100 Yıl Önce Bir Abdulhamid Vardı
10 Şubat 2018

100 Yıl Önce Bir Abdulhamid Vardı

Bugün Osmanlı sultanlarının otuz dördüncüsü ve doksan dokuzuncu halîfe, Sultan II. Abdulhamid Han’ın vefatının 100. yıldönümü… Hayr ve rahmetle anıyoruz.

O Büyük Sultan,

“Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.

Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allah’ım!

Ayakta duramaz, haldeyim!

Vadem ne gün dolacak Allah’ım?” diyerek ıstırapla beklediği vuslatına kavuştu 100 yıl önce bugün.

“Kaht-ı rical” olarak tasvir ettiği o boğucu zaman diliminde,

yed-i düvelin kuşatması altında “Müslümanların kalkanı”nın muhafazası için;

Derin siyaset, dakik strateji ve tabii ki Allah’ın yardımıyla hayatı boyunca mücadele etmiş,

‘adam gibi adam’ın Hakk’a yürüyüşünün 100. yılı bugün…

Devrinin adamlarını şikâyet edecek çok şeyi olduğunu anlıyoruz bugün, sitem dolu sözlerini okuduğumuzda…

Ve çaresizliğini bir mazeret olarak sunacağını umuyoruz, Hak Teâlâ’ya:

“Allah’ım helal etmiyorum!

Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!

Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili'nin (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!

Allah’ım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allah’ım!

Ya Âdil!

Bana "Kızıl Sultan" adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!

Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?

Fakat yâ Rahman!

Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!

Bize acı!

Rasûlü’nün, Sevgili’nin, Kâinatın Efendisi’nin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!

Yâ Kâdir!

Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allah’ım!
Ya Ma'bud !

Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum!

Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!

Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allah’ım! Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Rasûlü’ne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!

Yâ Sübhan!

Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana "Ümmetim, ümmetim!" diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi "Milletim, milletim!” diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ "Ba'sü ba'de'l-mevtsiz" bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!

Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.

Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allah’ım!

Ayakta duramaz, haldeyim!

Vadem ne gün dolacak Allah’ım?”

~~~

Belki de “Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allah’ım!” duasına icabet etti de Allah Subhanehû, 1842’de gözlerini açtığı dünyadan 10 Şubat 1918 İstanbul, Beylerbeyi Sarayı’nda alarak canını, göstermedi 1924’te Devlet-i Âl-i Osmaniye’nin yıkılışını; Müslümanların kalkanının parçalanışını…

Biz de münacatına eşlik ederek o kutlu Hakân’ın, o azametli Sultan’ın devam edelim duasına, icabet olunacağını umarak:

Ya Allah!

Bizler Müslümanlar olarak, bu dünyada görülebilecek her türlü zulmü gördük/görüyoruz.

Fakat bir saadet ümidiyle küllerimizden dirileceğimiz o günü bekliyoruz.

Artık yetsin istiyoruz, felâkete doyduk daha fazla gösterme Allah’ım!

Kıyama adanmış bu mazlum ümmeti,

Hilafetle Sen yeniden kaldır Allah’ım!

Küfrün vadesini dolduracağı o gün sevinçle dolacak sineler biliyoruz.

O günün heyecanı ve bekleyişiyle kavrulan şu yürekleri

Sen rahmetinle ferahlat Allah’ım?