“Narin”leri Solduran Bataklık
26 Eylül 2024

“Narin”leri Solduran Bataklık

Bir ayı aşkın bir süredir Türkiye gündemi, Narin Güran ve Sıla bebek üzerinden şekilleniyor. Başta hükümetin propaganda medyası olan “Havuz Medyası” olmak üzere yazılı ve görsel basın ısrarla bu iki meseleyi gündemde tutmaya çalışıyor. Konuyla ilgili yapılan haberler ve tartışma programlarındaki yorumlar artık haber boyutunu çoktan aşarak magazinsel boyuta dönüştü ve mide bulandırıcı bir hal aldı. Bu çerçevede sosyal medya üzerinde “haber” diye dolaşan ve çoğu zırvalıktan ibaret, mesnetsiz ve seviyesiz lakırdılara itibar etmek ise sadece abesle iştigal etmek olacaktır.

Bu iki evladımızın başına gelenler, elbette ki bu topraklar üzerindeki ilk olaylar değildir. Bundan önce de sayılarla ifade edemeyeceğimiz kadar çok çocuğumuz; ailelerinden, kendilerine yakın olarak gördükleri ve güvendikleri kimselerden, bu toplumun bünyesinde barındırdığı Batı fikirleriyle yozlaşmış kötü insanlardan ve hatta kendilerini koruyup gözetmekle yükümlü olan bizzat sistemin/devletin kendisinden, tarif edilemeyecek derecede kötü muamelelere maruz kalmışlardır. Bu muameleler; onların bir kısmını canından etmiş, bir kısmını da yaşadıkları travmaların etkisiyle normal hayat sürmekten uzaklaştırarak suça meyilli insanlar haline getirmiştir.

Peki, ya bu çocukların büyümesiyle oluşan gençliğin durumu?... Bunu anlamak için de güncel olması hasebiyle yaşanan binlerce olaydan sadece ikisine değinmek yeterli olacaktır sanırım. Geçtiğimiz günlerde 27 yaşında bir kadın polis, operasyon esnasında aranması bulunan bir zanlı tarafından silahla vurularak öldürüldü. Sonrasında ilgili merciler tarafından, zanlının 19 yaşında olduğu ve bu genç yaşında 30’a yakın suç kaydının bulunduğu açıklandı. İster bu şahsın 19 yaşına kadar onca suçu nasıl işlediğini ele alalım, isterse bu kadar suç kaydıyla toplum içerisinde nasıl serbestçe dolaştığını… bunlar ve medyada ele alınanlar, sorunun temeline inme açısından hiçbir anlam ifade etmez. Sonuçta her olayın sonrasında olduğu gibi kadın polis genç yaşında katledildiğiyle kalmış, diğeri de şimdiye kadar olması gerektiği yere yani cezaevine konulmuştur.

Yine birkaç gün önce Türkiye genelinde 32 ilde eş zamanlı olarak yapılan operasyonlarda, 4 ton uyuşturucu ele geçirildiği ve bununla birlikte 125 uyuşturucu taciri ve sokak satıcısı yakalandığı haberi, bizzat İçişleri Bakanı tarafından sosyal medya hesabından duyuruldu. Uyuşturucu miktarının ve yakalanan satıcı sayısının bu kadar çok olduğu bir vakıada bunu kullananların -daha doğrusu zehirlenen gençlerin-, kararan hayatların ve yıkılan yuvaların sayısının da çok olduğu aşikardır. Artık bu illete başlama yaşının ilkokul seviyelerine kadar indiğini, kullananların da %85’inden fazlasının 30 yaşın altındaki gençler olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bütün bu olaylar ve vuku bulan binlercesi ile ilgili kamuoyunda uygulanan strateji ise hiç değişmiyor: Önce medya olayın ehemmiyetine göre bıktırıncaya, tiksindirinceye kadar “aslında ne olduğunu” haberleştirip tartıştırıyor, sonra da ilgili makamlar olayların sonuçları üzerinden kendilerine pay çıkarmak adına açıklamalar yapıp görseller paylaşıyor. Oysa yapılan operasyonlarla övünmek, bir katili çöp poşetine sarıp hayvan gözetim aracıyla nakletmek ya da -Narin olayında olduğu gibi- bir sır perdesi oluşturup olayı sürüncemede bırakmak, gerçek sorun olan; “bu kadar suç ve suçlu nasıl ortaya çıkıyor” sorusuna cevap olamaz. Peki, cevabının bizzat bu sistem/devlet tarafından verilmesi gereken bu soru, haftalarca süren tartışma programlarında bile neden hiç sorulmuyor ya da ele alınmıyor?

Çünkü bu kadar suç ve suçlunun ortaya çıkmasının tek sebebi, laik-demokratik sistemin ta kendisidir. Onun, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın insanlar için göndermiş olduğu yegâne sahih hayat nizamı olan İslâm’ı hayat sahasında kabul etmeyen akidesi ve menfaatçi ölçüler ekseninde dönen sefih hayat sistemidir. Bütün bunlar; insan aklının ürünü olan kapitalist akidenin güya insanlığı aydınlığa çıkaracak olan demokrasi ve insan hakları safsatalarıyla dünya üzerinde kurduğu sömürü düzeninin, özgürlükler kisvesi altında oluşturduğu ve el altından ya da aleni şekilde desteklediği gayri ahlaki yaşam tarzının bir sonucudur. Sistem tarafından göz ardı edilmeye çalışılan bu gerçek; Batı’ya ait fikir, duygu ve nizamların oluşturduğu toplumların en bariz yönüdür ve kapitalizmin öncülüğünü yapan ülkelerdeki boyutları çok daha büyüktür. Türkiye de dahil, Osmanlı Hilâfetinden sonra İslâm beldelerinde ortaya çıkan bütün devletlerin içine düştükleri durum ve kendilerini kurtarmayı bir türlü başaramadıkları korkunç girdap, işte budur.

Batı kültürünün yozlaştırdığı zihniyetlerin -her ne kadar anlamamakta ısrar etseler de- sorusunu sormaya bile korktukları bu meselenin yegâne çözümü; İslâm hayat sisteminin, sahih akidesi ve ondan kaynaklanan çözümleriyle hayat sahasına yeniden dönmesidir. Bu sistem, aslı kapitalist olup isminde İslâm olan bazı devletlerin göstermelik uygulamalarından ve Arap Birliği gibi bazı kuruluşların ortaya koydukları zelil görüntülerden tamamen beridir. Çünkü İslâmi hayat sistemi, ancak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in metoduna uygun şekilde kurulmuş Râşidî Hilâfet Devleti ile tatbik edilir. Devlet, bütün ümmetin toprakları üzerinde, ümmetin evlatlarının koruyucusu ve gözeticisidir. O, içeride İslâm ahkamını tatbik edip dışarıya da İslâm davetini götürerek dünyaya bir nur ve hidayet kaynağı olmaya devam eder. Ümmet, yüzyılı aşkın bir süredir bundan yoksundur ve yeniden hayat sahasına dönmesinin vakti de yakındır, Allah_Subhanehu ve Teâlâ_’nın izniyle.

[يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ] “Ey iman edenler, hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Rasulü’ne icabet edin.” [Enfal Suresi 24]

[وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ] “Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.” [Bakara Suresi 179]