15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden tam 1 yıl geçti. Neredeyse her hafta operasyonlar yapıldı, on binlerce insan gözaltına alındı, bazıları serbest bırakıldı, bazıları ise tutuklandı. Operasyonlar, tutuklamalar o kadar çok oldu ki artık normalleşti. Televizyonlarda sıradan haber haline geldi. İnsanlar birbirinden şüphelenir oldu, güven kayboldu. Her taşın altından “FETÖ” çıktı! Darbenin asıl sorumluları, arkasındaki güçler ve bunlara karşı yapılması gerekenler yeterince konuşulmadı, somut adımlar atılmadı.
Cumhurbaşkanı’nın ifadesi ile “eldeki piyonlar” için bile yargı süreci tamamlanmadı, henüz ceza alan olmadı. Piyonlarla dahi mücadele ederken geçen 1 yıllık süreçte at izi it izine karıştı. Devlet alt kesimlere dokunurken güçlü, üst kesimlere (siyasi-yurt dışı ayağı) dokunurken zayıf kaldı! Yeni mağduriyetler oluşturuldu. Sistem “FETÖ” bahanesi ile birçok kesime gözdağı vermeye çalıştı. Yıllarca “FETÖ”ye karşı olduğu bilinen insanlar, “FETÖ” suçlaması ile mağdur edildi, tutuklandı. Herkes için lazım olan adalet yine gecikti. Yaşanan mağduriyetler için “kurunun yanında yaş da yanar”, “bu normaldir” denildi.
Geçen 1 yılda “FETÖ”nün mağdur ettiği İslamî kesimler yine suçlu görüldü. Onlar ile ilgili hiçbir somut adım atılmadı. Aksine “FETÖ” yaptı denilen “düşman ceza hukuku” kaldığı yerden devam ettirildi. Kanser tedavisi görenler kelepçeyle ameliyata alındı, İslam’a davet ettiği için “çelik” gibi dava adamlarına 15 yıl cezalar verildi. İslamî düşünen, ancak entegre olmayan İslamî camialarla mücadele daha da sertleşti. Yeni iddialar, iftiralar hazırlandı, operasyonlar yapıldı. “FETÖ” üzerinden cemaatler ile ilgili olumsuz algı oluşturuldu. Diyanet İşleri, cemaatlere ayar vermek ve devlete bağlılık için görevlendirildi. Cemaatlerin görevi; vatana hizmet, devlete sadakat olarak belirlendi. Cemaatleri yok edeceğiz diyen kadrolar yeniden görevlerine iade edildi. Ergenekon, Balyoz gibi darbe davaları düşürüldü, ağır tazminatlar ödendi, onlarla yola devam edildi.
Meydanlara “Allahu Ekber” nidaları ile çıkan halk bu yine meydanlara davet edildi. Ancak bu sefer darbeyi engelleyen İslamî ruh, demokrasi ve vatancılık ile örtülmeye çalışıldı. “Hâkimiyet milletindir” yazılarının önünde “Demokrasi nöbetleri”, “Demokrasi şölenleri-eğlenceleri” düzenlendi. Demokrasi şehitleri ilan edildi, demokrasi için sabah namazına davetler yapıldı. Canını, malını Allah için tehlikeye atan Müslümanların bulunduğu meydanlarda Kur’an okundu ancak anlatılan demokrasi, cumhuriyet ve milli ruhtu. Vatan o kadar öne çıkarıldı ki milli ruh, ümmet ruhunu unutturdu. Hiç kimse düşünmesin diye her şey düşünüldü, puslu havayı seven kurt kuzuyu boğazladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 15 Temmuz etkinliklerinde söylediği; “…Eğer güçlü değilsek bize bir gün yaşama hakkı vermeyecek o kadar çok düşman kapıda bekliyor ki, isimlerini tek tek saysak çok ciddi uluslararası krizle karşı karşıya kalırız” söylemi, asıl düşmanın “FETÖ”, PKK, PYD değil de ABD, AB, NATO, Rusya, “İsrail” ve diğer kâfir devletler olduğunu bir kez daha gösterdi. Peki, bu düşmanlar tüm bu yaşananlara rağmen kapımızdalar mı? Yoksa evimizin içinde misafir gibiler mi? 15 Temmuz’da kaybettiğimiz 249 cana ve son 2 yılda terörden dolayı kaybettiğimiz 2 bin cana rağmen bu düşmanların ajanları, elçileri, konsolosları, şirketleri, topraklarımızdaki işgal üstleri, limanları, hava sahaları hâlâ neden açık? Neden bu düşmanların anayasa ve kanunları, yönetim şekilleri, anlayışları, ölçüleri bizim topraklarımızda uygulanıyor? Neden hâlâ onların inancı olan demokrasi, laiklik, başkanlık gibi kavramlar halka dayatılıyor? Neden onlarla dost olunuyor, anlaşma yapılıyor ve onların planları uygulanıyor? Neden, neden ve neden?
