Tarih 29 Ekim 2014 "Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi" diye isimlendirilen oluşumun Erbil'den karayoluyla Ayn el Arab'a gitmek üzere yola çıkardığı 80 araçlık Peşmerge konvoyu, saat 05.50 sıralarında Habur sınır kapısından Türkiye'ye giriş yaptı. Bu Türkiye'nin DAEŞ'le mücadele adı altında bugünlerde Amerikan askerleriyle arma kardeşliği içinde Rakka'ya yönelik saldırılar düzenleyen PYD/YPG'ye verilmiş apaçık destekti. Hatta Türk Silahlı Kuvvetleri YPG ile birlikte Süleyman Şah türbesini ortak bir operasyonla yeni yerine taşımıştı. Yaralı YPG’liler Türkiye’de tedavi edilmeye başlanmıştı. Öcalan bu eşgüdümü “Eşme ruhu” olarak vasıflandırmıştı. PYD'nin başı o dönemlerde sık sık Türkiye'ye geliyor, MİT Müsteşarı Hakan Fidan başta olmak üzere, Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile görüşmelerde bulunuyordu. PYD'nin Suriye kuzeyinde bağımsızlık ilanına kalkışmaması karşılığı istediği destek sağlanıyordu. Öcalan faktörü de kullanılarak "çözüm süreci" adı verilen politika aktif olarak yürütülüyordu. Yapılan pazarlıklar, PKK'nın silahlı unsurları Türkiye'den çekilip, Ayn el Arab başta olmak üzere PYD saflarında Suriye'de sürdürülen savaşa katılacaklardı. HDP'nin ise AKP ile başkanlık sistemi konusunda uzlaşması bekleniyordu.
7 Haziran genel seçimleri her şeyi, tüm denklemi değiştirdi. Seçim propagandaları döneminde, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, HDP ile yapılan Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını ve "çözüm süreci" olarak adlandırılan politikanın dondurulduğunu açıklıyor ve halktan AKP'nin anayasa değişikliği ve başkanlık sistemine geçişi tek başına gerçekleştirebileceği 400 milletvekili istiyordu. Buna karşılık, HDP'de Nişantaşı sakinlerinin de oylarını alacağı iyi bir propaganda malzemesi bulmuştu ki o da; "Ey Tayyip Erdoğan seni başkan yaptırmayacağız" idi. İşe yaradı ve HDP barajı geçti. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ın 400 milletvekili hesabı ve başkanlığa geçiş planı suya düşmüş oldu.
7 Haziran seçimlerinin ardından PKK militanlarının sık sık yol kesip araç yakma ve şantiyeleri basması, Diyarbakır'da HDP mitinginde meydana gelen patlama, Suruç patlaması, ve Şanlıurfa'da PKK militanlarınca 2 polisin öldürülmesiyle DAEŞ'in yanı sıra PKK'ya karşı Türk Hava Kuvvetleri'nce hava harekâtına başlandı. Sur, Silopi ve Cizre'de ise, "Hendek operasyonu" olarak bilinen kara harekâtına başlandı. Diyarbakır HDP mitingi patlaması ve Suruç'taki patlama sonrası AKP hükümeti tarafından hava sahamızın yabancı koalisyon uçaklarına açıldığını da unutmayalım.
1 Kasım 2015 seçimlerinde AKP tek başına hükümet kuracak çoğunluğu yakaladı ancak, projelerini hayata geçirmek için referandum yeter sayısını tutturamamıştır. Bu durum AKP’nin hedeflerine ulaşabilmek için yeni plan ya da üsluplar geliştirmesi için işaret fişeği işlevi görmüştür. Bir oldubitti ile Başbakan Davutoğlu görevi bıraktığını açıklayarak, yeni kabineye kapı aralamış ve başkanlık sistemine fiilen geçiş yapılmış oldu. Bu gelişme de, başkanlık sisteminin sadece yasal zemine oturtulması bakımından yeni bir oyun kurulduğunun ve yeni bir aşamaya geçildiğinin göstergesi olmuştur.
Buraya kadar anlatılanlar, konunun iç siyasi gelişmelerle ilgili boyutudur. Suriye’deki gelişmelerle ilgili yönüne gelince; ABD Suriye’deki kendi çözümüne yerel güçleri ikna etmek için, varlığı şüpheli, bir B planının uygulamaya konulabileceğini ortaya attı. Suriye’nin bölünebileceği şeklinde yorumlanan bu plan ve sık sık ABD generalleri tarafından ziyaret edilen PYD’nin hem durumdan vazife çıkarma hem de generallerin bağımsız Kürt devleti fısıltıları dolayısıyla; Rusya ve ABD’nin Suriye kuzeyindeki kara gücü olarak hareket etmeye başladı. Türkiye öteden beri “güvenlikli bölge” ve “uçuşa yasak bölge” tekliflerini gündeme getirse de, bu tekliflere ABD’nin TSK’nın köklü İngiliz tandanslı yapısına güvenememesi nedeniyle yeşil ışık hiç yakılmadı. Türkiye açısından kırmızı çizgi, PYD/YPG’nin Kobane ve Cizre kantonu adını verdiği bölgelerin Fırat’ın batısında, bazı direniş grupları ve DAEŞ’in çevrelediği Afrin kantonu adını verdikleri bölgeyi birleştirmesi ve bir Kürt devletinin kurulmasıdır. Ancak, yakın zamanda Halep’in kuşatılması sırasında PYD/YPG tarafından Fırat nehri üzerinde Tişrin barajının ele geçirildiği basına yansımıştır. Dolayısıyla sınır hattı boyunca olmasa da, güneyden dolaşılarak Fırat’ın batısına geçilmiş oldu.
Bugüne gelindiğinde ise; ABD, PYD/YPG ile “Rakka Operasyonu” diyerek gerçekte ise tam da Türkiye’nin kırmızı çizgim dediği bölgeyi kuşatıyor. Bu duruma Türkiye yöneticilerinin sızlanmasına rağmen ABD tarafından PYD/YPG unsurları dost ve müttefik kabul edilmektedir. Nitekim Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Amerika maalesef Suriye’nin geleceği için çok tehlikeli bir süreç içine PYD ile giriyor.” “Oysa güçleri birleştirsek, onların özel güçleri var, bizim özel güçlerimiz var ama maalesef hem Rusya hem de ABD bir terör örgütünü ortak görüyorlar ve destek veriyorlar. Bizim de zaten tepkimiz bunaydı.” şeklinde açıklamada bulundu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ise, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım'ın da katıldığı Efes 2016 Tatbikatı'nda yaptığı konuşmada, “TSK bölgemizde ve dünyada, barış ve istikrarın sağlanması için kurulan ittifaklara da destek sağlamaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki ittifaklar kurulurken verilen sözler ve varılan mutabakatlar, karşılıklı birer ahittir.” şeklinde açıklamada bulundu.
İttifakı kuran, kuralları koyan kim ki, şimdi bu kurallara sadakat bekleniyor? Ya da ne zamandan beri sömürgeci kâfirler verdikleri sözde durdular? Sömürgecilerin çıkarlarının garantisi olmak gibi zelil görevlere tam bir sadakatle koşuşturanlar izzetli olmayı mı umdular gerçekten? ABD’nin dost ve müttefiki olmakla PYD/YPG gibi bir çete ile aynı pozisyona düşmek ne kadar da iğrenç bir durum değil mi?
Şimdi bir de 29 Mayıs günü Fetih Şöleni’nde C. Başkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya bir bakalım;
"Suriye'de olanları görüyorsunuz. Ne işi var orada Rusya'nın, ne işi var orada İran'ın, ne işi var orada terör örgütünün sözde armalarıyla donanmış Amerika askerlerinin? Amacınız DAİŞ terör örgütüyle mücadele ise bunun yolu Suriye'nin masum insanlarını katletmek, onlara her türlü zulmü ve acıyı reva görmek değildir. Kardeşlerim, bunun yolu, öncelikle Suriye halkını zalim Esed'den ve onun eli kanlı rejiminden kurtarmaktır. Zalim Esed, devlet terörü estirmektedir. Arkasından da yine Suriye halkının tarihine, kültürüne, tercihlerine uygun yeni bir devlet yapılanmasını süratle oluşturmaktır."
Rusya’nın Suriye’deki varlığı, boğazlarımızdan geçen gemiler sayesinde olmuş olmasın, ya da sömürgeci ABD’nin başını çektiği şer koalisyonu için hava sahalarımızı ve hava üslerimizi açık hale getirmiş olduğunuzdan ve daha yeni imzaladığınız "Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvvetlerinin Faaliyetine İlişkin Esasların Yürürlüğe Konulması" hakkındaki kararına dayanarak Suriye’de bulunuyor olmasınlar? C. Başkanı Erdoğan’ın Suriye’deki sorunun tespiti bakımından söylediği sözler doğrudur ki; o “Suriye halkını zalim Esed’den ve onun eli kanlı rejiminden kurtarmaktır.” Yine şu da doğrudur; “Suriye halkının tarihine, kültürüne, tercihlerine uygun yeni bir devlet yapılanmasını süratle oluşturmaktır.” Zira Suriye’de devrim hareketinin başından beri, çeşitli isimler altında Suriye’de demokratik oluşumlara zemin oluşturulmaya (ki bunu bizzat Türkiye üstlenmiştir.) ve sonunda da demokratik bir yönetime geçiş hedeflenmektedir. Suriye halkının tarihi, kültürü ve tercihlerinin neresinde demokrasi vardır? O halde niçin Suriye halkına demokrasi pazarlamak için çırpınıp durdunuz? Söylenenlerle gerçekler karşılaştırılınca, söylenenlerin iç kamuoyuna yönelik hamasi ve boş sözler olduğu aşikârdır. Suriye’de akan masum kanlara ABD ile müttefiklik mucibince zımnen çanak tutulmuştur ve gerçek olan da budur.
ABD veya herhangi bir sömürgeci kâfir devletle müttefiklik ilişkisi içinde olmak, onların çıkarlarının garantörü, onlar adına sahada vekil olmak, her zaman geleceğimizi İslami ümmetin geleceğini ipotek altına sokar. Başta hava sahalarımız olmak üzere, üslerimiz ve topraklarımızdan sömürgeci kâfirler kovulmadıkları sürece, sömürgecilerin çıkarlarını gerçekten tehdit etmediğimiz sürece, kullanılan taşeron devlet olmaktan öte bir yol olmayacaktır Türkiye için. Efes 2016 tatbikatında TSK’nın gösterdiği hünerler, tatbikat kıvamında değil, ABD ve Rusya’ya karşı hiç beklemedikleri gerçek bir cephe açarak, Esed rejimi, DAEŞ, PYD/YPG gibi unsurları da önüne katıp sürerek gösterilmelidir. “Peygamber Ocağı” vurgusu için “Mehmetçik” diye anılan askerimize de bu yakışır.