Allah’ın mümtaz kıldığı Şam topraklarındaki Müslümanlar “gayret bizden zafer Allah’tandır” inancı ile yola çıktılar. Yüz binlerce şehit, milyonlarca yaralı ve muhacir ile çok büyük bedeller ödediler… Düşmanlarının her türlü zulümlerine rağmen dik durdular, eğilmediler, davalarından vazgeçmediler. Her türlü zorluğa rağmen, bombalar altında kalan çocuklarının, kadınlarının acısını yaşarken dahi davalarına sahip çıktıklarını, dönmeyeceklerini, Allah’a söz verdiklerini tüm dünyaya haykırdılar… Tarihte eşine az rastlanır bir mücadele verdiler/veriyorlar…
Biz Suriye’nin dava adamlarını, mücahitleri, kadınları hatta çocukları anlamaya çalışırken siyer-i Nebi’de geçenleri canlı izliyor gibiydik. Aynı davanın garipleri zamana meydan okurcasına mücadele ediyorlardı. Onlar bize imanı, tevekkülü, takdire boyun eğmeyi, sabrı, sebatı, direnişi, şahadeti, zalime hakkı söylemek için bedel ödemeyi ve daha birçok şeyi öğrettiler…
Biz iman ediyoruz ki zaferin tek sahibi Allah’tır. Allah’ın zafer ile ilgili takdiri yazılmıştır, kalem kurumuştur ve kim ne yaparsa yapsın bu takdiri değiştiremeyecektir. Herkes amelinin karşılığını bulacaktır. İman edip salih amel işleyenler bundan; ihanet edip kâfirlerle birlikte olanlar da bu amellerinden hesaba çekileceklerdir. Müminlerin ise İslam üzere her amelleri hayırdır. Bu yüzden Mümin’in haline şaşılır, iyi gibi de olsa kötü gibi de görülse onun için hayırdır. Zafer de olsa yenilgi de olsa hayırdır. Bela ise onun yakasına öyle yapışmıştır ki Mümin Allah’a tertemiz ulaşana kadar, imanına göre onun yakasını bırakmaz. Halep ve çevresindeki samimi Müminler şahit olduğumuz belalar ile imtihan edildiler, temizlendiler ve rızası için mücadele ettikleri Rablerine kavuştular.
Halep Neden Düştü?
Halepli Müslümanlar ellerinden geleni yaptılar ve sonuç ne olursa olsun kazandılar. Aslında düşen, onları temsil ettiğini söyleyen ancak kıyama sadık kalmayanların maskeleriydi. Düşen, kâfirler ile birlikte hareket eden ancak Müslümanların canları, malları, namusları için harekete geçmeyen yöneticilerin, güç sahiplerinin maskeleriydi. Yine düşen, Halep değil Halep’e sessiz kalan, yöneticilerin söylediğini tekrar eden, ideali, hedefi, projesi olmayan âlimlerin, cemaatlerin maskeleriydi.
Peki, neden bu hale geldi ve neden düştü Halep?
Halep, Arap Birliği’nin, İslam işbirliği Teşkilatı’nın, Türkiye’nin, Suudi Arabistan’ın ve diğer halkı Müslüman olan yöneticilerin, komutanların yaşananları film seyreder gibi seyrettikleri, kıllarını dahi kıpırdatmadıkları, timsah gözyaşı dökerken fiilî hiçbir adım atmadıkları, orduları hareket ettirmedikleri için düştü.
Başından bugüne, Suriye’de etkisi olan Türkiye ve Suudi Arabistan gibi devletlerin Amerika ile beraber hareket ettikleri, onun siyasî oyunlarına hizmet ettikleri, hava sahalarını açtıkları, limanları, boğazları kâfirlere peşkeş çektikleri için düştü.
Kâfirlerin emri ile kurulan koalisyona katıldığımız, uçaklarımızı ABD emriyle Suriye’ye gönderdiğimiz için düştü.
“Fırat Kalkanı” değil “İslam Kalkanı”, “Halep Kalkanı” ile canlarımızı, kadınlarımızı, çocuklarımızı korumak için onlara kalkan olmadığımızdan bu hale geldi Halep.
