Emniyet Nimeti
19 Şubat 2024

Emniyet Nimeti

 Rabbimiz Nahl Suresi 112. ayette şöyle buyarmaktadır: ''Allah şöyle bir şehri örnek veriyor: Bu şehir güvenli ve huzurluydu, her yerden oraya bol rızık geliyordu. Derken ahalisi Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti, Allah da onlara yapıp ettikleri yüzünden genel bir açlık ve korku felâketini tattırdı.''

 Bir toplumda insanlar; kamu düzenin korunmasını, suçun önlenmesini, eğitimde eşitliği, hukuk karşısında adil bir yargılanmayı,kısacası, huzur ve güven içinde yaşamak isterler. Toplumsal emniyet insan için en temel ihtiyaçlardandır. Bu yüzden insanlar beka içgüdüsü gereği toplu yaşar ve kendi aralarında huzur ve güven ortamı sağlamak için kurallara tabi olurlar.Bu kurallar bazen vahiy temelli şeriattan kaynaklanır, bazen de eksik ve aciz insandan kaynaklanır.

 Her insan; sokaklarda, iş yerinde, evinde emniyet içinde olmak ister. Kainatta bulunan Güneş, Ay, Gökyüzü gibi yıldızlar topluluğu sünnetullah gereği ve kendilerinde var olan kader gereği sistematik bir şekilde Allah'ın emirleri doğrultusunda var oluş gayelerini devam ettirmektedir. O yüzden hiçbir insan gece olduğunda yarın Güneş doğar mı? Ya da sabah olduğunda, akşam Güneş batar mı, tarzındaki düşüncelere dalmaz. Bu da insana huzur ve güven verir. Yoksa insan, gerçekleşmesi ihtimali çok düşük olan olasılıkları düşünse, psikolojik manada bir çöküş yaşayabilir.

 Nimetlere yapılan nankörlük sonrası açlık ve korku felaketinin tattırılması, günümüz açısından ders çıkarılması gereken bir vakadır. Toplumsal emniyeti oluşturmak için; can, mal, akıl, nesil, din gibi insanlarda var olan dinamiklerin korunması gereklidir. Devlet, yani nizamı tatbik eden otorite bunun için var olmalıdır. Ama bugün öldürme, yaralama, cinsel suçlar, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, hakaret, hırsızlık, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu, sahtecilik, kötü muamele, zimmet, rüşvet, orman suçları, ateşli silahlar ve bıçaklar ile ilgili suçlar,mala zarar verme, görevi yaptırmamak için direnme, aile içi şiddet gibi suçların oranları her geçen gün artmaktadır. Artan suç oranları toplumda huzur ve güveni ortadan kaldırmaktadır.Gözümüzü açtığımız her yeni günde, henüz gerçekleşmiş cinayetler ile karşılaşıyoruz. Camilerde imamlar bıçaklanıyor, soğuk bir günde sokakta üşümesin diye taksiye alınan şahıs taksiciyi arkadan vuruyor,tebliğ yapan samimi davetçiler seccade üzerinde katlediliyor, hırsız tarafından kendi evlerinde öldürülen nice insanlar...

 Artık kim iyilik yapmak için birine yardım etmek ister? Burada sorulması gereken soru şu olmalıdır: Belirli aralıklar ile kanunlar ve yöneticiler değişiyor olmasına rağmen, toplumda neden korku ve tedirginlik, suç oranları azalmıyor, güven ortamı tesis edilemiyor? Sosyolojik anlamda, ekonomide, eğitimde, hukukta,huzur ve güven adına tedavi maksatlı yapılan müdahaleler çözüm getirmemektedir. Krizlere yapılan müdahaleler yama işlevini görerek krizi devam ettirmektedir.

