Ayaklarda bölge şartlarına göre imal edilmiş botlar, özel kamuflajlar, fiyakalı güneş gözlükleri, son teknoloji silahlar, çelik yelekler, Hummer cipler, ağır bombardıman uçakları ve jetlerle destekli hava üstünlüğü, tanklar, toplar, ağır silahlar, 42 devletin ordularından oluşan koalisyon gücü.. 20 sene evvel Afganistan’ı işgal etti. Karşılarında ise küçümseyip dudak büktükleri, ayaklarında sandalet ya da terlikle dağları arşınlayan, ellerinde Tevhid sancakları, altlarında çağın teknolojik atları motosikletlerle zafere inanmış Taliban vardı. Bilim, akıl ve mantık 42 devletten oluşan son teknoloji ile donatılmış ordunun galip geleceğinden emindi.
Peki, unuttukları ya da inkâr ettikleri ayetler ne diyordu?
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı sabit kılar.” [Muhammed Suresi 7]
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.” [Âl-i İmran Suresi 139]
Bu ayetler yine tezahür ediyordu, komünist ideolojinin gömüldüğü Hindikuş Dağları’nda, Kandahar’da, Kunduz’da…
Kim bilebilirdi ki, Kızıl Ordu 1989’da Afganistan’dan burnu yere sürtüle sürtüle mağlup olup çekilirken, yaklaşık iki yıl sonra 1991’de komünizmin kalesi Sovyetlerin yıkılacağını?
Makyajlı yüzüyle ve ağzında yine o bilindik replikle; “demokrasi getiriyorum” diyerek Afganistan topraklarını işgal eden kapitalizm de ağır bir yenilgi aldı. Kapitalizmin lokomotifi ABD, Afganistan bozkırlarında trilyonlarca dolar ve binlerce askerini kaybetti.
11 Eylül saldırılarından 6 gün sonra ABD Başkanı George Bush’un kibirli açıklamaları hâlâ kulağımda: “Terörizme karşı bu bir Haçlı Seferi… Bu savaş zaman alacaktır. Amerikalılar sabırlı olmalıdır.”
Yalnızca teröristlerin değil, bunları destekleyenlerin de suçlu olduğunu söyleyen Bush, “21. yüzyılın ilk savaşını kararlı bir biçimde kazanmak zamanı artık gelmiştir. Evet, ulusumuz korkmuştur, ancak eli kolu bağlanmamıştır.” diyerek Afganistan’ı hedef gösterdiyordu.
Komünizmin yıkılmasıyla NATO artık yeni bir düşman bulmalıydı kendine. Komünist artıklarını kapitalist ideolojiye boyun eğdiren kapitalizmin karşısında tehdit olarak yalnız İslâm kalmıştı. İslâm akidesinin ruhani yönü ile birlikte siyasi yönünü de savunanlar “terörist” ilan edilmiş ve ideolojik olarak İslâm’ı savunanlar “radikal” olarak tanımlanmıştı. Tıpkı Mekke’de olduğu gibi… “Namazınızı kılın, ibadetlerinizi yapın ama yönetime, siyasete karışmayın! Dünya üzerinde dönen sömürü çarklarımıza çomak sokmayın” deniyordu. Oysa Allah Subhanehu ve Teâlâ, Yusuf Suresi 40. ayette şöyle buyuruyordu: “Hüküm yalnız Allah’ındır!”
Bugün ABD, dünya üzerinde prestijini kaybetmemek için “onurlu geri çekilme” stratejisini hayata geçirdi. Bu fırsat verilmeseydi ve sonuna kadar savaşılıp tıpkı Sovyetler gibi burnu yerlere sürtülerek Afganistan’dan kovulsaydı, bugün ipe un sererek şartlar öne süremeyecekti. Öyle ya da böyle Taliban, ABD’yi, nihayetinde kapitalizmin ordusu NATO’yu mağlup etmiştir.
Gelelim Türkiye’nin Kâbil Havalimanı görevini üstlenme hevesine…
Türkiye, Kore’de NATO ile birlikte neden savaşa dâhil olduğunun cevabını ararken, ABD’nin çağrısı ile 2001 yılında Bush’un kibirli açıklamalarıyla başlayan Afganistan’daki savaşa dâhil oluverdi. ABD, sadakat bekliyor ve çıkarlarını koruyacak ordular arıyordu. Yoksa ne Kore bize düşman ne de biz Kore’ye hasım… Muharip güç olmaması elbette yanlış cephede olduğu gerçeğini değiştirmez. Kurşunu sıkana mühimmat taşımak, onun güvenliğini sağlamak için devriye atmak neyi değiştirir ki? Dâhil olduğu koalisyon Afganistan’da medreseleri bombaladı ve çocukları katletti; hastaneleri, şehirleri, pazar yerlerini ve camileri yerle bir etti. Yüzbinlerce Müslümanı kapitalizmin sömürü çarklarını döndürebilmek için vahşice katletti. Kısacası Mehmetçik, Ahmetleri, Mehmetleri, Muhammedleri katleden bir koalisyonun içindeydi.
