Hayber Hayber Ya Yahud
14 Temmuz 2014

Hayber Hayber Ya Yahud

Fetih Hareketi, 2 Haziran 1964 yılında kurulduğu zaman, Filistin'i nehirden denize kadar kurtarmak için direnişi benimseyeceğini ilan etmişti.

Sonra öyle bir noktaya vardı ki nehri de denizi de bu ikisinin arasındakileri de heba etti!

El Fetih, Filistin'in genelinde Yahudi varlığını tanıdı.

ABD gözetiminde Filistin'den geriye kalan bölgede iki devletli çözüm noktasında müzakerelere başladı. Ne zaman başı sıkışsa Beyaz Saray’ın yolunu tuttu.

Buna rağmen Fetih, müzakereler üzerinden uzun seneler geçmesine rağmen, bugüne kadar hiçbir şey elde edemedi.

Hatta başkanı, Yahudi varlığının izni olmaksızın yolculuğa dahi çıkamadı.

Ardından Fetih'in kurulmasından yaklaşık yirmi üç sene sonra 1987 yılında Hamas kuruldu.

Sonra Fetih'in daha önce izlediği mesafeyi kat ederek Filistin'i nehirden denize kadar kurtarmak için direnişi benimseyeceğini ilan etti.

Hamas, Yahudi varlığını tanımasından, 1967 sınırları içerisinde bir devlet istemesinden, ABD ile olan ilişkisinden ve Yahudi varlığıyla müzakereye girmesinden dolayı Fetih Hareketi’ni eleştirmeye başladı.

Bundan dolayı da Fetih ile Hamas, birçok kez karşı karşıya geldi ve çatışmalar yaşandı.

Daha sonra Hamas’da öyle bir noktaya vardı ki, “Yahudi Devleti’nin” yanında 1967 sınırları içerisinde bir devlet istedi.

El Fetih'in; bazı şartlarla Filistin'in küçük bir yerinde Filistinlilere ait bir devlet kurmak suretiyle iki devletli çözümü kabul etmesine duyduğumuz üzüntüye nazaran, Hamas'ın böylesine bir tuzağa düşmesi bizleri daha çok üzmüştür.

Çünkü "Fetih", Filistin'de iki devletin olmasına İslâm adıyla değil de pragmatik vatancı bakış açısıyla bakmaktadır.

Nitekim Fetih, hiçbir zaman İslâmî bir hareket olduğunu iddia etmemiştir.

Ancak Hamas’a İslami bir hareket ve bu nazarla bakılmaktadır.

Bu işin tehlikesi ise; herkesin 1967 yılında işgal ettiği yerden çekilmesi halinde 1948 yılında Filistin'de gasp ettiği yerler üzerinde Yahudi varlığının tanınmasına İslâm'ın cevaz verdiğini zannetmesidir ki facia işte buradadır.

Filistin'in çözümü, ne iki devletli çözüm hakkında müzakere için ABD’ye uzanan bir elle, ne de 1967'de işgal edilmiş yerlerin hepsinden fiilen çekilmiş olsa dahi Yahudi varlığıyla yapılacak müzakerelerle mümkündür.

Zira gerek 1948 yılında işgal edilmiş Filistin'in herhangi bir karışı, gerekse 1967'de işgal edilmiş Filistin'in herhangi bir karışı, İslâm nazarında aynıdır.

Çünkü bu mübarek arz, İslâm ordularının kanlarıyla kazanılmıştır. Hatta Filistin'in hiçbir karışı yoktur ki oraya bir şehit kanı düşmemiş veya bir mücahidin atının tozu bulaşmamış olsun.

Ne olursa olsun Filistin meselesi iki örgütün meselesi değildir.

Filistin meselesi, İslam ümmeti var olduğu sürece ümmetin meselesi olmaya devam edecektir.

Nitekim aşağılık Yahudi varlığı bu toprakları işgal ettiği günden bugüne ümmet, Filistin’e sahip çıkmış ve çıkmaya devam ediyor.

