Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - [11 Haziran 2019]
12 Haziran 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - [11 Haziran 2019]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Köklü Değişim Medya

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, haftalık gündem değerlendirme toplantısında gündemin öne çıkan başlıklarına değindi.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar dün akşam gerçekleşen gündem değerlendirme toplantısında; Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanan Yargı Reformu Stratejisi’ne, adayların 23 Haziran İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçim çalışmalarında kullandıkları dile, AK Parti’nin Kürt açılımına, Sudan’da yaşananlara ve Suriye Devriminin sembol ismi Abdulbasit Sarut’un kısa ama onurlu hayatına dair açıklamalarda bulundu.

İşte Mahmut Kar’ın gündemi farklı bir zaviyeden değerlendirdiği basın açıklamasının tam metni:

•YARGI REFORMU STRATEJİSİ AÇIKLANDI

Türkiye’de siyasi gündem Ramazan ayında olduğu gibi bayram sürecinde de yoğun geçti. Siyasi hesaplar ve planlar ne oruç ne de bayram dinledi. 23 Haziran’da yeniden yapılacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim çalışmalarını bu hafta gündemimize aldık, Adayların seçim stratejilerini konuşacağız ancak ondan önce bayram öncesi kamuoyuna açıklanan Yargı Reformu Stratejisi hakkında birkaç şey söyleyeceğim. Cumhurbaşkanı Erdoğan 30 Mayıs Perşembe günü Yargı Reformu Strateji Belgesini Türkiye kamuoyu ile paylaştı biliyorsunuz. Adı “Yargı Reformu Stratejisi” ama içinde ne var onu 23 Haziran İstanbul seçiminden sonra meclise geldiğinde göreceğiz. Çünkü birinci Yargı Reformu Paketi seçimden sonra meclise gelecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Yargı Reformu Strateji Belgesini kamuoyu ile paylaşırken aynı gün belki de aynı saatlerde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Gülen Örgütü ile bağlantısı olan ve Türkiye’de tutuklu bulunan ABD vatandaşı Serkan Gölge’nin serbest bırakıldığını açıklamıştı. ABD Başkanı Trump yine aynı gün gazetecilere yaptığı açıklamada bu bilgiyi doğruladı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yardımı için teşekkür etti.

Türkiye, Avrupa Birliği isteyince yargı reformu yapan, ABD isteyince Papaz Brunson’ı salan bir ülke mi? Evet aynen böyle bir ülke, Müslümanların haksız mağduriyetlerini gidermek için ayak sürüyorlar, ABD vatandaşının tahliyesini ise jet hızı ile gerçekleştiriyorlar. Türkiye yargısı iktidar isteyince siyasilerin bütün kirli dosyalarını aklayıp hasıraltı yapan, gerçek mağdurlar isteyince talepleri reddedilen bir hukuk sistemi ile idare ediliyor.

Geçen onca yılda onlarca reform paketi hazırlandı, ama mazlumlar ve mağdur Müslümanlar için yargı zulmü hiç bitmedi. Bugüne kadar yapılan reform paketlerinden sadece güçlüler, bekraundu olanlar, yandaşlar, arkasında siyasi partilerin olduğu mafya ve çete liderleri faydalandı. 28 Şubat sürecinden beri mağdur ve mahkûm olan Müslümanlardan hiç bahsedildi mi? Hiçbir suçları yokken zindanlarda tutulan Hizb-ut Tahrir üyesi dava adamlarından hiç bahsedildi mi?

Bu reform paketi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi milletin ihtiyacına yönelik hazırlanmış bir paket değildir. Aksine AB ve ABD’nin istek ve ihtiyaçlarını karşılamak için hazırlanmıştır. Bu yargı reformu sadece kadının beyanını esas alan yasalar ile aileyi parçalayanların alkışladığı bir pakettir. Bu pakette küçük yaşta evlilik yaptığı için mahkemeler tarafından “tecavüzcü” damgası vurularak tecavüzcüler ile aynı koğuşlarda tutulan babalar için bir şey var mı? Bu pakette hiçbir şiddet eylemine başvurmamış, şiddeti ve terörü reddeden tutuklu Hizb-ut Tahrir üyeleri hakkında bir şey var mı? Anayasa Mahkemesi dahi terör örgütü olmadığına dair kanaat belirtmiş ve hak ihlali kararı vermişken hâlâ Hizb-ut Tahrir üyeleri cezaevinde tutuluyorsa, yeniden yargılama talepleri reddediliyorsa bu reform için hukuk ve adalet adına hiçbir şey söylenemez.