On binlerce şehit veren mücahit grupların komutanlarının ne için cihat ettiklerini, dostları ve düşmanlarının kim olduğunu, hedeflerinin ne olduğunu, İslam ile nasıl hükmedeceklerini açıklamadıkları için düştü Halep... Yine Ahraru’ş Şam, Ceyşul Mücahidin, Feylak’uş Şam ve Cephetuş Şam gibi grupların Türkiye, Suudi Arabistan gibi devletlerin ABD yapımı planlarına kandıkları ve uydukları için düştü.
Rusya ile dost olduğumuz, Suriye için askeri ve istihbarat anlaşması yaptığımız, canları, malları, namusları Rusya ile ilişkilere tercih ettiğimiz için bu halde. Putin’in rejimi, Türkiye’nin muhalefeti masaya oturttuğu, gayri İslamî yönetimi dayattığı ve buna sessiz kaldığımız için düştü.
Halep’ten namussuzların değil de “namuslarımızı korumak için oradan çıktık” diyen namus timsali mümine kadınların çıkartıldığı gün Halep düştü. Hâlbuki çıkartılması gerekenler Halep’in bu temiz müminleri değil Esed, İran, Rusya ve onlara hizmet eden elleri kanlı katillerdi.
“Halep’e geri döneceğiz”, “Halep Bizim”, “Allah’ın takdirine güveniyoruz” diyen çocukları Halep’ten çıkardığımız ama onları katledenleri Halep’te bıraktığımız gün düştü Halep.
Allah’ın ipine (rahmet olabilecek ihtilaflarımızı aşarak) sımsıkı sarılamadığımız, birlikte olamadığımız, birlikte hareket edemediğimiz için düştü.
Halep ve Suriye konusunu insanî mesele olarak gördüğümüz gün düştü. Sadece un, gıda, battaniye yardım kampanyaları düzenlemekle yetindiğimiz, zenginlere seslendiğimiz kadar yöneticilere, güç sahiplerine sükût ettiğimiz için düştü.
Yüz binlerce insanın şahadetine, milyonlarcasının yaralanmasına rağmen şehitlerin yolunu tek ettiğimiz, onların katilleri ile masaya oturduğumuz için düştü.
Yüz binlerce insan öldürülürken ve hatta namuslar kirletilirken bunu yapanlara “dur” demeyen, tek bir fiilî adım atmayan yöneticileri, terör devletleri ile müzakere yaptıkları halde İslam’ı, masumları değil yöneticileri ve gayri İslamî işlerini korumaya çalıştığımız için düştü.
Suriye’de yaşananların hak-batıl mücadelesi olduğunu kapı kapı, meydan meydan dolaşıp anlatamadığımız, kıyamın arkasında “‘İsrail’, ABD, vs. var” diyen basiretsizlerin yanlışını âleme duyuramadığımız için düştü.
Yahudi varlığı ile anlaştığımız, onu dost olarak gördüğümüz, Mavi Marmara davasına ihanet ettiğimiz için düştü. “One Munite” dediğinde kahraman ilan ettiğimiz yöneticileri, terör devleti ile anlaşma yaptığında da kahraman ilan ettiğimiz için düştü.
Ölçümüzü, zaman, şartlar, anlaşmalar, millî menfaatler, reel politik, aklî yorumlar, çoğunluk, vs. belirlediği zaman düştü…
Halep, İstanbul düştüğünde düştü. “İmam kalkandır Onun arkasında savaşılır onunla korunulur” hadisini anlayamadığımız, evde, camide, cemaatte bir lider seçtiğimiz halde ümmet olarak başsız kalmaya ses çıkarmadığımız, Halifesizliğe alıştığımız ve bu yolda çalışmadığımız için düştü.
Bizim davamız, Allah’ın dinini hâkim kılma davasıdır. Her nere düşerse düşsün, Allah’ın emir ve nehiyleri düşmemelidir. Kaldırmamız gereken ilk şey, işte budur. Allah’ın dini bizim için canlarımızdan, mallarımızdan ve hatta namuslarımızdan daha kıymetlidir. İslamî bir hayat (Raşidî Hilafet) olmadan biz hiçbir şeyimizi koruyamadığımızı bir kez daha gördük. İşte bizim davamız hak davadır. Bu dava için yapılan her amel, hak ameldir ve Allah mutlaka bunun mükâfatını verecektir. Bu yüzden kaybeden biz değil, Allah’ın kitabı Rasulü’nün sünnetini ölçü almayan ve buna göre hareket etmeyenlerdir.