İşgalci Yahudi Varlığı “İsrail"in ABD ve Batılı ülkeleri de arkasına alarak Gazze’de başlattığı orantısız savaş, katliam, soykırım ve zulmün üzerinden tam 21 ay geçti. 7 Ekim 2023'ten bu yana devam eden saldırılarda 58 bin kişi şehit oldu, 137 bin kişi ise yaralandı. Geldiğimiz noktada işgalci varlık yapılan ateşkes anlaşmalarına uymadığı gibi katliamlarını artırarak devam ettiriyor.
Maalesef Türkiye yönetimi ve bölgedeki Arap rejimlerin hiçbiri Gazze'deki işgal ve soykırımı durduracak somut adımlar atmadıkları gibi Gazze’ye insani yardımların ulaşmasını dahi sağlamadılar.
Geçen bu süre zarfında işgal, soykırım ve zulmün bitmesi, Gazze ve Filistin’in özgürlüğüne kavuşması için toplumun farklı kesimlerinden birçok siyasi parti, STK, İslami cemaat ve fertler tarafından faaliyetler yapıldı. Gazze’ye destek için yürüyüşler, mitingler, basın açıklamaları ve konferanslar yapıldı. Bebek katilleri ve Siyonizm’e destek veren şirketlere yönelik boykot kampanyası yürütüldü. “İsrail” ile ticaretin kesilmesi için yoğun çalışmalar yapıldı, limanlar basıldı, nöbetler tutuldu. Gazze’ye insani yardımların ulaşması için denizde ve karada eylemler yapıldı. Yöneticilere ve ordulara harekete geçmeleri için çağrılar yapıldı. Gazze’deki işgal ve soykırımı sonlandıracak askerî harekâtın başlatılması için “Ordular Aksa’ya” “Mehmetçik Gazze’ye” çağrıları ile yöneticilere somut adım atmaları konusunda şeri hüküm hatırlatıldı. Ancak şu ana kadar 57 İslam beldesinden hiçbiri Gazze halkına yardım etmek için harekete geçmedi.
Gazze’de katliamların halen daha devam ettiği bu süreçte Köklü Değişim olarak biz, bütün bu çalışmalardan sonra İslami cemaatler, âlimler, kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları, aktivistler, akademisyenler ve siyasilere düşen sorumlulukları ve Gazze’deki işgali bitirecek çözüm önerilerini konuşmak için “Onların işleri istişare iledir” ayeti gereği Gazze İstişare Toplantıları düzenledik.
İlkini 24 Haziran tarihinde İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz toplantılara; Ankara, İzmir, Van ve Adana’da devam ettik. Bu toplantılara; siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerini, kanaat önderi ve âlimleri, gazeteci, yazar ve aktivistleri davet ettik. Toplantılara katılım sağlayan herkese teşekkür ediyoruz. Gazze ve Filistin’i gündemden düşürmeyen, kardeşlerini dert edinen Müslümanlardan Allah razı olsun.
Yüzden fazla kurum ve daha fazla kişi ile gerçekleştirdiğimiz bu istişare toplantılarında önce sorumluluklarımızı sonra ise çözüm önerilerini konuştuk. Değerli katılımcılar Gazze için atılması gereken somut adım ve çözüm önerileri bağlamında şu hususları dile getirdiler:
• Toplumda hız kesmeden boykot bilincinin yerleştirilmeye devam edilmesi ve boykot hassasiyetinin gözetilmesi.
• Gazze’ye yardım faaliyetlerinin ve inisiyatiflerinin yapılması.
• Yahudi Varlığının güvenliğini sağlayan Kürecik Radar ve İncirlik Amerikan üssünün kapatılması.
• Bebek katili Yahudi varlığıyla sürdürülen direkt ya da transit ticaretin durdurulması.
• İşgalci Yahudi varlığıyla diplomatik ilişkilerin kesilmesi.
• Soykırım yapan ve hedef gözetmeksizin katliam yapan “İsrail” ordusunda görev almış tüm Türk vatandaşlarının vatandaşlıktan çıkartılması ve yargılanması.
• Farkındalık oluşturmak adına Gazze Âlimler Birliği gibi bir organizasyonun tertip edilmesi.
• Gazze’ye dikkatleri çekmek ve ambargoyu kırmak için gerekli tüm eylem ve girişimlerin desteklenmesi.
• Ambargoyu kırmak adına deniz yoluyla hareket eden veya edecek olan tüm girişimlere destek olunması.
• Daha güçlü, büyük ve kitlesel eylemlerin gerçekleştirilmesi.
Birbirinden kıymetli tüm bu öneriler üzerine Gazze meselesine dair şu hususları Köklü Değişim olarak kamuoyu ile paylaşıyoruz:
Filistin, İslam toprağıdır ve Mescid-i Aksa ümmetin mukaddes değeridir. Dolayısıyla Mescid-i Aksa, Kudüs ve bir bütün olarak tüm Filistin ne sadece Filistinlilerin ne de sadece Araplarındır. Bilakis tüm İslam ümmetinin ortak toprağı ve değeridir. Bu mübarek topraklara yönelik her saldırı İslam’a ve Müslümanlara yapılmış bir saldırı olarak addedilir. O saikle; Gazze, Müslümanlar açısından insani değil İslami; imkân değil iman meselesidir.
İslami meselelerde İslam’ın çözümleri dikkate alınır ve o çözümler etrafında hareket edilir. Filistin topraklarının her bir karışı İslam’ındır ve kıyamet saatine kadar da İslam’ın kalacaktır. Dolayısıyla mücadelemiz Gazze ablukası kırılana kadar değil; mukaddes topraklar işgalden kurtulana kadar devam etmelidir.
İslâm, yöneticilerin, âlimlerin ve kitlelerin sorumluluklarını açıklamıştır. Bu minvalde, somut adımı atması gereken ve öncelikli sorumluluğu taşıyanlar, İslâm beldelerinin yöneticileridir. Ancak onlar, tüm dünyanın gördüğü üzere birkaç cılız kınamadan başka hiçbir şey yapmamıştır. Onlar adeta Yahudi varlığı “İsrail”i koruyan ve hayatta kalmasını sağlayan “demir kubbe” vazifesini ifa etmektedir. Nitekim Mısır’da yaşananlar malumdur. Ürdün, “İsrail”e bekçilik yaptığını ve atılan füzeleri “İsrail”e ulaşmadan imha ettiğini hiç utanmadan açıklamıştır. Ümmetin trilyonlarca dolarını ABD’ye peşkeş çeken ve Yahudi varlığı ile normalleşmeyi iple çeken, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleridir. Türkiye ise Azerbaycan ve Kazakistan petrolünün “İsrail”e ulaşmasında aracılık etmekte, limanlarını Yahudi varlığına yardım taşıyan gemilere seferber etmektedir.
En son Kassam Tugayları adına açıklamada bulunan Ebu Ubeyde, bu hakikati bir kez daha ifşa ederek onları “Gazze’nin hasmı” ilan etmiştir.
İşte tam da bu noktada; yöneticileri harekete geçmeye ve somut adım atmaya zorlamak, siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, cemaat ve âlimlere düşmektedir. Zira devlet yöneticileri bir yanlış yaptıklarında onları uyarmak, muhasebe etmek, yanlışı gösterip doğruyu ortaya koymak, İslam’ın âlimler ve kitleler üzerine yüklediği bir sorumluluktur.
Filistin, Yahudi varlığı “İsrail” tarafından işgal edilmiş, sayısız katliamın gerçekleştiği bir beldedir. Başta Dünya Âlimler Birliği olmak üzere birçok fetva kurulu ve âlim, Gazze için cihat fetvası vermiş ve Müslüman orduları harekete geçmeye davet etmiştir. İslam’ın hükmünü açıklayan bu fetvalar, isabetlidir ve havada asılı kalmayıp derhal uygulamaya geçilmelidir. Müslümanlar özellikle âlimlerimiz bu fetvanın takipçisi olmalıdır. Zira yüzlerce şer’i delillerin ortaya koyduğu hakikat şudur ki; işgalci Yahudi varlığını güçten başka hiçbir şey durdurmaz.
Yahudi varlığının finansal ve askerî desteği başta ABD olmak üzere Batılı kâfir devletler tarafından karşılanırken, neredeyse tüm lojistik, hammadde ve nihai ürün tedariki, halkı Müslüman ülkeler tarafından karşılanmaktadır. Örneğin; Hayfa limanına giden gemilerin yarısından fazlası, Mısır ve Türkiye’den yük taşıyan gemilerdir. Yine Yahudi varlığının özellikle savunma sanayiinde kullanılan demir/çeliğin önemli bir kısmını Türkiye’den ithal ettiği, petrolün büyük kısmının Ceyhan limanından gönderilen Azerbaycan ve Kazakistan petrolü olduğu bilinmektedir. Gerek gemiler gerekse de bir kısım şirketlere ait tırlar ile devam eden bu sevkiyatlar ve sürdürülen ticari faaliyetler tamamen durdurulmalı ve sonlandırılmalıdır. Bu konuda oluşturulacak kamuoyu ile hem hükümete hem de şirketlere gereken baskı uygulanmalıdır.
İncirlik ve Kürecik üssü, bir terör yuvası olma görevini devam ettirmektedir. Buralardan kalkan uçaklar, “İsrail” uçaklarına yakıt ikmali yapmakta, İslam beldelerinde gerçekleştirilen hava operasyonları buralardan koordine edilmektedir. Bu kadim İslam toprağı üzerinde böyle bir şey asla kabul edilemez. Bu üslerin hâlâ açık olması ve işgalci varlığa destek vermesi, bizler için bir utanç unsurudur. Bu üslerde gerçekleştirilen tüm faaliyetlerin durdurulması ve kapatılması noktasında geniş bir toplumsal baskı oluşturulması gerekmektedir.
Türkiye’den “İsrail”e giderek oradaki işgale ve katliamlara katılan, işgal ordusunda yer alan çifte vatandaşların olduğu bilinmektedir. Hatta bunların bir kısmının Gazze’deki katliamları savundukları, işlenen cürümleri övünerek sosyal medyada paylaştıklarına dahi şahit olunmaktadır. İşgal ordusunda yer alan bu çifte vatandaşların işledikleri cürümlerle ilgili haklarında soruşturmaların başlatılması, gerekli cezaların verilmesi ve vatandaşlıktan çıkarılması için adımların atılması noktasında gündem ve kamuoyu çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
Zaman zaman dile getirilen “‘İsrail’ ile normalleşme” kavramı, gayrimeşru işgalci bir varlık olan “İsrail”in meşruiyeti ve var olma hakkı kabul edilerek onunla ilişkilerin normal hâle getirilmesini ifade eder. Oysa “İsrail” meşru bir devlet değildir. O tam anlamıyla işgalci bir terör varlığıdır. Normalleşme ise meşru iki devlet arasında olur. Hiçbir hakkı ve meşruiyeti olmadığı, yaklaşık bir asırdır Filistin halkına kan kusturduğu, Müslümanların mukaddesatını ayaklar altına alarak işgalci ve yayılmacı politikasını sürdürdüğü ve son 2 yıldır da soykırıma imza attığı halde, Yahudi varlığının bu şekilde tanınması, meşruiyetinin kabul edilmesi ve ilişkilerin normalleştirilmesi, Filistin davasına apaçık ihanettir. “Abraham anlaşmaları” Filistin halkına ve daha da ötesi İslam’a ihanettir. Yahudi varlığı ile normalleşen devletlerin imzaladığı ve işgali meşrulaştıran sözde barış anlaşmalarının gerçekte Müslüman halklar nezdinde paçavradan farkı yoktur, hiçbir değere haiz değildir.
Gazze’de insanlık dışı bir soykırım sürdürülmekte ve bombalardan kurtulanlar açlıkla yüz yüze bırakılarak ölüme terk edilmektedir. Yemek, temiz su ve ilaç gibi en hayati ihtiyaçları bile karşılamak imkânsız bir duruma gelmiştir. Duyarlı Müslümanlar tüm imkânlarını seferber ederek Gazze’deki kardeşlerine yardım etmeye çalışsalar da başarılı olamamışlardır. Ablukayı karadan ve denizden kırma faaliyetleri sonuçsuz kalmıştır. Toplanan yardımlar sınırda adeta bir dağ oluşturmuş ve birçoğu yardıma muhtaç kardeşlerimize ulaşamadan çürümüştür.
Her ne pahasına olursa olsun Gazze ablukası delinmeli, açlıktan ölmek üzere olan kardeşlerimize yardım ulaştırmalıyız. Dolayısıyla denizden ve karadan yürütülecek yardım faaliyetlerinin daha koordineli, daha güçlü ve daha somut sonuçlar doğuracak şekilde sürdürülmesi için yöneticilerin üzerindeki vazifeler hatırlatılmalı, gemilerin ve kara araçlarının Gazze’ye ulaşabilmesi için kuvvetli bir şekilde çağrıların yapılması gerekmektedir.