Ancak ümmetin başındaki yöneticilere gelince onlar; gasıp Yahudi varlığı ile her türlü askeri, siyasi ve ticari ilişkilerine devam ederek bu zulümde onlara ortak olmaya devam ediyorlar.

**************

Batı Şeria'da 12 Haziran'da kaybolan üç Yahudi yerleşimcinin 18 gün sonra ölü bulunmasının ardından Filistinli genç Muhammed Ebu Hudayr, 2 Temmuz'da Yahudi yerleşimciler tarafından kaçırılmış ve diri diri yakılarak şehid edilmişti.

Ardından gasıp Yahudi varlığı Filistin’e bomba yağdırmaya başladı ve bugüne kadar 172 erkek, kadın ve çocuk şehid edildi.

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas’ın açıklamaları onun Filistin’den çok Yahudi varlığının güvenliğini düşündüğünü göstermektedir. Abbas daha önceki açıklamalarında da “İsrail'İn güvenliği mukaddestir” demişti. Şimdi ise; İsrail’e karşılık verdiği için direnişi “savaş tüccarlığı” yapmakla suçladı.

Türkiye ise yine kınama açıklaması ve Birleşmiş Milletleri göreve çağırdı.

Erdoğan ise bir hafta öncesine kadar Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı Filistin’e nasıl tarafsız kalırız diye çıkışıyordu.

İslam coğrafyasında ki yöneticiler Filistin ve diğer mustazaf Müslümanları kurtarmak için ordularını harekete geçireceğine bazen yumuşak, bazen de çok “sert” bir şekilde kınamakla geçiştirmektedirler.

Bir zamanlar Mısır Cumhurbaşkanı Abdunnasır, Filistin’i kurtaracağını söylüyordu.

İran yöneticileri medya aracılığı ile her gün İsrail’e tehditler savuruyordu.

Vahşi Beşşar Esed bile Filistin’i kurtaracağını söylüyordu.

Filistin ancak İslam ordularıyla izzet ve şeref sahibi bir Halife’nin öncülüğünde kurtulur.

Filistin, el-İsrâ hadisesinden bu yana Müslümanların boyunlarında bir emanettir.

Kudüsü fetheden Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) özellikle yahudilerin burada oturamayacağına hükmeden bir ahitname yazmıştır.

Bu emanet, İslam Devleti olduğu müddetçe de devam etmiştir.

Her ne zaman bir düşman, Filistin'e cüret etse, Hilâfet’in gölgesindeki büyük bir komutan onu bu düşmanın pisliğinden kurtarmıştır.

Tıpkı Salahaddîn'in onu haçlılardan temizlediği gibi...

Tıpkı Kutuz ve Baybars'ın onu Tatarlılardan temizlediği gibi...

Tıpkı Hilâfet’in son günlerinde Halîfe AbdulHamid'in, Hertzl'in çetelerinin oraya yerleşmesine mani olarak onu koruduğu gibi.

Şimdi ise ancak Raşid-i Hilafet’in kurulmasıyla birlikte İslam ordularının eli ile Filistin ve diğer beldeler bu zulumattan kurtulacaktır.

***************

1967 yılında işgalci Yahudi askerleri 'Muhammed öldü, geride kızlarını bıraktı' diye slogan atıyorlar.

Müslümanlar da onlara şöyle ses veriyorlar:

“Hayber Hayber ya yahud

Ceyşu Muhammed sevfe yaud”.

Netenyahu’nun babası olan tarihçi, Siyonist, aktivist, Benzion Netanyahu, yazdığı kitapta şöyle diyor; “Beni dünya üzerindeki gösterilerde en fazla korkutan slogan şu; ‘Hayber hayber ya yahud, Ceyşu Muhammed Sevfe Yeud.”

Yani Hayberi unutmayın, hatırlayın; muhakkak er geç İslam ordusu bir gün geri dönecektir.

Allah Subhanehu Ve Teala’nın izni ile “Muhammed’in ordusu geldiği zaman sadece Gazze’den değil, denizden, karadan, havadan, her taraftan gelecekler.