökülüp atılmıştır. Eğer bir anma yapılacaksa, 30 Ağustos ruhuna uygun bir şekilde yâd edilmelidir. Ancak Müslümanların fedakârlıkları ve kanları üzerine laik rejimler inşa etmek, sömürgeci kâfirlere yem olsun diye İslâm ümmetini ulus ve toprak temelinde bölmek zafer değil, ihanettir. “İhanet” diyoruz, çünkü “Yunan’ı denize döktük, kurtulduk” denildikten hemen sonra Yunan’ın ağababası olan İngilizler ile Lozan’da ihanet anlaşması imzalandı. Bu ihanet anlaşmasında ümmetin evlatlarının verdiği tüm emekler zayi edildi. Osmanlı Devleti’nin toprakları ve servetleri Batılı kâfirlere peşkeş çekildi. En önemlisi ise İngilizlerin emriyle Hilâfet kaldırılarak Müslümanların İslâm ve Kur’an ile bağı koparıldı. Onun yerine nesli ve ekini ifsat eden laik zulüm sistemleri inşa edildi. Yani aslında kurtulmadık; yıkıldık ve parçalandık. Dolayısıyla her yıl “zafer” diye kutlanan bu günler, Müslümanların milli duygularla aldatılmasından başka bir şey değildir.

Kıymetli Müslümanlar!

Şahitlik ettiğimiz tarih açısından durum budur. Peki, Müslümanların desteği ile iktidar olan sözde “Osmanlıcı”, sözde “dindar”, sözde “İslâmi bir sistem getireceği zannedilen” yöneticiler açısından durum nasıl? Onların durumu da koltuğuna oturdukları düzenin sahiplerinden farklı değil. Osmanlı dönemindeki Müslümanlar kurtuluş mücadelesinde gösterdikleri fedakârlıklar sonrasında Kemalist rejim ve onun zulmüyle nasıl yüz yüze kaldılarsa bugün de durum aynı. Müslümanlar bugünkü fedakârlıkları sonunda da düzenin yeni iktidarlarının zulmüyle karşı karşıya kalmış durumdalar. Çünkü AK Parti iktidarı, Müslüman Türkiye halkına Kemalizm’i kutsaması için baskı yapıyor. “Laik zorbalıkla mücadele edeceğini” söyleyen AK Parti iktidarının 18 yılın sonunda geldiği nokta, Beştepe’nin üstünde M. Kemal heykeli uçurmak oldu. CHP, 30 Ağustos’u İstanbul’da 5 ayrı noktada konserler ve çeşitli etkinliklerle kutlarken, İktidar Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi üzerinde M. Kemal siluetini sergiledi. Şimdi buradan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar partisi yöneticilerine sesleniyoruz! Lozan’ın yıldönümünde M. Kemal tarafından müzeye çevrilen Ayasofya’yı tekrar ibadete açarak Müslümanların gözlerini boyadınız. Yaklaşık bir ay sonra ise Müslümanların akıllarını dumura uğratacak şekilde göklerde Kemalizm’i dalgalandırdınız. Lozan için önce “hezimet”, sonra “cumhuriyetin tapusu” dediniz. Menfaatleriniz nereye çekiyorsa oraya gittiniz. Sonra da Müslümanları aldatmak için “bu işler öyle kolay değil, yavaş yavaş” diyorsunuz. Siz tedriciliği, Müslümanların maslahatı için değil kendi iktidarınızı sağlamlaştırmak için kullandınız.

Kıymetli Müslümanlar!

Bu çağrımız sizedir: Allah için aldatanların yalanlarına kanmayın artık! Sizi oyalamak için vadettikleri şeylere inanmayın artık! Yüzünüzü yalancılara değil doğru adamlara dönün! Bunu yaparsanız, sadık adamlarla hem bu dünyada hem ahirette kazananlardan olursunuz. Yok, aldatılmaya devam ederseniz, güven ve sadakatin, adalet ve huzurun olmadığı batıl sistemlerin karanlıklarında kaybedenlerden olursunuz. Umarız geçmişten ve bugünden ibret alarak öze dönenlerden olursunuz. Allah sizlere hayırlı, güvenilir, sadık ve adil adamların öncü olmasını nasip etsin. Allah sizlere bu adam gibi adamlar ile gerçek zaferleri tatmayı nasip etsin.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu