7 Haziran genel seçimlerinden geriye elde, koalisyon ya da olası erken seçim senaryoları ve bununla ilgili siyasi partilerin geliştirecekleri taktik hamlelerin ne olacağı ve buna dair siyasi parti liderlerinin günü gününe uymayan açıklamaları kaldı.
Seçim sonuçları üzerinden küresel veya yerel sermayedarların dolar ve euroyu yeni rekorlara koşturarak halkın servetiyle nasıl bahis oynadıklarını da unutmayalım.
Seçimlerle açığa çıkan belirsizlik sürecinde tartışılan senaryoların ana teması, demokratik partilerin bu süreçte pazarlık gücünü nasıl değerlendireceği ve hangi konular etrafında pazarlıkların şekilleneceğidir. Bütün siyasi liderlerin dilinden düşmeyen demokrasinin kazanmış olduğudur. Mademki kazananı ve kaybedeni olan bir olgudan söz ediyoruz. Ortaya çıkan belirsizlik ortamına bakıldığı zaman kaybedenin sadece halk olduğunu görürüz.
Bu belirsizlik sürecinin, Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sisteminin ne kadar da gerekli olduğu ve parlamenter sistemin yürütülemezliği noktasında elini güçlendireceğinden hiç şüpheniz olmasın. Bu nedenle belirsizlik ne kadar uzarsa, cumhurbaşkanı o kadar yararlıdır.
Öyle ki; %13,12’lik oy oranına sahip HDP, %40,87’lik oy oranına sahip ve tek başına iktidar olamayan AKP ile pazarlıkta elini güçlendirmiş oldu. Çözüm sürecinde HDP’nin, AKP ile bugüne kadar birlikte yürümüş olduğunu göz ardı etsek ve AKP’nin de ne şartla olursa olsun bir hükümet kurması gerektiği inancında olduğunu varsaysak (ki böyle olduğunu düşünmüyorum) aslında HDP, istediklerini kabul ettirdiğinde, %40,87’nin değil, %13,12’nin sözünün geçerli olacağı ve bu sayede çoğunluğun değil, azınlığın dediğinin olacağı, garip bir sistem var ortada.
Bundan sonra ne olacak konusuna değinecek olursak, AKP’nin topluma vaadi siyasi olarak, çözüm sürecinin devam ettirilmesi, anayasa değişikliği ve seçim çalışmaları boyunca, cılız da olsa ileriki aşamada başkanlık sistemine geçilmesiydi. Koalisyon görüşmelerinin de bu minvalde yani çözüm süreci ve anayasa değişikliği üzerinden yürütüleceği aşikârdır. Başbakan Davutoğlu kendisine hükümet kurulması görevi verildikten sonraki 45 günlük yasal süreyi, kanaatimce sonuna kadar kullanacaktır.
Erken seçime gitme göze alındı ise; bu süreçte, meclisteki partilerle tek tek görüşmeler gerçekleştirilecek fakat, görüşülen partilerle uzlaşı sağlanamamasının nedeninin söz konusu partiler olduğu, AKP dışındaki tüm partilerin çözümsüzlük kaynağı olduğu halka gösterilerek, tek başına iktidar olma ve kaybedilen oyların geri alınmasına çalışılacaktır. Böylece halka kısa bir süre de olsa, koalisyon korkusu tattırılıp, yeniden tek parti iktidarının başlatılması amaçlanacaktır. Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi bundan sonra daha güçlü gündeme gelecektir.
Ancak, erken seçim göze alınamıyorsa; yine yasal 45 günlük süre sonuna kadar kullanılıp, HDP’nin dışarıdan anayasa değişikliği ve çözüm süreci zemininde destekleyeceği bir AKP hükümeti oluşacaktır. Bakanlıkların paylaşıldığı bir koalisyon, hem AKP hem de HDP açısından tercih edilecek bir durum değildir. HDP’nin dışarıdan desteklediği bir AKP hükümeti modeli de (bunun süresi ne kadar olur bilinmez) yine parlamenter sistemin işlevsizliği yönünden başkanlık sistemi propagandasında kullanılacaktır. Eğer HDP yeniden özerklik talebi ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, bir kısım yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi gibi talepleri gündeme yeniden getirdiğinde başkanlık sistemi için yeniden anayasa değişikliği gündeme gelebilecektir.
Öte yandan olası bir HDP dış destekli AKP hükümetinde, anayasal değişiklikler ve çözüm süreci bağlamında yargı reformu gibi adımlarla, Abdullah Öcalan’ın da serbest kalması gündeme gelebilecektir. Zaten, HDP’nin parti olarak seçimlere katılıp %13,12 gibi bir oy alarak, barajı geçmesi de, Abdullah Öcalan’ın telkini ile olduğundan Kandil’e karşı “Öcalan’ın öngörülerinin ne kadar da güçlü olduğu” algısını güçlendirerek, siyasi liderliğinin daha da ön plana çıkmasını sağlayacaktır.