Gülen örgütünün savcı ve hâkimleri tarafından yürütülen hukuk dışı yargılamaların tümünün yenilenmesi için bu pakete bir şey yoksa bu paket halkın ihtiyacına yönelik değil güçlülerin isteklerine göre hazırlanmış bir pakettir.

•23 HAZİRAN’A DOĞRU STRATEJİLER

YSK’nın kararı ile yenilenecek olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerine iki haftadan az bir zaman kaldı. Ancak bu seçim İstanbul’un yerel seçimi olmaktan çıktı adeta Türkiye’yi, iktidarı ilgilendiren genel bir seçim havasına büründü. 31 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilçelere kadar inerek seçim kampanyasını yürütmesi ters tepti ve bu hatalı kampanya CHP adayı Ekrem İmamoğlu’na yaradı. Cumhurbaşkanı Erdoğan başarısızlık nedenlerini iyi analiz etmiş olmalı ki, 23 Haziran seçim çalışmalarında kendini geri çekti ve Binali Yıldırım’ı öne sürdü. Eğer seçimi Cumhur İttifakı kazanırsa Erdoğan kazanmış olacak, kaybederse Binali Yıldırım kaybetmiş olacak.

CHP adayı Ekrem İmamoğlu ise, AK Parti’nin hatalı seçim stratejisi sayesinde elde ettiği ünü Belediye Başkanlığı’nın üstüne taşımanın peşinde. İmamoğlu bir taraftan İstanbul dışında, Karadeniz bölgesinde yaptığı seçim mitingleri ile bu isteğini açığa çıkarıyor. Diğer taraftan ise Uluslararası kamuoyunda tanınmak için yabancı gazetelere makale yazıyor. Amerikan Washington Post Gazetesi’nde yayınlanan makalesinde İmamoğlu 31 Mart seçimlerinde yürüttüğü kampanyayı ve başarı hikayesini anlattı. Bugün CHP adayı İmamoğlu’nun yaptığının benzerini dün AK Parti’nin kuruluş sürecinde Erdoğan yapmıştı. Davos toplantılarına katılmış ve Amerika’daki Yahudi kuruluşların temsilcileri ile görüşmüştü.

Türkiye’de bir şehrin belediye başkanı olmak isteyen biri niçin Amerikan gazetelerinde makale yazar? Amerikalılar mı gelip İstanbul seçimlerinde oy kullanacaklar yoksa? Hayır! Siz hiç Washington ya da New York belediye başkan adayının Türkiye’deki STK’ları ziyaret ettiğini ya da Türkiye’de bir gazetede makale yazdığını gördünüz mü? Hayır! Peki o zaman Türkiyeli siyasetçiler bunu neden yaparlar?

Kıymetli Müslümanlar! CHP adayı İmamoğlu ve diğer siyasetçilerin bu yaptıkları tek başına bize bir şeyi gösteriyor: Bu adaylar halkın adayları değil, sizin adaylarınız değil, bu adayları siz sandıkta seçmiyorsunuz. Onlar her ne kadar "Millet bizim efendimizdir" deseler de onların asıl efendileri Amerikalı ve Avrupalı emperyalistlerdir. Onlar icazeti halktan değil, Amerikalı Yahudi lobilerinden, kapitalist sermayedarlardan, İngiliz Kraliyeti'nden alıyorlar. Onlar şunu çok iyi biliyorlar: Amerika’nın İngiltere’nin desteği olmadan iktidarda kalamazlar. Onun için dün Davos’a gittiler, onun için Yahudi lobileri ile görüştüler, onun için bugün Washington Post’a yazıyorlar. Dillerinden halk iradesini hiç düşürmeyen bu siyasetçiler aslında efendilerine iyi bir müstemleke valisi olacaklarını göstermek istiyorlar? Ancak bilmiyorlar ki işleri bitince Batılı efendileri onları buruşturulmuş pis bir kâğıt gibi çöp tenekesine atacak. Siyasi geleceklerini Batı’ya ipotek ettirenlerin akıbeti hep aynı oldu, işleri bitince alınlarındaki hainlik damgası ile bir kenara atıldılar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihine baktığımızda siyasi partiler ve siyasetçiler çöplüğünden başka bir şey göremiyoruz. İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit… Her biri sırtını ya Amerika’ya ya da İngiltere’ye dayadı ve iktidarda kaldı. Bugün iktidarda olanlar sırtını Amerika’ya dayıyor, yarın iktidara gelecek olanlar da ya Amerika ya da kraliyete dayanacak. Hangisinin bu ülke ve Müslümanlar için tarihe kazınacak bir projesi var, söyleyebilir misiniz? Maalesef yok!

•AK PARTİ’NİN YENİ KÜRT AÇILIMI!

CHP adayı İmamoğlu Amerikan gazetelerinde PR yaparken Cumhur ittifakı adayı Binali Yıldırım, 23 Haziran için bayramda Diyarbakır’a koştu. 31 Mart’ta yaşanan hezimetin sebeplerinden biri Kürt halkının oylarının CHP adayına gitmiş olmasıydı. Tabii olarak bu başarısızlıkta Bahçeli ve Erdoğan’ın yürüttüğü “beka” kampanyasının olumsuz etkisi oldu. Çark eden Cumhur İttifakı üslup değiştirdi. 31 Mart seçim kampanyasında "Burada 'Kürdistan' diye bir yer yok, isteyenler defolup Kuzey Irak’taki Kürdistan’a gitsinler!" diyen iktidar, şimdi "Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından davet edilenler arasında Kürdistan mensubu da vardı" demeye başladılar.

Sosyolojik tarihi bile laik Kemalizm’in kuruluşunu milat alarak okuyan Binali Yıldırım’ın bu ezikliği AK Parti’nin siyasi kültür seviyesini göstermeye yeter de artar. Laik Kemalizm’in Müslüman Kürt halkına neler yaptığını unutmuş olabilir mi Binali Yıldırım? Hayır! Mustafa Kemal ve Cumhuriyet rejiminin Doğu ve Güneydoğu’da Müslümanlara ne tür zulüm ve baskılar yaptığını anlatmayacağım. Şeyh Said Pirani ve darağaçlarında asılan mollaların isimlerini de saymayacağım... Sayın Yıldırım! Laik Kemalizm’in değerleri sizin iliklerinize kadar işlemiş, farkında değilsiniz. Kurduğunuz cümlelerde bile Laik Cumhuriyeti milat alıyorsunuz. Müslüman Kürt halkını Marksist bir örgütün, PKK’nın kucağına iten laik devletin Kemalist ideolojisinin temsilcisi gibi konuşuyorsunuz. Dün Türkçülük yaparak, milliyetçilik ve ırkçılık politikası yürüterek faşist bir parti ile ittifak kurdunuz ve seçim kazandınız. Bugün İstanbul’da işler tersine gidince, Diyarbakır’a gidip Kürdistan’dan bahsediyorsunuz. Bu sizin ilkesizlik ve ölçüsüzlüğünüzü gösterir.

Sayın Yıldırım! İlkesiz olan sadece siz değilsiniz, geçmişte Kürt halkına etmediğini bırakmayan CHP de en az sizin kadar ilkesiz ve çıkarcıdır. Kürt halkını kendine düşman bellemiş Kemalist ideolojinin temsilcisi olan CHP ile ittifak kuran HDP de bir o kadar ilkesiz ve çıkarcıdır. Ne sizin ne CHP’nin ne de kendini Kürt halkının temsilcisi zanneden HDP’nin Doğu ve Güneydoğu’ya zerre sempatisi yok. Seçime endeksli vaatleriniz, sloganlarınız, söylem ve suni yatırımlarınızdan başka Kürt meselesi için tek bir projeniz yok. Hiçbiriniz bu sorunu çözecek sosyolojik fikir ve birikime sahip değilsiniz. Siz 1300 yıllık coğrafi bir ismi dahi tanımlamaktan korkuyorsunuz, bu meseleyi nasıl çözeceksiniz? Sizin için Kürt meselesi günübirlik politik hesaplara kurban edilecek bir argümandan öte bir şey değil.

