Evet, günümüzde batıl yollarla hakka ulaşmanın halka şirin gelmesinin sebebi başlıktaki soruda saklı bulunmakta. Öyle ya durup dururken bize sirayet eden bir düşünce olmasa gerek bu düşünce. Sorunun cevabına geçmeden önce “ne varmış halimizde?” diyenlere, halimizi bir arz etmek gerekir.
Esasında geldiğimiz hal tek bir halle sınırlı değil ancak hepsini burada göstermeye imkân yok. Bir hal, bir çare bu kısa makalede ortaya koyabilirsek “sivrisinek saz” hesabı olur umarım. O halin ne olduğuna gelince, birlikte yaşadığımız ama görmediğimiz, görmek istemediğimiz, belki de tembelliğimizden önemsemediğimiz bir haldir bu, iş başa düşmesin diye…
O hâl yanlış yolda giden ama nasılsa iyi niyetle yapılmış olduğunu varsaydığımız, belki de “ya varsa” dediğimiz bir ilerleyiş. Meşruiyet oluşturmak için dokuz takla attığımız, bazen Hudeybiye’ye, bazen Bedir’e yamamaya çalıştığımız, tutunacak bir dal bulmak için yılana sarıldığımız ve yılana da “ayıya dayı” deme kabilinden battıkça battığımız bir hal. Anlayalım diye biraz uzatıyorum ama “ne lüzumu var” demeyelim, yoksa çareyi de anlayamayız. Bir arzuhalciye gidip, halimizi tam anlatamazsak bize yanlış bir dilekçe hazırlayabilir yoksa. Hani hâkime gizli-saklı olmaz, utanmaya-sıkılmaya gerek yoktur ya meseleyi iyi anlasın diye, o hesaptan… Yoksa hâkim bir türlü tutturamaz hükmü, bizde bu hâkimde bize uyan hüküm yok zannederiz.
Bu halimizin batıllığında şüphe yokken bırakın şüpheyi farz olduğunu bile söyleyen âlimlerimiz(!) oldu çünkü. Dedim ya, “dokuz takla atıyor, yamayacak bir yer buluyoruz” diye, kimisi İslam’da bulamayıp bağlayacak yeri ta Yusuf Aleyhi’s-Selam’a uzanır, kimisi kendisini yalanlayan bir Hadis’e isnat ederken destek bulduğunu zanneder. Bazı mafya babaları vardır diğerlerinden ayrı, zenginden çalıp fakire veren. Bunlar yıllarca bunun cevazına fetva alamadılar hocalardan, müftülerden. Üstelik ticaretinde yanında çalıştırdığı işçilere asgari ücret veren patronların haccı bile sıkıntılıydı bu hocalara göre. Hiç kapitalistçe elde edilen parayla hacca gidilebilir miydi!?
Amma bu işe gelince ne fetva kalıyor verilmedik, ne Peygamber kalıyor dayandırılmadık, ne de önem arz ediyor niyetten başka bir şey. Bir hikâyede komşu hocaya gelip, “senin oğlun benim oğlumun kullandığı arabaya çarpmış, tazmin etmek gerekiyor mu?” diye sormuş. Hoca da; “kazadır bu ne tazmini?” deyince, adam yanlış söylediğini, çarpanın kendi oğlu olduğunu söyleyince hoca bu sefer; “o zaman iş değişir” demiş. Sanırım bu hikâyedeki gibi bize haram olan yanlış vesileler bir anda helal oluveriyor, kendisinden başka davasının ne olduğunu bilenin olmadığı kurtarıcı lidere.
Ağzımdaki baklayı çıkarayım artık. Allah’a hamd olsun artık kurtuluşumuzun ancak Hilafetle olduğu anlaşıldı da ona nasıl ulaşacağımız konusu aydınlığa kavuşmadı bir türlü kamuoyunda. On yıllardır demokrasi ve cumhuriyetten kurtulmak için demokratların yolunu takip ediyor, “amaç olmadıktan sonra araç olarak alabiliriz” diye kendi kendimizi avutuyoruz. Kâfiri sevmiyor ama onun ipiyle kuyuya iniyoruz. İpin ucunda kim var bir baksak… Sadece ipin ucundakini değil de hem ipi, hem ipi elinde tutanı değiştirsek olmaz mı? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmasak, Allah’ın sapasağlam ipine sarılsak bu konuda da…
Şimdi referandum oldu ve evet çıktı, peki ip mi değişti, ucundaki mi? Türkiye’de var olan ABD-Avrupa çatışmasını duymayan kalmadığına göre, İngilizlerin Hilafet’i yıkıp boynumuza demokrasi ipini bağladığını ve şimdi ipin ucunun ABD’ye geçtiğini görmek zor olmasa gerek. Akli argüman kullananlara yada tedricilik hastalığına tutulmuşlara sabredip 2019’dan sonra da hatırlatırım ama belki düşünüp öğüt alanlar olur diye şimdi de söylüyorum: bu yol yanlış, bu yol batıl. Biraz ar etmemiz gerekir bence, İslam’ın helâya ilişkin bile hükümler getirdiğini anlatıp bu konuyu es geçerken. Kusura bakmayın bu halimiz, iyi niyetli ama haramzadelere benziyor. Hayatında İslam’dan eser yok ama “kalbi temiz”lere benziyor. Ortada Hilafet’e dair bir projesi bile olmayan kişilere sadece dizilerden aldığımız şüpheli bir işaretten dolayı tüm gücümüzle bir varsayımın peşinden koşmak ne kadar doğru? Burnumuzun dibinde, Suriye’de akan kanın durmasını bir ihtimale bağlamak, Filistin’in kurtuluşunu içimiz acıya acıya beklemek, İslam’ı değil de küfür ideolojilerinin İslam’a yakınını aramak, nasıl bir gaflettir?
Başta da dediğim gibi durup dururken bu hale gelmedik elbet. Çocukluğum yıllarında düşman kalelerden esirler kurtarıp kaleyi içten fetheden Cüneyt Arkın ve Tarkan filmleri çokça çıkardı, tek kanallı televizyonlarda. Bu filmlerde aktörler hep papaz kılığına girip kaleye girer, şarap içer ve zina bile ederdi. Kurtarıcılığı ön planda olunca aktörün, yediği “haltların” hiç önemi yok, imajı verilirdi. Veya bazen de tarikat şeyhlerinin filmlerinde şeyhin bazı müritlerine şarap sattırması da aynı algıyı zerk etti beyinlerimize. İşte şimdi anlıyorum bu filmlerin bize neden bol bol izlettirildiğini... Kimileri de “başkalarına içecek şarap kalmasın da günaha girmesinler” diye şarapları alıp evde yere döken dervişi anlatarak hizmet etti bu algının oluşmasına. Ceddimiz Osmanlı’nın veya Hilafet sancağını daha önce elinde bulunduranların kale fethetmeleri, İslam davetini taşımaları böyle değildi hâlbuki.
Sözün özü şu ki, Hilafet’i kurmak için bedel ödemek istemeyenler, batıl yollara tevessül edip hayali bir hedef peşindeler. Hiç unutmadım bundan on yıl önce; “dur bakalım, bu işi yapacaklar iktidar oldu ama henüz muktedir olmadılar” deniyordu. Ülkede tam muktedir bir iktidara ulaşılınca bu sefer, bu muktedirlik meselesi ülke dışına taşıp “etrafımız düşmanlarla dolu, önce başkanlık” dediler. Şimdilerde başkanlık geldi, “hemen üç günde olacak değil ya 2019, 2023’te olacak” diyorlar. Şundan emin olabilirsiniz ki, bu hayal hiç bitmesin diye o tarih geldiğinde de, “zemin ancak hazırlandı, bu zeminde gelecek nesiller bunu yapacak, 2071’i bekle” diyecekler. O vakitler bunu herkes anlayacak ama geçmiş on yılların hesabını nasıl vereceğiz? Gelin hep birlikte Hilafet’e ulaşmak için meşru (Şari’den gelen) metodu, Nebevî hareket metodunu takip edelim. Yalan-dolansız, takiyyesiz, arı, duru ve billur Rasulümüz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yoluna tabi olup Hilafet’i hayal değil irade edelim. İşte çare bu, önce batılı batıl bilip batıldan içtinap etmek, sonra hakkı hak bilip hakka tabi olmak. Hep dualarımızda söylüyoruz ya…