PEKİ NE ZAMANA KADAR?
Rabbimizin Nahl Suresinde örnek verdiği şehir gibiyiz.Bizler yıllar önce Dünya'ya hükmeden, aile, komşuluk, akrabağ bağları güçlü olan, ekonomide refahı yaşayan, eğitimde kıymetli şahsiyetleri ortaya çıkaran bir toplum idik. Ne zaman ki Allah'ın nimeti olan İslam'ı hayat sahasında tatbik eden koruyucu kalkanımız olan Hilafet Devletine sahip çıkamadık, işte o zamandan beredir 57 küsür devletçiklere bölünmüş olan Ümmet, açlık ve korku felaketini yaşamaktadır.

 Açlık ve korku elbisesi o kadar üstümüze sinmiş ki; ne zaman İslam'ı tatbik edecek Hilafet Devleti için çalışılmalı diye bir Müslümana teklif götürsek, karşılaştığımız cevaplar şunlar olmaktadır: ''Buna izin vermezler, düşmanın doları, orduları, teklonojileri var.'' vesaire. Bizlere sükunet vermesi açısından Allah Rasulü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ve Adiy B. Hatem (r.a) arasında geçen şu rivayete kulak verelim:

 Adiyy b. Hâtim (r.a.) şöyle anlatıyor: Ben Peygamber’in (s.a.s.) yanında bulunduğum sırada bir adam gelip fakirlikten şikâyet etti. Daha sonra başka bir adam geldi ve o da yol kesenlerden (eşkıyalardan) şikâyet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.): “Ey Adiy! Sen Hîre şehrini gördün mü?” dedi. Ben: “Orayı görmedim, ancak oradan haberim var” dedim. Bu defa Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdular: “Eğer ömrün uzun olursa muhakkak hevdeci içinde yolculuk eden kadının Hîre’den çıkıp Allah’tan başka hiç kimseden korkmayarak (Mekke’ye gelip) Kâbe’yi tavaf edeceğini göreceksin.” Ben buna taaccüp ederek kendi kendime: “Şehirlerde fitne ve fesat ateşini tutuşturan Tay kabilesinin eşkiyaları nerede olacak ki? (kadın tek başına yolculuk edecek)” diye düşünürken Peygamber (s.a.s.) sözüne devam ederek: “Şayet ömrün uzun olursa (göreceksin ki), Kisra‘nın hazineleri muhakkak fetholunacaktır.” buyurdu. Ben: “Kisra b. Hürmüz’ün hazineleri mi?” Dedim, Peygamber (s.a.s.) şöyle devam etti: “(Evet) Kisra b. Hürmüz‘ün. Eğer senin ömrün uzun olursa, muhakkak avuç dolusu altın yahut gümüşü çıkarıp da sadaka vermek isteyecek; fakat bunu kabul edecek birini bulamayacak olan kimseyi de göreceksin… (Peygamberimiz burada ileride vuku bulacak olan başka şeyleri de saymıştır. Daha sonra) Adiyy şöyle demiştir: (Ömrüm kifayet etti ve) ben Hîre’den hevdeci içinde yolculuğa çıkıp, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayarak (Mekke’ye gelip) Kâbe’yi tavaf eden kadını gördüm. Yine kendim Kisra b. Hürmüz’ün hazinelerini fetheden ordunun içinde bulundum. Şayet ömrünüz uzun olursa, muhakkak sizler de Peygamber (s.a.s.)’in buyurduğu gibi avuç dolusu altını sadaka olarak verecek olan kimseleri göreceksiniz.” El-Buhârî, Menakıb 25 (3595); el-Müsned: XXX/196 (18260); vd.

 Evet kardeşlerim bugün bizler de açlık, hırsızlık gibi korkuları yaşamakta ve bunlardan endişe duymaktayız. Eğer bizler Rasülün, bugünün dünyasına bildirdiği mesajları doğru okursak o gün Müslümanları Tayın eşkiyalarından koruyan Allah, bugün de ABD, Avrupa,İsrail eşkiyalarından korkan Müslümanları koruyacaktır. Allah, bizleri kendi dini etrafında toplayarak tekrardan huzur ve güven içinde yaşatacaktır.

 Allah bizleri ABD, Avrupa, İsrail eşkiyalarına karşı galib eylesin. ALLAH bizlere tekrardan toplumsal emniyeti bahşetsin. Amin, amin, amin.