Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - 16 Nisan 2019
17 Nisan 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Gündem Değerlendirme Toplantısı - 16 Nisan 2019

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Köklü Değişim Medya

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, dün akşam gündemin önemli konuları hakkında değerlendirmelerde bulundu...

Mahmut Kar haftalık gündem değerlendirme toplantısında, Hükümetin açıkladığı ekonomik reform paketinden Bolu’nun yeni seçilen Belediye Başkanı’nın Suriyeli muhacirlere yardım yapılmayacağı hakkındaki açıklamalarına, CHP’nin 145 yıllık demokrasi mücadelesinden Cezayir ve Sudan’da yaşanan protesto gösterileri ile sözde Ermeni soykırımı tartışmalarına değindi.

Mahmut Kar’ın yaptığı değerlendirmelerin tam metnini ilginize sunuyoruz.

Haftalık Gündem Değerlendirmesi

بسم الله الرحمن الرحيم

Bu hafta ekonomi gündemi ile başlıyoruz. Malum, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, geçtiğimiz hafta çarşamba günü Ekonomi Reform Paketini açıkladı.

► YENİ EKONOMİ REFORM PAKETİ

“2019’un Yeni Ekonomi Programı ve Yapısal Dönüşüm Adımları” ismi ile kamuoyuna tanıtıldı paket. İsme bakınca program çok iddialı ama içeriği beklentileri karşılamaya yetmedi. Çünkü paketin içi boş çıktı. Haftalar öncesinden duyurusu yapıldı bu ekonomi programının... 2018'de yaşanan kriz nedeniyle de bütün bir toplum merakla bekliyordu "içinden ne çıkacak" diye. Ancak açıklanan paket reel ekonomide kimseyi memnun etmedi. Çünkü alınan kararların hiçbirisi gerçekçi değil.

Bakan Albayrak, kamu bankalarına 28 milyar TL para aktararak, özel bankaları da yine fonla güçlendireceklerini ve kredi vermelerini sağlayacaklarını söyledi. Ancak bu 28 milyar Lirayı nerden bulacağını söylemedi. Onu da ben söyleyeyim: tabii ki topladıkları vergilerden bulacak! Vatandaştan aldıkları paradan verecekler. Halktan topladığı vergiler ile bankaları güçlendirip, kapitalist büyük şirketlere kredi sağlayacaklar.

Sayın Albayrak ikinci olarak bireysel emeklilik sistemini zorunlu hale getireceklerini ve kıdem tazminatı fonu kuracaklarını söyledi. Yine tarımda "Milli Birlik Projesi" adı altında hal yasası oluşturacaklarını ve Sera AŞ’yi kuracaklarını söyledi. Ve en önemlisi, bu dördüncüsü; Yeni vergi politikalarını hayata geçireceklerini açıkladı.

Sayın Bakan! Bu ekonomik krizin ve sorunların asıl kaynağı, faize dayalı bankacılık sistemi değil mi ki siz daha hâlâ onları güçlendirmeyi düşünüyorsunuz. 2018 yılını faiz gelirlerinden elde ettiği en yüksek kâr ile kapatan bankaları kimin parası ile güçlendireceğinizi de söyleyin, bilelim. Biz söyleyelim: bankalara aktaracağınız parayı zorunlu bireysel emeklilik sistemini getirerek, kıdem tazminatı fonu oluşturarak ve halkın sırtına yeni vergiler yükleyerek oluşturacaksınız. Halktan çalıp sermayedar kapitalistlere vereceksiniz yani. Açıkladığınız paket bunu gösteriyor.

Bu paket, halkın ekonomik şartlarını iyileştirmekten çok, kapitalist şirketlerin hoşnutluğunu kazanmak için, onların endişelerini gidermek için, onlara güven vermek için hazırlanmış gözüküyor. Zaten, yıllardır bunun için tüm kamu mallarını tükettiniz, halktan aldığınız vergileri ve işsizlik fonunda biriken paraları bankaları ayakta tutmak için harcadınız. Halkı fakirlik uçurumuna sürüklediniz... Ne için?! Bankaları güçlü gösterip kapitalistleri memnun etmek için...

