Yine bir bayrama zulüm altında giriyoruz. Yine bir bayramda sevincimiz kursağımızda düğümleniyor. Yine aklımıza bayramsa bayramınız mübarek olsun mısraları geliyor. Yine her beldemizde kan, gözyaşı, haykırış, direniş ve mücadele var. Geçmişten bugüne yaşananlar tahammül sınırlarını çoktan aştı ve kâfirler azdıkça azdı. Müslümanlar zillete, açlığa, ölüme terk edildi.
Yahudi varlığının son Gazze saldırılarından sonra İslam ümmetinin sorduğu ve düşündüğü en önemli konu ise Filistin nasıl kurtulabilir? Gazze, El Halil, Batı Şeria, Nablus, Şam, Halep, Kabil, Bağdat, Musul, Kahire ve diğer beldelerimiz nasıl kurtulabilir?
Elhamdülillah, her şeye rağmen Endonezya’dan Fas’a kadar İslam ümmeti ayağa kalmış durumda. Ne yapmalıyız sorusuna dua, yardım, gösteri, boykot, tebliğ ile cevap verme, Allah’ı razı etme ve kardeşlik bilinci ile hareket etme gayreti içerisinde. Ancak her Müslüman şunu da çok iyi biliyor ki, bu yapılanlar önemli ve gerekli olmakla birlikte akıtılan kanları, bombalanan şehirleri, malları, canları, namusları, mukaddesatları korumak için yeterli değil. Başka bir şeyler daha olmalı ki bütün zulümler durdurulabilsin. Başka bir şeyler daha olmalı ki, bu zulümler bir ay, bir yıl sonra tekrar yaşanmasın. Başka bir şeyler daha olmalı ki zilletten-izzete, karanlıktan-nura, zulümden-adalete geçebilelim ve dünya-âhiret mutluluğuna kavuşabilelim.
Tüm duyarlı insanların ve özellikle Müslümanların sorduğu, arzuladığı ve hatta uğrunda ölmeyi dahi göze alabileceği sorunun cevabı ne? Herkes bu soruya cevap arıyor?
Biz Gazze için yürüdüğümüzde “İsrail’i” kınamadığımızı, gücü olduğu halde elini, dilini kullanmayan güç sahiplerini kınadığımızı söylediğimizde müspet tepkiler aldık. Ancak bazıları bilgisizlikten, bazıları da bilinçli olan bazı eleştiriler de aldık. Bu eleştiriler genel olarak şöyleydi.
Bazıları bu süreçte hükümeti eleştirmenin reel politikten uzak olduğunu, elleri ile bir şey yapmasa da söz söyleyenleri kınamanın yanlış olduğunu, kimsenin konuşmadığı bir zamanda konuşanların kıymetli olduğunu söyledi. Bazıları hayal kurduğumuzu, olmayacak şeyleri istediğimizi, gerçekçi olmamız gerektiğini, bu zamanda söylediklerimizin olmayacağını söyledi. Bazıları ise Şer’i olarak “İsrail’i” haritadan silmemiz gerektiğini, siyasi olarak iki devletli çözüme hayır tek devlet Raşidi Hilafet projemizin ABD, İsrail ve Batı’ya rağmen olamayacağını, BM, NATO ve uluslar arası hukuku dikkate almadığımızı, “İsrail” merkezli bir barışa mecbur olduğumuzu söyledi…
Teveccüh ile karşılanan çağrımızdan bir bölümü tekrar hatırlatmak istiyorum.
Ey Müslümanlar, biz gasıp Yahudi varlığı İsrail’i kınamıyoruz. Çünkü Yahudiler, Nebilerin katilleri ve Müslümanların en azılı düşmanlarıdır. "İsrail" denen yapı ortaya çıkarıldığı günden bu yana katliam yapmayı adet edinmiş ve Filistin’de olduğu müddetçe bu katliamlara devam edecektir. Filistin meselesinin tek çözümü Yahudi varlığını Mübarek aksa topraklarından çıkarmak ve onları kökünden kazımaktır. Bunun dışında her çözüm Filistin meselesinin çözümünde maksatlı saptırma, beyhude çabadır.
Ey Müslümanlar! Biz, bu saldırılara karşı suspus olanları kınıyoruz! Sadece söz üreterek somut adımlar atamayanları kınıyoruz! Ordularını kışlalarda tutarak terörist İsrail’e göndermeyenleri kınıyoruz! Ellerine Müslüman kanı bulaşmış olduğu halde o kanlı ellerini tutanları kınıyoruz! Müslümanların ilk kıblesi olan ve kutsal mekânlarından birisi olan Mescid-i Aksayı işgal ettiği halde Yahudi ile istihbarat antlaşması bozmayanları kınıyoruz! Askeri ve ekonomik işbirliği içerisinde olanları kınıyoruz! Büyük elçileri, konsolosları hala ülkesinde barındıranları tüm ülkeleri kınıyoruz.
Ey Müslümanların başındaki yöneticiler, Filistin sorununu tek çözümü olan tüm Filistin topraklarından Yahudileri temizlemek için orduları harekete geçirin. Bunun dışında kâfir batının batıl çözümleri olan ortak tek devlet veya ikili devlet veya 48 veya 67 sınırları tanımak gibi önerilerin tamamını reddedin.
Allah’a sonsuz hamd olsun ki, yıllardır bilinçli ve projeli bir zihin kontrolü altında tutulan Müslümanlar, “İsrail bizim kaderimiz”, “İsrail yenilemez”, “O istediğinde bizi vurur biz ölürüz”, “bizden bir şey olmaz”, “ahir zaman”, “Mehdi gelene kadar”, “güçsüzüz”, “silahımız yok”, “uluslar arası hukuk” şöyleyiz, böyleyiz cinsinden söylemlerin öğretilmiş kocaman bir yalan olduğunu artık görüyor. Bu çağrımız düşünen akıllar için, hissini kaybetmemiş kalpler için ölüm uykusundan uyanışa vesile oluyor Elhamdülillah.
Bilgisizlikten ve bildiği halde eleştiren kardeşlerin eleştiri konuları için şunları söyleyebilirim. Reel politika açısından yöneticilere ve ordulara çağrımızı anlamsız bulanlar ve sadece konuşan yöneticiler aslında kendileri de konuşmayan yöneticileri konuşmaya davet ediyorlar. Yani onlarda yöneticilere sesleniyorlar. Farkımız biz harekete geçin dediğimizde reel politika açısından tehlike arz ediyor, onlar sadece konuşun dediklerinde tehlike ortadan kalkıyor öyle mi? Peki susan yöneticiler için konuşmak reel politika için tehlikeli ise bizi eleştirenler ve sadece konuşan yöneticiler reel politikaya uymamış olmuyorlar mı? Biz ey Erdoğan terörist İsrail’e karşı yaptırım kararı al derken bizi eleştirenler, suskunluktan dert yananlar Ey kral Abdullah Başbakanımız konuşuyor sen de konuş mu demek istiyor? Tüm yöneticiler konuşsalar acaba kimin derdine derman olabilirler? Başbakan Suriye konusunda yıllardır konuştu da ne kazandı Suriye halkı? Filistin için “one minute” demeden önce ve sonra kardeşlerimiz için ne değişti? Yani söylenen sözler hangi zulmü engelleyebildi?
Biz bütün bunlar yaşanırken konuşmanın önemini elbette biliyoruz ve hakkı konuşmanın bireylere, cemaatlere, âlimlere ve yöneticilere farz olduğunu düşünüyoruz.
Ancak hak söz, terör devleti İsrail’i kınamak değil, onu tanımamak ve Ona lanet etmektir.
Hak söz, Ey kâfirler topluluğu BM, NATO ve ABD gidin “İsrail’e” engel olun, Müslümanları koruyun, bize sahip çıkın anlamına gelen çağrılar değil, Ey Müslümanlar, ey cemaatler, ey yöneticiler harekete geçin demektir.
Hak söz, “İsrail’den” medet umarak barışı beklemek değil ona haddini bildirecek cihat farzını eda edecek Hilafetin ikame edilmesi gerekliliğini söylemektir.
Hak söz, imkânı olduğu halde hakkı söylemeyenlerin dilsiz şeytan olduklarının söylenmesidir.
Hak söz, hakkı söylemeyen ve hiçbir fiili adım atmayan yöneticilerin, âlimlerin, güç sahiplerinin aciz, korkak olduklarını Allah’a, Resulüne (S.A.V.) ve Müslümanlara karşı ihanet içinde olduklarını söylemektir.
Hak söz, havada asılı kalan kelimeler değil, akan kanı, yok edilen canları, malları, beldeleri kurtaracak somut adımlar için söylenen sözdür.
Eleştiri konusu başka bir konu ise, bizim hayal kurduğumuz, gerçekçi olmadığımız konusu. Bize gerçekçi taleplerde bulunun diyenler, NATO’yu BM’yi göreve çağıranlar aslında. Hatta NATO “İsrail’i” vurmalı söylemi konuşulsun, kamuoyu yapılsın diyenler. Kıtalar ötesinden ABD ve Batı bizim için savaşsın diyenler. Müslümanlar sadece tepki göstersin ve sadece duaları, yardımları, gösterileri ile “İsrail’i” yok etsin diyenler. Tüm bunlar gerçekçi, hayal değil, vakıası olan şeyler ancak 14 asırlık İslam tarihini yeniden canlandırmak, vahdet olmak, devlet olmak ve” İsrail” ile top yekûn savaşmak hayal öyle mi? Eğer hala böyle düşünenler varsa, hayal ile gerçeğin arasını ayırmaktan aciz, hayalleri dahi çalınmış olanlardır.
Bu ümmet aşağılık Yahudi varlığına karşı Allah için canlı kalkan olmaya hazırken, ümmete asıl kalkanının vahdet olduğunu, birlik olduğunu, İslam’ı uygulayacak ve âleme davet ve cihat yoluyla yayacak, “İsrail’i” ve tüm zalimleri yok edecek kalkanın Hilafet olduğunu söylüyoruz.
Bir diğer konu ise “İsrail’i” haritan silmeden, 48, 67 topraklarını, tek devlet veya ikili devletli çözüm gibi kâfirlerin planlarını reddetmemizi anlamayanlara ise Şer’i olarak Filistin topraklarının fıkhını araştırmalarını tavsiye ediyorum. İşgal edilmiş beldelerimiz ile ilgili üzerimize düşen sorumluluğu ve tarihte Müslümanların neler yaptıklarını tekrar tefekkür etmemiz gerektiğini söylüyorum. Ayrıca asker, toprak, silah, teknoloji ve diğer konularda İslam ümmetinin devasa gücü ile kâfirlerin gücünü karşılaştırmamız gerektiğini bunu yaparken de Allah’ı hesaba katmamız gerektiğini düşünüyorum.
Aslında bu çağrıları yapan bizler şunu da çok iyi görüyoruz ki, başımızdaki konuşan ve susan tüm yöneticiler ve güç sahipleri 1 asırlık bu çağrılarımıza icabet etmediler ve önceki seleflerinden ibret almadılar. Afganistan, Somali, Filistin, Irak, Libya, Mısır, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Suriye ve dahası için kıllarını dahi kıpırdatmadılar, hatta birçoğu kâfirlerin yanında yer aldılar. Evet, biz bunu çok iyi biliyoruz. Ancak Rabbimizin Kuranda belirttiği gibi belki akıl alıp tövbe eder dönerler diye, dönmezlerse de biz Müslüman olarak kıyamet gününde Rabbimize Allah’ım biz tebliğ ettik diyelim diye çağrıda bulunuyoruz.
Ve biz aslında bu çağrılarımız ile İslam ümmetine çağrıda bulunuyoruz. Ey Müslümanlar çaresiz değilsiniz. Çözümsüzde değilsiniz. Çözüm sizlersiniz diyoruz. Çözümü başka yerlerde aramayın diyoruz. Allah Ve Resulü sizlere güç olmayı, birlikte vahdet olmayı, cana can, dişe diş, orduya ordu ile karşılık vermenizi emretti diyoruz. O halde haydi koşun kardeşlerinize yardıma. Başınızdakiler eğer sizlerin yöneticileri ise, eğer Allah’a ve Resulüne bağlı iseler Allah için harekete geçsinler. Eğer geçmiyorlarsa siz harekete geçin. Çünkü bu yöneticiler Allah’ı ve Resulü’nü değil reel politiği, BM, NATO’yu, var olan tağuti sistemleri, güçleri, nefislerini esas alıyorlar.
Aslında biz tüm insanlığa ve İslam ümmetine hep birlikte harekete geçelim diyoruz. Ve biz bu çağrımızla sadece Gazze için değil tüm beldelerimiz için, tüm zulümler için harekete geçelim diyoruz. Ve biz İslam Nizamının hâkimiyetini uygulayacak Şer’i, akli, siyasi ve tarihi çözümün 2. Raşidi Hilafet olduğunu söylüyoruz.