Unutmayalım ki, darbeye karşı olan piyon ve arkasındaki asıl darbecileri gören Müslüman halk canını, malını tehlikeye attı ve bedel ödeyerek darbeyi durdurdu. Laikler, demokratlar değil, Müslümanlar meydanlardaydı. Geçen yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan Saray’da darbeyi engellemek için bedel ödeyenlerin ailelerine hitabında “Bize yapılan ile Suriye, Irak, Filistin ve Mısır’a yapılan aynı, şimdi onların yanında olacağız” demişti. 1 yıl sonra ne mi oldu?
Suriye’nin yanında olmadık! Türkiye büyük şeytan ABD’nin başını çektiği koalisyon ile hareket etti, Fırat Kalkanı operasyonu yapıldı. Suriye katliamına ortak olan Rusya ile anlaştı, dost oldu. Suriye konusunda Rusya ile ittifak kuruldu, şimdi ise Rusya ile birlikte İdlib’e girmeyi planlıyor! Sonuç; Halep düştü! Muhalifler bölündü! İdlib’te yeni katliamlar yapıldı…
Filistin’in yanında olmadık! Türkiye terör devleti ile yeniden dost oldu! En yetkili ağızlardan bu dillendirildi! Anlaşmalar imzalandı, iyi niyet için ziyaretler yapıldı, bakanlar gönderildi, Saray’da katil Yahudilerin temsilcileri onların dinletileri ile ağırlandı! Mahkemeler siyasi iradenin kararı ile Mavi Marmara davasını düşürdü! Bakanlık şehitleri ve gazileri suçlu, terör devletini ise haklı buldu! Gazze yine elektriksiz kaldı, gemiler yardımları ulaştırdı ancak yine Gazze Ramazan ayında bombalandı. Aksa işgal edildi, avlusunda onlarca Müslümanlar katledildi. Mescid-i Aksa’ya terör devleti yasak getirdi, giriş için x-ray cihazları kurdu.
Irak’ın yanında olamadık! Müttefikimiz ABD Irak ve İran güçleri ile anlaşarak Musul şehrini harabeye döndürdü. En ağır silahlar yine sivilleri vurdu, halk perişan edildi. Dicle nehri sahipsiz Müslümanların cesetleri ile doldu. Türkiye ise ABD’nin Musul operasyonuna katılamamasına üzüldü!
Darbeyi unutturmayacağız denildi, ancak darbenin arkasında denilen ABD ile ilişkilere devam edildi. Klasör klasör dosyalar sunuldu ancak dost ve müttefik büyük şeytan bunları kaale dahi almadı! Üstüne üstlük son 2 yılda 2 bin insanımızı katleden PKK-PYD gibi terör örgütlerine silah verdi, onunla birlikte hareket etti. Siz yine ilişkileri devam ettirdiniz! ABD müttefik, dost dediniz! Hiçbir somut adım atmadınız!
Darbenin arkasındaki İngilizleri hiç gündeme getirmediniz. Darbenin arkasındaki İngilizlerin kraliçesinin doğum yıldönümüne darbe gecesi esir alınmış Genelkurmay başkanını, bakanlarınızı gönderdiniz! Onlar bize darbe yaptı siz ise onları doğum günlerinde yalnız bırakmadınız!
Darbenin üzerinden 1 yıl geçti ama maalesef İslam’ın ve Müslümanların güçlenmesi için gereken gayreti göstermediniz! Onların yüreğini soğutacak idam taleplerini dahi siyasi malzeme haline getirdiniz! “Getirin, imzalarım” dediniz ama genel başkan olduğunuz halde talimat vermediniz! Darbeye karşı yanımızda olan Suriye, Irak, Filistin, Mısır gibi halkı Müslüman olanları yalnız bıraktınız!
Sözüm tüm darbeye karşı olanlara;
En büyük darbe, Allah’ın hâkimiyet hakkının gasp edilmesidir! Yerlerin ve göklerin sahibi olan Allah’ın dinine, düzenine uymamak, yeni düzen, sistem belirlemek asıl darbedir. Allah’ın arzında hakkı olmadığı halde düzen koyanlar darbecidirler. İşte günümüz dünyasındaki tüm sistemler aslında İslam’a uymadıkları için darbe ürünüdürler. Hâkimiyet hakkını güç sahiplerine veren anlayış da, halka veren demokrasi de darbe ürünüdür.
İslam’ın hayat nizamlarına karşı din ile devleti birbirinden ayıran laiklik de hayatımıza darbedir…
Batı’dan anayasa ve kanun ithal etmek, İslam’a vurulmuş darbedir.
3 kıtaya yayılmış İslam beldelerinin bölünmesi, parçalanması, sınırların Batılı düşmanlarımız tarafından çizilmesi, birliğimize vurulmuş darbedir.
Beldelerin işgal edilmesi, kadın-erkek, genç-yaşlı milyonlarca insanın katledilmesi insanlığa vurulmuş darbedir.
Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin sömürülmesi, Batı’ya hizmet etmesi, insanlığın köleleştirilmesi mülkiyete vurulmuş darbedir…
Irkçılık, milliyetçilik, vatancılık, menfaatçilik kardeşliğimize vurulmuş darbedir.
Farzların yasaklanması, haramların serbest bırakılması dünya ve ahretimize, akıbetimize vurulmuş darbedir.
Allah’a, Rasulü’ne itaat etmemek, Kur’an ve sünnete uymamak insanın kendi kendine yapabileceği en kötü darbedir.
Gelin tüm darbelere karşı olalım, dik duralım, mücadele edelim… Allah’ın bizim için tercih ettiğine, emrettiğine, düzenlediğine karşı çıkan hayatımıza, ahretimize darbe vurmak isteyenlere karşı mücadele edelim…
Eğitim, içtima, yargı, hukuk, ekonomi, sosyal hayat ve tüm alanlardaki hükümleri yalnızca İslam’dan alalım. Tüm kâfirlere ve onların İslam’a ve Müslümanlara karşı darbelerine karşı duralım. Onların kanunlarını, anlayışlarını, icatlarını onlara iade edelim. Tüm dünyanın yalnızca İslam’a boyun bükmesi, teslim olması için çalışalım… Gelin İslamî bir hayatın inşası için Raşidî Hilafet’in kurulması için çalışalım. Ancak bu şekilde darbeler durdurulmuş ve darbeciler engellenmiş olur. Yoksa bir darbeciyi durduranlar diğer bir darbeciye destek vermiş ve bilerek veya bilmeyerek kendine zulmetmiş olur. Bugün maalesef durumumuz budur…
Unutmayalım, tüm nebi ve rasuller Allah’ın hâkimiyetine karşı olan tüm darbecilerle mücadele için gönderildiler. İşte bu, kulluktur. İşte bu, darbeye ve darbecilere karşı olmaktır… Çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışmalıdır…