![Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - [7 Mayıs 2019]](https://api.kokludegisim.net/uploads/1557309224_9aeb72ef87.jpeg)
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, haftalık gündem değerlendirme toplantısında gündemin öne çıkan başlıklarına değindi.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, dün gerçekleştirdiği gündem değerlendirme toplantısında; Hizb-ut Tahrir Türkiye tarafından başlatılan “Ramazan Uyanış Zamanı” başlıklı Ramazan kampanyasının detaylarını anlattı. Yahudi varlığı tarafından yapılan saldırılara da değinen Kar, Çamlıca Camii tartışmalarına ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Aile Şurası’nda yaptığı konuşmadan hareketle Hükümetin aileyi bitiren uygulamalarına dair açıklamalarda bulundu.
Mahmut Kar’ın gündemi farklı bir bakış açısıyla değerlendirdiği açıklamaların tamamını ilginize sunuyoruz:
Haftalık Gündem Değerlendirmesi
Bir Ramazan ayına daha girdik. Doğudan batıya İslâm ümmeti olarak mübarek Ramazan ayına kavuştuk. Tüm Müslümanların Ramazan-ı Şerifi kutlu olsun, hayırlarla dolsun, Müslümanlar bu ayda müjdelerle ferahlasın inşallah… Allah Subhanehu ve Teâlâ Müslümanların salâtını, siyamını ve gece namazlarını kabul buyursun. Rabbimiz, müminlerin kalpten dualarına icabet etsin.
Ramazan, iyilik, rahmet, mağfiret ve ateşten kurtuluş ayıdır. Ramazan, fetih ve zafer ayıdır. Ramazan’da gönüller Allah sevgisiyle, O’nun rızasını kazanmak, yardımını dilemek ve nimetlerine şükretmekle zenginleşir.
RAMAZAN UYANIŞ ZAMANI
Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak biz bu Ramazan’da “Ramazan Uyanış Zamanı” başlıklı bir kampanya başlattık. Gafletten ve uykudan uyanmaları için Müslümanlara ve tüm ümmete sıcak bir çağrı yaptık.
Kıymetli Müslümanlar! Tam doksan sekiz Ramazan’dır İslâm’ın devletinden, otoritesinden, izzet ve itibarından yoksun bir halde küfür hükümlerinin karanlık dehlizlerinde yaşıyoruz. Onun için “bu Ramazan, küfür hüküm ve nizamları altında karşıladığımız son Ramazan olsun!” diyoruz. Neredeyse bir asırdır beldelerimiz kâfirlerin işgali ve istilası altında, küfür rejimlerinin tasallutu altında. Onun için fetih ve zafer ayı olan Ramazan, uyanış zamanı olsun istiyoruz. Tüm Müslümanlara hitaben “Ey Müslümanlar uyanın, üstünüzdeki ölü toprağını atın!” diyoruz.
Müslümanlar, Hilâfet’in yıkılmasından bu yana derin bir uykuya daldılar ve bitkisel hayattan hâlâ kurtulamadılar. İşgal edilmemiş toprağımız, sömürülmemiş beldemiz, yağmalanmamış servetimiz kalmadı. Canımıza, namusumuza, mukaddesatımıza, servetlerimize kast ettiler. Bizi milletlere ve ulus devletlere böldüler. Yetmedi aramıza suni sınırlar çizip tel örgüler çektiler, topraklarımıza nifak tohumları ektiler. Sadece insanları değil, ekini ve nesilleri ifsat ettiler, bizi varlık içinde yokluğa mahkûm ettiler.
Bilâdu’ş-Şâm kan gölü, Filistin esaret altında, Irak, Afganistan, Arakan ve adını saymadığımız daha nice beldemiz sömürü altında. Ramazan’ı, iftarı ve sahuru bize zehir ettiler. Kardeşlerimiz, bacılarımız, yavrularımız yüreklerimizi dağlayan acılar içinde. Daha dün bir kardeşimizi, Uğur Kankur’u Hizb-ut Tahrir ile İslâmi davet taşıdığı için zalimler zindana attılar. Bütün bunlar yetmezmiş gibi dinimize ve ibadetlerimize de saldırdılar. İslâm Ümmeti olarak aynı gün oruca başlayamaz, bayramı kutlayamaz hale getirildik.
Bu sebeple, “Ramazan Uyanış Zamanı” başlıklı bu kampanyamız Müslümanların uyanışına vesile olacak inşallah. Bu kampanya Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti’nin yeniden kurulması için tüm Müslümanları seferber etmeyi amaçlıyor. Bu Ramazan İslâm’ı bir rahmet, adalet ve hidayet olarak tatbik edecek Hilâfetsiz geçirdiğimiz son Ramazan olsun.
Ey Rabbimiz, bu Ramazan’ı uyanmakta olan ümmetin dirilişine vesile kıl, bizi küfrün ve kâfirlerin, zulmün ve zalimlerin şerrinden koru. Bu Ramazan nusretinden, zaferinden ve müjdenden mahrum kaldığımız son Ramazan olsun Allah’ım! Âmin…
YAHUDİ VARLIĞININ RAMAZAN KATLİAMI
Bir Ramazan’a daha mübarek topraklarda Yahudilerin katliamları ile başladık. Müslüman kanı döken bu işgalcinin alışkanlığına şaşırdık mı? Hayır! Onlar, çocukları sivilleri öldürmeye devam ediyorlar ve bu katliamlarına terörü bahane ediyorlar. Gazze Sağlık Bakanlığı işgalci varlığın saldırılarında 9 sivilin şehit olduğunu ve 65 kişinin de yaralandığını açıkladı. Bu saldırılarda Anadolu Ajansının Gazze’deki binası da hedef alındı.
Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerek Dışişleri Bakanlığı gerekse diğer hükümet yetkilileri, bu saldırıları şiddetle kınadıklarını ifade ettiler. Alışıldık bu kınama açıklamalarına da şaşırmadık doğrusu. Türkiye, Mavi Marmara’da şehit olmuş ve yaralanmış olan vatandaşlarının hakkını kendi mahkemelerinde dahi korumazken nasıl olacak da Gazze’deki Anadolu Ajansı’nın binasını koruyacak? Türkiye’nin şehitlerin kanını pazarlık konusu yaptığı Mavi Marmara anlaşmasında Yahudi varlığına şart olarak sunduğu hiçbir şey gerçekleşmedi.
Yahudi varlığı bugüne kadar Türkiye’den ne resmî bir özür diledi ne de Gazze ablukasını kaldırdı. Aksine Türkiye’yi bu zillet anlaşmasına razı eden ABD’nin himayesinde küstahlığına ve işgalciliğine son sürat devam etti. Mescid-i Aksa’yı Müslümanlara ibadete yasakladı, Kudüs’ü sözde devletinin başkenti ilan ettiğini açıkladı.
İşte bugün, işgalci Yahudi varlığı, Gazze halkına Ramazan’ı zehir ediyorsa, iftar sofralarında kan döküyorsa yöneticilerin korkaklığından cesaret alıyor. Türkiye mahkemelerinde hak arayan Mavi Marmara mağdurlarına “‘İsrail’ egemenlik hakkını kullandı” diyen yargıçların kararlarından cesaret alıyor. Onlar, Mavi Marmara mağdurlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kapısında bekleten AK Parti iktidarı ve Türkiye yargısından cesaret alarak katliam yapıyorlar. En önemlisi de Türkiye yöneticilerinin kadim dostu olan Trump’ın küstahlığından cesaret alıyorlar.
Kıymetli Müslümanlar, Mavi Marmara mağduru ailelerin durumuna mı üzülelim yoksa Gazze’de katledilen körpe yavrulara mı? Yoksa işgalcilerin katliamlarına tepkisiz kalan yöneticilerin durumuna mı? Ey İktidar sahipleri! Ey Müslüman beldelerin başındaki aciz yöneticiler! Yaşanan bu vahşetin en büyük sorumlusu sizsiniz! Çocuklar ölüyor, sessizsiniz! Kadınların iffetleri kirletiliyor, sessizsiniz! Müslümanlar, topraklarından sürülüyor, yine sessizsiniz! Yaptığınız en iyi şey kınamak, kınamak, kınamak...
İşgalci Yahudileri mübarek beldeden köklerini kazıyarak çıkarmak için İslâm’ın tek hükmü vardır, o da savaştır. Siz ne yapıyorsunuz? Mübarek topraklar üzerinde Yahudilere egemenlik hakkı tanıyorsunuz. Onlarla Müslümanların kanları ve Filistin toprakları üzerinde tavizkar anlaşmalar yapıyorsunuz. Müslümanların hak ve hukukunu hiçe sayıyorsunuz. Eğer ki bir avuç Yahudi’ye haddini bildirmekten acizseniz kalkın o koltuklardan! Yok, eğer bunu kabullenerek oturacaksanız bu, Kudüs davasına ihanettir.
Ey Kudüs’ü dava edinen Müslümanlar! Ey Mescid-i Aksa sevdalıları! Kudüs davası ne Türkiye ne de Avrupa mahkemelerinde görülecek bir dava değildir. Kudüs için dökülen kanların bedeli parayla ölçülemez. Kudüs’ü, 20 milyon dolara satan yöneticiler değil ancak Ömer RadiyAllahu Anh ve Abdulhamid gibi Halifeler kurtarabilir. Kudüs ancak, esaretten kurtulana dek gülmeyi unutan Selahaddin gibi komutanlar ile özgürlüğüne kavuşabilir. Kudüs ancak Hilâfet ile asıl sahiplerine iade edilebilir. O halde dökülen kanların, çiğnenen onurların hesabını işgalci Yahudi varlığından soracak olan Râşidî Hilâfet Devleti’nin ikamesi için, durmayın, siz de çalışın!
ÇAMLICA CAMİİ TARTIŞMASI
Ramazan’a girdik, beldelerimiz işgal ve istila altında ama Türkiye’de siyasiler camii tartışması yapıyorlar. Yapımına 6 yıl önce başlanan İstanbul’daki Büyük Çamlıca Camii, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla geçtiğimiz cuma günü ibadete açıldı, biliyorsunuz… Camii açılmadan önce yapımı ile ilgili tartışmalar gündeme gelmişti. Saadet Partisi Lideri Temel Karamollaoğlu, Çamlıca Camiine yapılan harcamanın israf olduğunu söylemişti. Birde, “Hangi akıllının aklına Çamlıca’nın tepesine 60 bin kişilik cami yapmak gelir, bir kere doldursunlar ellerini öperim.” demişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmet’i örnek göstererek cevap verdi Karamollaoğlu’na…
Kıymetli Müslümanlar! Camiler İslâm’ın en önemli nişanelerindendir. Bir yerde cami varsa orada İslâm ve Müslümanlar var, demektir. İhtiyaca göre camiler inşa etmek devletin görevlerindendir. Müslümanların cami yapılmasına karşı çıkması söz konusu olabilir mi? Tarihte böyle bir şey olmamıştır. Aksine Müslümanlar cami ve mescitler yapma konusunda birbirleri ile hayırda yarışırlar. Peki, neredeyse 50 yıldır İslâmi söylemlerle Müslümanların desteğine talip olan Saadet Partisi nasıl oldu da camiye eleştiri yapar hale geldi. Saadet Partisi nasıl bir siyasi çizgiye sahip ki, bir asırdır ismi “cami düşmanlığı” ile anılan CHP ile aynı kulvarda yer aldı? En önemlisi Saadet Partisi Lideri Sayın Karamollaoğlu Çamlıca Camii konusunda iktidarı hangi ölçü ile eleştiriyor? Önemli olan, bu eleştirinin siyasi rant üzerine yapılmış bir eleştiri mi yoksa İslâmi bir eleştiri mi olup olmadığıdır.
Gelelim Çamlıca Camii meselesinin iktidarla ilgili kısmına. İktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, her ne kadar İstanbul’a görkemli bir cami kazandırmış olsa da bu eser iktidarın İslâmi konulardaki ruhsuzluğunu örtemez. Yöneticilerin ilk ve en önemli işi Allah’ın indirdikleriyle hükmetmektir. Ancak her yere eser yapmakla övünen İktidar, bu sorumluluğu idrak etme ve uygulama hususunda en ufak bir adım dahi atmamaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cami açılışında yaptığı konuşmada bu ruhsuzluk çok net şekilde fark edilmektedir. Konuşma sadece Camii’nin büyüklüğü, minare ve kubbe sayılarına yüklenen manalar ile doluydu. Hâlbuki cami minarelerinin sayısı ve kubbelerinin büyüklüğü çok da önemli değildir. O cami minarelerinden namaza yapılan çağrı, sadece namaz kılmaya çağrı değildir. Bilakis bir bütün olarak dini ikame etmeye çağrıdır. İyiliği emredip kötülükten sakınmaya, sakındırmaya çağrıdır. Nasıl ki namazda safta omuz omuza olunuyorsa fikrî ve siyasi olarak birlik olmaya çağrıdır. Ümmetin derdiyle dertlenmeye çağrıdır.
İşte Kanuni, Fatih ve birçok İslâm halifesinin eserlere yüklediği anlam budur. Sayın Karamollaoğlu! Onların yolunu takip etmek, İngilizci CHP ile aynı kulvarda siyaset yapmak ve İngiliz tipi parlamenter sistemi istemekle olmaz. Sayın Erdoğan! Kanuni ve Fatih’in yolunu takip etmek, Amerikancı siyaset ile başkanlık sistemini getirmek ve demokrasi övücülüğü yapmakla olmaz. Onların yolunu takip etmek ancak İslâm’ın tatbik edilmesiyle olur.
AİLEYİ BİTİREN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz gün katıldığı Aile Şurası’nda bir konuşma yaptı. Erdoğan; “Nikâh akdinin değersizleştirildiği, evlilik dışı ilişkilerin normal sayıldığı, boşanmanın teşvik edildiği sancılı bir süreçle karşı karşıyayız.” dedi. Açıklamadaki bu serzeniş, bir hassasiyetten mi kaynaklanıyor yoksa bu siyasi hesapların gözetildiği bir manevra mı, bilemiyoruz. Fakat bu konuda bildiğimiz, şahit olduğumuz ve de yaşadığımız bir hakikat var.
O hakikat, 2011 yılında imzalanıp 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’dir. Bu sözleşme ile toplum, din, kültür ayaklar altına alınmıştır. Bu sözleşme ile örf-adet, gelenek-görenek, namus-edep ve ahlak yok sayılmıştır. Bu sözleşme ile ailenin temelleri dinamitlenmiştir. Bu sözleşmeyle “Toplumsal Cinsiyet Hakkı” gibi bir ifsat ve sapkınlık projesini eğitimin her kademesine yerleştirmek amaçlanmıştır. Yine bu sözleşmenin 4. maddesinde cinsel yönelimlerin yasal güvence altına alınması sağlanmıştır. Yani sapkınlıkların önü açılmış, onların örgütlenmelerine meşruiyet sağlanmıştır.
Çıkarılan kanun ve yasalarla kadına süresiz nafaka ve kadının beyanını esas alma hakları tanınarak kadın cinayetlerinin ve boşanma olaylarının artması sağlanmıştır. Küçük yaşta evlenenler, “tecavüzcü” damgası vurularak çok ağır şekilde cezalandırılırken, hangi yaşta olursa olsun gayri meşru birliktelikler özendirilmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı! “AB istedi diye zinayı suç olmaktan çıkardık” itirafınıza rağmen bu kanunlar hâlâ yürürlükte değil mi? Ailenin korunması ve kadına şiddetin önlenmesine yönelik 6284 Sayılı Kanun’da dahi Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni esas aldınız. Bu durum, aileye kimlerin penceresinden baktığınızı göstermeye yetmez mi? Müslümanların dini, inancı, örfü ve âdetiyle hiçbir bağı olmayan, tamamen ifsat, yıkım üzerine odaklı bu sözleşme ve anlaşmalar derhal fesih edilmeli değil mi?
Sayın Erdoğan! Gerçekten ailenin daha fazla yıkıma uğramadan kurtulmasını istiyorsanız aileyi, toplumu, insanlığı ifsat eden demokratik düzenden vazgeçersiniz. Bu kurumlara hakkıyla değer veren İslâm Nizamı’na yönelirsiniz. Tercih sizin!
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu”