Halbuki bizim için Kürdistan; coğrafi bir gerçekliktir. Bu gerçeklik bölgeye İslâm’ın hâkim olduğu dönemden Osmanlı Hilâfet Devleti’nin yıkılışına kadar devam etmiştir. Kürtler; kahir ekseriyetle Kürdistan coğrafyasında yaşayan Müslüman halklardır. Tıpkı Türkler, Araplar, Lazlar, Çerkezler gibi… Dillerin ve renklerin farklılığı, hakların birbirine üstünlüğü için değil bilakis ders ve ibret alınması içindir. Bugün konuştuğunuz problemleri 14 asırlık pratiğiyle İslâm nasıl çözmüştür bakın bir görün. Farklı ırk, renk, dil ve hatta inanca sahip insanların nasıl sorunsuz bir şekilde yaşadığını orada göreceksiniz.

Kıymetli Müslümanlar! Kıymetli Kürt kardeşlerim! Gerçekten problemlerimizi çözmek istiyorsak, tekrardan kardeşlik hukukumuzu tesis edip dünyaya yön vermek istiyorsak, tekrar bu coğrafyada barış ve huzur içinde hep birlikte izzet ve şeref ile yaşamak istiyorsak çözüm, demokratik siyasette değil, demokratik açılım safsatasında hiç değil! Bunlar sadece sistem içinde sizleri ve tüm Müslümanları oyalamak için öne sürülen politik taktikler. Çözüm, bu coğrafyada İslâm’ın yeniden hayata hâkim olmasındadır! Çözüm, bölünmüş ve parçalara ayrılmış olan ümmeti bir araya toplayacak olan Hilâfet'tedir!

•SUDAN’DA NELER OLUYOR?

Ramazan ayında olduğu gibi bayramda da yine İslâm beldelerinde zulüm ve katliamlar sürdü. Sudan'da Ömer El Beşir yönetimini darbe ile deviren Askerî Konsey başkent Hartum'da protestocu halka silah ile karşılık verdi. 100’den fazla insan öldü ve cesetler Nil Nehri'nden çıkarıldı. Askerî Konsey Başkanı Abdulfettah El Burhan Mısır darbecisi Sisi ile yaptığı görüşmeden sonra bu katliamları gerçekleştirdi. ABD’nin emrinde 30 yıl Sudan’ı yöneten Ömer El Beşir de daha önce Sudan’da iç savaşta 300 bin insanın ölmesine sebep olmuştu. Zengin tarım alanlarına ve petrol yataklarına rağmen mazlum Müslüman halkı açlık ve sefalete mahkûm etmişti. Sudan’ın ikiye bölünmesine ve zengin petrol yataklarının Hristiyanların çoğunlukta olduğu Güney Sudan’a bırakılmasına ön ayak olmuştu. Esasen ABD Ömer El Beşir’den memnundu, onunla çalışmaya da devam edebilirdi. Ancak El Beşir, ekonomik sıkıntı içinde kalan halkın protestolarını durduramadı. Amerika şimdi halkı durdurma ve katletme görevini Geçici Askerî Konsey’e verdi. Giden El Beşir nasıl ki halkın temsilcisi değil Amerika’nın sadık ajanı idiyse gelen El Burhan da aynı şekilde Amerika’nın adamıdır.

Sudan’daki siyasi belirsizliği kullanan STK ve işçi sendikalarının arkasında ise İngiltere var. Onlar da bu boşluktan kendilerine pay çıkarmaya çalışıyorlar. Halkın istekleri ve sefalet içindeki hayat, iki tarafın ve onların devşirdiği yerel işbirlikçilerin umurunda bile değil!

Hizb-ut Tahrir Sudan Vilayeti Merkezi Temas Heyeti Başkanı Nasır Rıza Geçici Askerî Konsey’e açık bir çağrı yapmış ve otoritenin ümmete ait olduğunu söylemişti. Ne askerî ne de sivil yönetimi kabul etmediklerini, otoritenin ümmete, Sudan halkına ait olduğunu ve yönetimin onlara teslim edilmesini istemişti. Ama Askerî Konsey Hizb-ut Tahrir’in bu nusret talebine kulağını tıkadı, halkını katletmeye başladı.

İşte Râşidî Hilâfet’in yokluğunda Ümmet coğrafyasının hali bu. Sömürgecilerin çıkarı için Müslümanların kanı akıtılıyor. Tıpkı Yemen, Mısır, Cezayir ve Irak’ta olduğu gibi... Her biri, Batılı efendilerini memnun etmek için halkları gözlerini kırpmadan katleden sadık ajanlar tarafından yönetiliyor. Sivil ya da asker fark etmiyor. Hayatları pahasına da olsa hiçbiri koltuklarından kalkmıyor ve efendilerine sadık kalıyorlar.

•SURİYE DEVRİMİNİN SEMBOL İSMİ

İşte biri de Suriye’de... Tam 8 yıldır katlediyor, öldürüyor, zehirliyor ama hâlâ koltuğunda oturuyor. Çünkü sadık bir Amerikan ajanı da ondan. Bu katil, bayramda dahi İdlib’de yaşayan Müslümanlara nefes aldırmadı.

Suriye konusunda dünya suskun, siyasiler suskun, güya ümmetin umudu olan liderler suskun ama birileri var ki sesleri ile devrime ruh verdiler. Suriye’deki devrimin sembollerinden biri olan Abdulbasit El-Sarut’tan bahsediyorum. Cumartesi günü, ülkenin kuzey batısında rejim güçleri ile çıkan çatışmada şehit oldu inşallah. Allah şehadetini kabul eylesin…

Abdulbasit Sarut, bir futbolcuydu, Suriye Milli takımının kalecisiydi. Kardeşini katleden Esed rejiminin cani yüzünü gördü ve tarafını devrimcilerden yana seçti. 19 yaşında kendisini devrime adadı ve tüm her şeyini bırakarak mücahitlerin safına geçti. İstese günümüz futbolcuları gibi, zengin, parıltılı ve lüks bir hayatı seçebilirdi. 19 yaşındaydı ve parlak bir futbol kariyeri onu bekliyordu. Sporcu kimliğinin ona verdiği imkanlar ile dünyanın her yerine rahatça gidebilirdi. Ancak o, rejimin zulmüne razı olmadı. Rejim onun başına 2 milyon Suriye lirası ödül koydu. Ancak o aldırış etmedi. Genç bir kaleciyken genç bir komutan oldu. Ve tüm zorluklarına rağmen savaşı asla terk etmedi.

Direnişin sembol seslerinden biriydi aynı zamanda. Mikrofonu eline her aldığında meydanlarda toplanan halka marşlar söyletiyor ve devrime canlılık katıyordu. Başta gençler ve çocuklar olmak üzere tüm Müslümanlar için bir direnç abidesi oldu. Akıllı başlı imamlar, âlimler, siyasiler Suriye devriminin taraflarını bilmezken o, dost ile düşmanın kimler olduğunu ortaya koydu. Suriye halkına “İçinizde Obama'dan BM'den, Arap Birliğinden, Suriye Konseyinden ve Erdoğan'dan yardım bekleyen var mı?” diye sordu. Sonra cevabı da kendisi verdi: “Yardım sadece Allah'tandır." dedi ve Allah’ı bu sözlere şahit kıldı.

Ve işte bu yiğit insan, yiğit mücahit dünyanın ona sunduğu tüm her şeyi elinin tersiyle iterek kendisini Allah’a adadı. Defalarca yaralanmasına rağmen, tedavi oldu tekrar meydanlara çıktı. Ancak geçtiğimiz cumartesi günü Allah’a verdiği sözü tuttu ve Rabbimiz ona mübarek bir şehitlik nasip etti inşallah.

Ey kafirler, ey hain yöneticiler, ey Müslümanların kanlarını pazarlık konusu yapan idareciler! Sizin tanklarınız, uçaklarınız, teknolojik silahlarınız var; Müslümanların ise sarsılmaz imanları var. Bu iman ve inancı asla yok edemeyeceksiniz. Bir yiğit ölür bin yiğit doğar bu topraklarda. İslam’ın yeniden doğuşuna asla engel olamayacaksınız.

Ve siz ey kafirler! Yenileceksiniz ve topluca cehenneme sürüleceksiniz!

قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَىٰ جَهَنَّمَ وَبِئْسَ ٱلْمِهَادُ

“İnkâr edenlere de ki: Yakında mağlup olacaksınız ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası kalınacak ne kötü bir yerdir!” [Âli İmran 12]

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu