Hizb-ut Tahrire üye olduğu, bayram tebriği gönderdiği ve “FETÖ”nün muhlis Müslümanlara yönelik yapmış olduğu iftira ve karalamalarına karşı durduğu için 15 yıl cezaya çarptırıldı. Dün akşam itibariyle iftar sofrasından apar topar alınarak cezaevine konuldu.
Bu tek cümle, aslında bir hayatın 15 yıl boyunca toplumdan tecrit edilmesini, bir babanın çocuklarından bayramı karşılayacakken kopartılmasını, bir Müslümanın nefes alıp verdiği bu hayattan dört duvar arasında yaşamaya mecbur bırakılmasını, bir annenin yüreğine düşürülen kor bir ateşi ve bu ümmetin her bir gencinin düşeceği her bir yanlışta elinden tutacağı bir abiden yoksun olmasını anlatamayacak kadar küçük bir cümle…
Yaşadığımız hayatta elbette her bir Müslüman her an, her dakika bir musibetle karşılaşır. Ancak kimisi sabrıyla, metanetiyle ve yüklenebilirliği ölçüsünde omzuna yüklenir ve kendisine bir sevap kapısı açar. Kimileri de en küçük bir imtihanı bile kaybediverir. Dün akşam bunun bir örneğini yaşadık…
AK Parti’nin “Adalet ve Kalkınma Partisi” olduğunu iddia etmesi ve bunu meşru ve hukuki bir zemine oturtmuş olması bir korku ülkesi inşa etmesine engel olmadı. Dahası adaletsizliklerin, keyfi uygulamaların ve zulümlerin kaynağı oluvermesine engel olmadı. Hatta bunu gören gözler, duyan kulaklar o kadar fazla olmasına rağmen, dil ile tenakuz hâlinde çift karakterlerin en yoğun olduğu bir zaman dilimi inşa oluverdi. Konuşan her dil sanki düşündüğünün tersini söyleyiveriyor gibi. Aynı adam ile sokakta rastlaşıversen “Aslında bakma ben dün televizyonda öyle dedim ama…’’ deyiverir ve aynı zulümden şikâyet ediverir.
Tarih tüm bu olup bitenleri, çelişkileri, hataları, zulümleri “evrak kayıt defterine” not düşmektedir. Üstelik menfaat adına, demokrasi adına, adalet adına, “teröre prim yok” sloganlarının ardına saklanarak…
15 Temmuz darbesine engel olan Müslüman halkın değerlerine ve inancına sahip çıkanlar, sol ve laik kesimleri razı edilmek pahasına zulme maruz bırakılıyor. Hem de darbeyi yapan çeteler elini kolunu sallayarak geziyorlarken…
15 Temmuz darbe planında rol alan laik ve Kemalist cuntacı subayların “FETÖ” mağduru oldukları gerekçesiyle tüm davaları düşürülürken, sayesinde darbeyi püskürttükleri, halkın içinde ve onların inancı hayatı şekillendirsin diye davet yapan muhlis dava insanları ise cezaevlerine gönderilmektedir. Hem de halkın inancını siyasi slogan hâline getirenlerin eliyle…
Son 6 ay ise AK Parti hükümetinin halka rağmen, ümmetin inancına rağmen zulümlerinin ayyuka çıktığı bir zaman dilimidir. Dedim ya tarih bunu yazıyor. AK Parti kendi tabanını dahi hiçe sayarak siyaseten iflasın eşiğine gelmiştir. İnanca saygı, eşitlik, adalet ve özgürlük sloganları, şahsi arzu ve hırslara kurban edilmiştir. “FETÖ ile mücadele” gerekçesiyle, at izi it izine karıştırılmış, laik ve cumhuriyetçi savcıların önü açılarak inançlı Müslümanlar ile mücadele kapısı aralanmıştır.
Bize gelince…
Biz, ümmet olarak bu imtihanı kaybettik. İçimizden birilerini seviyoruz, sayıyoruz, ilmine güveniyoruz, peşi sıra gidiyoruz. Ne zaman ki “korku ve sevgi” paradoksunda kaldığımızda ise tercihimiz “korku” oluveriyor. Dinlemekten ve seyretmekten haz aldığımız yahut meşrebi olmakla övünç duyduğumuz (A) cemaati veya bir başkası bir zulme maruz bırakıldığında kendimiz için adeta zorunlu hissettiğimiz siyasi tercihlerimiz ve korkularımız gerçeği itiraf etmekten bizleri alıkoyuyor.
Sonra kendi kendimizi ikna etme adına küçük gerekçeler üretiveriyoruz. “Filan şahıs zaten tekfirci! Şu adam mı? O zaten Hilâfetçi! Canım yerinde otursaydı!” veya “Öteki, şucu, bucu” diyerek kendi tepkisizliğimize vicdani olarak rahatlama gerekçeleri üretiveriyoruz. Oysa “O benim kardeşim, kardeşime yapılan zulme sessiz kalmamalıyım” anlayışında olmamız gerekir.
İşte Yılmaz Çelik ağabeyimiz bu tepkisizliğimizin bir sonucudur.
Vicdanlara sesleniyorum…
İftar sofrasında, bayrama 2 gün, oğlunun düğününe bir hafta kala tutuklanmak mı adalet?
İslâm davasını omuzlamış, hayatında bir karıncayı incitmemiş bir Müslümanı terörist gibi tutuklamak mı adalet?
“FETÖ”nün kumpas ve planlarını ifşa edenleri tutuklamak mı adalet?
Aşağılık Batı’ya ve sistemine karşı durduğu için mi Yılmaz ÇELİK suçlu?
Müslüman gençleri kötü alışkanlıklardan kötü fikir ve akımlardan korumaya çalıştığı için mi Yılmaz ÇELİK suçlu?
İslâmi bir hayatı yeniden başlatacak olan Hilâfet’i arzu ettiği için mi Yılmaz ÇELİK suçlu?
Cebir ve şiddet yerine batıl fikirlere karşı fikrî ve siyasi mücadele yapan Hizb-ut Tahrir ile beraber çalıştığı için mi Yılmaz ÇELİK suçlu?
Asıl suçlu Batı’nın değerlerini ve hayat görüşünü bu ümmete pazarlayan Batı aşığı müptezellerdir.
Asıl suçlu ümmetinin gençlerini uyuşturucu ve bonzai müptelası yapan, fikirlerini ve akidelerini yerle bir eden, onları içkiye kumara ve faize bulaştıran ruveybidalardır…
Asıl suçlu küfre hizmet eden, aşağılık sistemlerini bu tertemiz ümmete devlet gücünü de arkasına alarak sunanlardır…
Yılmaz ÇELİK ve ardından gelecek tüm Yılmaz ÇELİK’ler bu ümmete kendilerini adamış ve adamaya hazır yiğitlerdir. Onlar asla suçlu değildir.
وَلاَ تَحْسَبَنَّ اللّهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَ إِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ فِيهِ الأَبْصَارُ
“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor.” [İbrahim Suresi 42]