Biden yönetiminin iş başına gelmesiyle birlikte Ankara’da bir telaş başladı. “Biden ne zaman kontak kuracak?”, “Neden görüşme olmadı?” endişesi medyaya yansıyordu. Aylar sonra telefonda ilk görüşme sağlanmış ve Brüksel’deki NATO zirvesinde yüz yüze görüşüleceği haberi sonrası da ülkede bir bayram havası estirilmişti. Gece Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşen Biden, ertesi gün kameraların karşısına geçip “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanarak resmen Türkiye’ye hakaret etmişti ve Erdoğan bunun hesabını soracağına dair açıklamalarda bulunmuştu. Herkes NATO zirvesinde Biden-Erdoğan görüşmesine kilitlenmiş ve yapılacak basın açıklamasını bekliyordu. Bir gazeteci Erdoğan’a “‘Ermeni soykırımı’ ifadesi gündeme geldi mi?” diye sorunca, Erdoğan, “Hamdolsun hiç gündeme gelmedi” cevabını vererek görüşmenin kimin kontrolünde gerçekleştiğini itiraf ediyordu. Bırakın hesap sormayı gündeme gelmediği için hamd ediliyor. Ne acı…
Erdoğan asıl baklayı ağzından çıkardı ve “Afganistan konusundaki düşüncelerimizi açık bir şekilde Biden’a ifade ettim.” dedi. Erdoğan, “Eğer Afganistan’dan çıkmamız istenmiyorsa, özellikle orada belirli bir desteğin verilmesi isteniyorsa, diplomatik, lojistik, bunun yanında mali konularda Amerika’nın bize vereceği destek büyük önem arz ediyor.” şeklinde konuştu. Kilit ifade neydi? Kilit ifade: “Eğer Afganistan’dan çıkmamız istenmiyorsa…” ABD, mağlup olduğu Afganistan’dan kaçarken, “dost ve müttefiki, stratejik ortağı” Ankara’ya yeni bir ihale vermişti. Türkiye’nin yeni görevi Kâbil Havalimanı’nı korumaktı. NATO üyesi Türkiye’nin Kabil’de kalması ne anlama geliyordu? “Taliban’ın Afganistan topraklarındaki hâkimiyetini tanımıyorum ve Kabil’deki kukla hükümeti desteklemeye devam edeceğim!” Dağlık bir bölgede yer alan, deniz ulaşımı olmayan ve karayollarında ciddi bir güvenlik sıkıntısı bulunan Afganistan’ın dış dünyayla bağının kurulabilmesi için Kâbil Havalimanı hayati bir role sahip. Ayrıca ABD’nin, Çin’i çevreleme ve baskı altında tutma stratejisi gereği de yine Afganistan kritik bir öneme sahip. Sürekli Afgan halkının geleceğinden bahseden ABD’nin stratejisinin; gerekirse savaşı bölgedeki ortakları ile zamana yaymak ve büsbütün halkı fakirliğe ve sefalete itmek olduğu anlaşıyor. ABD’nin çıkarları doğrultusunda deveran eden bağımlı bir dış siyaset sarmalındayız.
Bir taraftan selefi Pervez Müşerref’in rezil akıbetini unutan ve Washington’da aşağılanan Pakistan Başbakanı İmran Han, Pakistan üslerini ABD’ye açıp kukla Afgan hükümetini Taliban’a karşı korumaya çalışırken, diğer taraftan bol madalyalı palyaço Raşid Dostum’un tehditkâr açıklamaları, ABD çekilse de hizmetkârlarının bölgede göreve amade olduklarını gösteriyor.
ABD’nin Afganistan’da mağlubiyeti sonrası Taliban ile Doha’da imzaladığı çekilme anlaşmasına uymayıp Türkiye’yi devreye soktuğu açıkça görülüyor. Biden yönetiminin işbaşı yapmasıyla birlikte Ankara’nın dış siyasetinde 180 derecelik bir dönüş/üm yaşandı. Sisi rejimi ile normalleşme sürecini Mısır halkı ile “kadim kardeşlik” üzerine bina eden Erdoğan, Afganistan’da Afgan halkı ile “dostluğu” ileri sürerek Washington tarafından verilen rolü perdelemeye çalışıyor.
