Yazıyı kaleme alacağım güne hatta son saate kadar bekledim; “acaba oluşturulan bu mafya-siyaset ilişkisi sona erer mi?” diye. Ama maalesef öyle olmadı.
Bu nasıl bir işleyiştir ki, nereye elinizi atsanız elinizde kalıyor. Ve daha enteresan olanı, toplumun bunu ilk kez duyup-görüyormuş gibi davranması…
Cumhuriyet tarihinin bu karanlık yüzü aslında her dönem vardı. Adının verildiği bir havaalanı olan ilk kadın pilot Sabiha Gökçen’in de katıldığı halkın bir kesiminin düşman ilan edilip katledilmesi… en ateşli CHP’li iken ayrılıp Demokrat Parti’yi kuran ve iktidara gelince hakkında iddiaların hiç eksik olmadığı başbakanlar… siyasi cinayetler… “kontrgerilla” denilen yapılanmaların çok ciddi hasarlar veren faaliyetleri… “Yeni Türkiye” adı altında 80 İhtilali sonrası yaşanan ve adına “serbest piyasa” denilen sistem sayesinde ülkenin tamamen sömürge sistemine adeta peşkeş çekilmesi… ANAP dönemi sonrası SHP-DYP koalisyonlarında ülkenin yaşadığı bunalımlar… AKP ile rahatlama dönemine girilmesi ama meselenin hiç de öyle olmadığının biraz geç de olsa anlaşılması ve son skandal olarak bir mafya liderinin devlette tuttuğu işlerin kaydını alıp yılan kendisine dokununca feveran etmesi…
“Soylu haklıydı, diğeri haksızdı” (veya tersi) gibi sığ tartışmalara girmeyeceğim.
O kadar iğrenç ilişkiler ağı var ki, inanın haberleri -mecburen- dinlediğimde kendim, ailem ve ümmetim adına korkuyorum.
Bahsi geçen olaylar sadece işin görünen kısmı. Ekranlarda kavga ediyor gibi görünenlerin, perde arkasında “devlet ihalelerini kim-nasıl alacak paylaşımları” gerçekleştirdiğine, ortaya çıkanlardan ulaşmak mümkün.
İktidara gelmeyi servet edinmekle eşdeğer gören bir yapı oldukça bu döngü her zaman bu şekilde devam edecektir.
Değişen sadece isimler olacaktır maalesef.
Ve “temiz siyaset” sözü verenlerin, diğerinden daha kirli olduğu fark edilene kadar toplum, yok olmaya devam edecek.
“Demokrasi” denen illet insanlığın başında bulundukça hiçbir şey değişmeyecektir.
Tabi ki mesele sadece Türkiye meselesi de değildir.
Türkiye böyle de Amerika farklı mı? Ya da İngiltere veya Almanya?
Elbette ki hayır!
“Görünen köy kılavuz istemez” diye bir atasözümüz vardır. Kendi toplumları içki, kumar, zina, uyuşturucu, intihar… bataklıklarında yok olurken, yöneticilerin tek düşünceleri rakamlarla oynayıp kendi iktidarlarının “ne kadar başarılı(!) olduğunu” göstermek oluyor.
“Gelişmiş ülkeler” diye gösterilen yerlerin arka sokaklarında yaşanan insanlık dışı uygulamalar hiç kimseye gizli değildir.
Sokakta yaşamayı hayat tarzı gören (hiç de azımsanmayacak) bir kesimden bahsediyorsak, pek fazla konuşmaya gerek yok sanırım.
Onun için Müslümanlara bir kardeşleri olarak âcizane tavsiyem, kirli ilişkiler ağında taraf tutmamalarıdır.
Bir Müslüman’ın olacağı taraf sadece ve sadece hak olandır.
Batıl düzenlerin habis yöneticileri veya kuklalarının kavgasında, “Allah ıslah eylesin” ya da “pisliklerinde boğulsunlar” demekten öte bu meseleler bizim gündemimizi işgal etmemelidir.
Kâfirler ümmeti katlederken, halkı Müslüman olan Türkiye’nin yöneticileri, zalimlikleri ile dünyaya nam salmış Çin kâfirine Müslümanları iade ederken, Kâbe’nin içerisinde bulunduğu Arabistan yöneticileri “dinde reform” çalışmaları yaparken ve dahi dünyanın birçok bölgesinde Müslümanların, mazlumların maruz kaldığı vahşet hemen her gün artar iken; “rezil insanların videosu ne zaman yayınlanacak?”, “Bakan veya diğerleri ne cevap verecek?” türü şovlara prim verilmemelidir.
Yapılması gereken; hemen şimdi bu gayriİslâmi düzenlerden, bu iğrençlikleri doğuran batıl düzenlerden yüz çevirmek olmalıdır.
Konuşmaktan başka bir şey yapmayan yöneticilerin gelecek vaatlerine kanmanın da bir sınırı olmalıdır.
Evet, münafık ve kalbinde hastalık olanların sözleri insanların hoşuna gidebilir belki ama acısını çeken yine Müslümanlar olmaktadır.
Ne buyuruyor Rabbimiz Münafikun Suresi 4. Ayetinde:
[وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِن يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ] “Onları gördüğün vakit kalıpları hoşunuza gider ve konuşurlarsa dinlersiniz. Onlar elbise giydirilmiş kereste gibidirler…”
Rasul Aleyhi’s Selam ise Müslim’in rivayet ettiği Ali RadiyAllahu Anh hadisinde şöyle buyurmaktadır:
“Dilleriyle hakkı söyleyen ama onların (gırtlağını işaret ederek) şurasından geçmeyen insanları, Allah’ın mahlûkatından en buğzettiği kimseler olarak niteledi.”
Konuşmakta maharet kazanan kimselerin sözlerine aldanmaktan vazgeçmeliyiz.
İslâm bir ölçü belirlemiştir: “Söz ile amel çakışırsa, amele bakılır.”
“Ey İsrail!” diyenlere bakıyorsunuz emrindeki orduları hareket ettirmiyor. Ümmetin meselesini BM gibi kâfirlerin kuruluşlarına sevk edip katliam uygulayanlara adeta zaman kazandırarak Müslümanlara ihanet ediyorlar. Bu da demek oluyor ki bu kimseler sözlerinde samimi değil. Sözlerinde samimi olmayanları yani sözlerini amel ile desteklemeyenleri ise Allah sevmeyip onlara buğzediyor.
Allah’ın, Rasulü’nün ve tüm lanet edicilerin lanetlediği kimseleri, bir Müslüman’ın -bırakın sevmeyi-, sempati duyması bile caiz değildir.
Sevilecek, sempati beslenecek birileri varsa onlar, her zaman ve her mekânda hakkı haykıranlardır.
O hâlde, ülkenin 22 şehrinde Hilâfet çağrısı yapan muhlis Müslümanların davetine kulak verelim ve hemen 2. Râşidî Hilâfet’i kurma çalışmalarına katkı sağlayalım. İşte o zaman, Allah’ın razı olacağı İslâm nizamını hâkim kılma yolunda önemli bir yapmış oluruz.
Aksi hâlde bu ve benzeri rezaletler her daim devam eder de biz de seyredenlerden, dolayısıyla hem dünyasını hem ahiretini tehlikeye atanlardan oluruz maazallah…