“İsrail” ürünleri başta olmak üzere işgale ve katliamlara destek veren şirketlerin ve ürünlerinin boykot edilmesi, sadece bir sivil protesto eylemi değil İslami bir sorumluluktur. Zira Müslümanlarla fiilî savaş halinde olan ülkelerin mallarının alınıp satılması, bu ülkeleri güçlendirdiğinden ve Müslümanlara zarar verdiğinden dolayı haramdır. Kardeşlerimizi katleden “İsrail”in ve ona destek veren şirketlerin mallarının alınıp satılmaması noktasında Müslümanların bireysel olarak gösterdiği tavır önemlidir. Ancak hükmün illeti olan bu şirketlerin zarar görmesi ve Müslümanlara zarar vermekten menedilmesinin gerçekleşmesinin yolu, yalnızca bireysel boykotla değil, toplumsal ve kurumsal baskılarla mümkündür. Aracı şirketlerin ve bu ürünlerin satışına ruhsat veren yöneticilerin de bu boykota zorlanması gerekmektedir. Bu sebeple, Müslümanların bireysel olarak bu ürünlerden uzak durmasının yanı sıra, söz konusu şirketlerin ticari izin ve ruhsatlarının iptali için de daha etkin çalışmalar yürütülmelidir.
Aksa Tufanı Harekâtından bu yana Türkiye’de binlerce kez eylem yapıldı. İslami camialar, âlimler, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, akademisyenler, meslek kuruluşları, platformlar ve bazen de fertler, eylemlerde bulundu. Ancak gelinen noktada sonuç alabilmek adına hem sözü muhatabına söylemek hem de daha etkin ve tesirli faaliyetler icra etmek, ortak söylem ve eylem birliği geliştirmek gerekmektedir.
Özellikle yöneticilerin atması gereken somut adımlar noktasında baskı unsuru oluşturmak, net ifadeler ile sözü muhataplarına söylemek, yaptıkları ve yapmadıkları noktasında yöneticileri muhasebe etmek hem âlimlerin hem İslami camiaların hem de kanaat önderlerinin temel görevidir.
Türkiye’nin dört bir tarafına resmi asılan ve açıklamaları ile İslam’ın izzetini hepimize yeniden yaşatan, sadece Kassam’ın değil tüm Gazze’nin sözcüsü olan Ebu Ubeyde, son açıklamasında sadece yöneticileri değil, onları harekete geçiremeyen ümmetin âlimlerini ve ileri gelenlerini de hasım ilan etmiştir. Hakikat o dur ki; Ebu Ubeyde sadece İslam’ın bizlere yüklediği sorumluluğu hatırlatmıştır.
Geldiğimiz nokta, hesap-kitap yapılacak, “reel politik” safsatasını dikkate alacak bir nokta değildir. Bundan dolayı gerek Gazze’ye dair toplumsal duyarlılığı sürekli canlı tutmak gerekse de yöneticileri harekete geçirebilmek için İslami camialar ve kitlelerin ortak söylem ve eylem birliği ile hareket etmeleri zorunluluk halini almıştır. Bu da yürütülecek faaliyetlere dair istişare kanallarının sürekli açık olması ve istişare görüşmelerinin güçlendirilerek devam etmesini zorunlu kılmaktadır.
Köklü Değişim olarak bizler; söz konusu Gazze ise yukarıda bahsi geçen hususların dile getirildiği, sadece İslami şiarların yükseltildiği, sözün muhatabına söylendiği her amele iştirak edeceğimizi deklare ediyoruz. Gazze’nin kurtuluşuna vesile olacak her gayrete omuz vereceğimizin bilinmesini istiyoruz.
[وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ] “Onlar, zulme uğradıklarında hep birlikte yardımlaşarak karşı koyanlardır.” [Şûrâ Suresi 39]
Bununla birlikte ortada apaçık bir hakikat vardır; İslam ümmeti, ulus-devlet tabularını yıkmadan, küresel sistemle olan bağlarını koparmadan, yeniden Râşidî Hilâfet çatısı altında birleşmeden refah ve huzura asla kavuşmayacaktır. Her şeye gücü yeten Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan o günleri yakınlaştırmasını niyaz ediyoruz.