Taliban, Türkiye’nin NATO’nun bir parçası olduğu ve Afganistan’da kaldığı sürece işgalci muamelesi göreceğini defalarca açıklamasına rağmen Türkiye, “Afganistan yönetimi kalmamızı istiyor” diyerek Washington’ın verdiği Kabil Havalimanı’nı koruma görevini üstlenme isteğini ısrarla beyan ediyor. Bilindiği üzere Taliban, Afganistan’daki yönetimi ABD kuklası olarak niteleyip görüşmeyi reddetmiş ve görüşmelerde direk mağlup ettiği Washington’ı muhatap almıştı. Taliban Afgan yönetimini “kukla” diye muhatap almayıp direk kuklacı ile yani ABD ile masaya otururken, Çavuşoğlu’nun “Afganistan yönetimi kalmamızı istiyor” çıkışı utanç verici bir durum. ABD’nin isteğini Afgan hükümetinin ağzından dile getirmek hakikaten vahim bir durum. Dünya âlem biliyor ki Kabil’deki kukla yönetim ABD izin vermeden adım bile atamaz.
Taliban dün gece yaptığı açıklamada 29 Şubat 2020’de ABD ile imzalanan anlaşmayı hatırlatarak, Türkiye’ye açıkça -diğer NATO ülkeleri gibi- Afganistan’dan askerlerini çekmesi çağrısını yineledi. Taliban Sözcüsü Süheyl Şahin, “Tüm yabancı güçler, danışmanlar ve eğitmenler ülkeden çekilmeli. Türkiye büyük bir Müslüman ülke ve Afganistan ile tarihî ilişkileri var. Gelecekte ülkemizde İslâm devletinin kurulmasının ardından güçlü ve olumlu ilişkilere sahip olmayı umuyoruz.” diyerek düşüncesini açıkça beyan etti.
Taliban, “Türk yetkililer kararlarını bir kez daha gözden geçirip ülkemizin işgaline devam ederse, İslâm Emirliği ve Afgan milleti dinî, vicdani ve vatani görevi gereği yirmi yıllık işgale karşı olduğu gibi onlara karşı da tavır alacaktır. Bu durumda, tüm sonuçların sorumluluğu, başkalarının işlerine karışan ve bu tür uygunsuz kararlar verenlerin omuzlarına düşer.” diyerek defalarca uyarmasına rağmen Türkiye’nin ABD’nin verdiği bu görevden vazgeçmemesini sert bir şekilde eleştirmiş oldu.
Ayrıca Taliban yetkilileri “Müslüman Türk halkını ve onun zeki politikacılarını bu karara karşı seslerini yükseltmeye çağırıyoruz, çünkü bu karar ne Türkiye’ye ne de Afganistan’a fayda sağlıyor, aksine sadece iki Müslüman ülke arasında sorunlara neden oluyor.” ifadesiyle de sürdürülen politikanın zekice bir iş olmadığı vurgulanıyor.
Hâl böyle iken neden sürekli “ihanet ettiğini”, “kandırdığını”, “düşmanlık ettiğini” söylediğiniz ABD’nin mağlubiyetini kutlamıyorsunuz? Kâbil’in yüzde 85’ini kontrol altına almış, Çin sınırından, İran sınırına kadar Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Tevhid sancaklarını dalgalandıran Taliban’ın zaferini kutlamıyorsunuz? NATO’nun kanlı yıldızındansa, kelime-i Tevhid’in bir İslâm beldesinde dalgalanması daha izzetli ve şerefli değil mi?
Velhasıl, komünizm gibi kapitalizm de Afganistan’da yenildi. Mücahitler Allah’a güvendi ve galip geldi. O hâlde düzenli orduları ve cesur askerleri olan Pakistan, Türkiye, Malezya, Bangladeş, Endonezya ve diğerleri artık canımıza kastetmiş, malımıza çökmüş bu mafya düzenini topraklarımızdan söküp atmanın zamanı gelmedi mi?
Allah Subhanehu ve Teâlâ size Taliban ile zaferin nasıl kazanılacağını gösterdi. İzzet ve şerefin yolunu açıkça ortaya koydu. Hâlâ göremiyor musunuz?
“Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık, ona uy; bilmeyenlerin heveslerine uyma. Doğrusu onlar Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi senden savamayacaklardır. Muhakkak ki zalimler zalimlerin dostlarıdırlar. Allah da takva sahiplerinin dostudur.” [Casiye Suresi 8-9]
İşte dosdoğru yol budur! Ya zalimlere dost olup hem zalim hem de mağlup olmak ya da şeriata uyup galiplerle izzet bulmak.
Şüphesiz Allah’tan başka galip yoktur.