Eğer siz açıkladığınız o pakette; "Kapitalizmin kalesi olan, paranın kontrolünü zenginlere veren ve ümmeti faiz bataklığına düşüren bankaların varlığına son veriyoruz!" deseydiniz, "Kamu harcamalarını sınırlıyoruz ve buradan elde edilen kaynak ile tüm tarım arazilerini kullanıma açıyoruz!" deseydiniz, "Tarım ve hayvancılığı teşvik programları hazırlıyoruz, işçi ücretleri üzerinden alınan vergileri ve sigorta tutarlarını kaldırıp işsizliği bitiriyoruz, halktan alınan 500 kalem vergiyi sınırlandırıyoruz ve asgariye indiriyoruz!" deseydiniz, "Ağır sanayi için hammadde kolaylığı getiriyoruz, bilim ve teknolojiye yapılan yatırım desteklerini artırıyoruz." deseydiniz, "İhtiyaç olmayan ithal ürünlere sınırlama getirip, ihracatta olan tüm vergileri kaldırıyoruz!" deseydiniz ne olurdu biliyor musunuz?

Siz tüm bu saydığım kararları alsaydınız, ekonomik devrim başlatmış olurdunuz. Şimdi size bu saydığımız maddeler zor gibi görünebilir, ancak bunlar hiç de zor değildir. Çünkü Türkiye’nin yeraltı ve yerüstü kaynakları bunların hepsini karşılamaya fazlasıyla yeter. Ancak bu kaynakların hepsi şu anda bankalara ve devlet harcamalarına akmaktadır. Faizli bankacılık sistemi bitirilip devlet harcamalarına sınırlama getirildiğinde buradan çok ciddi bir kaynak oluşur. Dolayısıyla bu saydıklarımızın hepsi ve daha da fazlası olur. Birkaç yıl içinde, üreten bir ülke olur, dışa bağımlılıktan kurtuluruz. Hem sağlıklı gıda maddeleri yetiştirilir hem de enflasyon ve işsizlik önlenir. Bütçemiz açık değil fazla vermeye başlar. Yıllardır borç para ile döndürülmeye çalışılan ekonomi düzelir. IMF gibi kurumlara faiz ödeme dönemleri biter.

Kıymetli Müslümanlar! Gelin, geleceğimiz daha fazla ipotek altına alınmadan bu fasit nizamdan vazgeçelim. Sahip olduğumuz servetleri sömürgeci kapitalist şirket ve devletlere altın tepside sunan ekonomik sistemden kurtulalım. İslâm’ın eşsiz ekonomik sistemiyle, zekât verilecek bir fakirin dahi bulunamayacağı yeni bir geleceğe kucak açalım. Ancak o zaman İslâm topraklarındaki servetleri ümmet olarak ensar ve muhacir demeden paylaşabiliriz. Ancak o zaman ekmeğimizi, aşımızı, evimizi barkımızı muhacir ile paylaşabiliriz. Çünkü ancak o zaman Müslümanlar olarak tek bir ümmet olduğumuzu hatırlayacağız.

Yoksa ne olur biliyor musunuz? Bu laik kapitalist sistemde kaldığımız müddetçe, içimizde zulümden kaçıp bize sığınanları aç bırakmakla tehdit edenler de çıkar. Onları düşman ve sığıntı gibi görenler, "misafirlik bitti" diyenler de çıkar.

Çıkmadı mı? Seçimlerden önce İYİ Parti Fatih Belediye Başkan Adayı ne dedi? "Kazanırsam Fatih’i Suriyelilerden temizleyeceğim!" dedi.

Seçimleri kazanıp Bolu’ya Belediye Başkanı seçilen CHP’li Tanju Özcan'ın ise göreve gelir gelmez ilk işi ne oldu? Suriyeli muhacirlere yapılan belediye yardımları kesti ve yasakladı.

"Suriyeli muhacirleri ne Bolu'da ne de Türkiye'de görmek istemediğini" söyledi. Doğrusu CHP'li bir başkanın bu tavrı bizleri hiç ama hiç şaşırtmadı.

► BOLU’DAKİ SURİYELİ MUHACİRLERE YARDIMIN KESİLMESİ

Çünkü CHP, Türkiye'de Müslümanlara yaptığı zulümlerle meşhur olmuş bir partidir. CHP, mazlum Suriyeli kardeşlerimize kan kusturan Esed rejimini destekleyen bir partidir. CHP ve türevlerine göre Suriye'de kalıp savaşanların "terörist", göç edenlerin ise "vatan haini" olarak yaftaladığı herkesin malumudur. Bu zihniyet, menfaat ve maslahat ile açıklanamaz; ancak İslâm düşmanlığı ile açıklanabilir. Eğer menfaat gereği bunu yapıyor olsaydı, dükkân açıp ticaret yaparak vergi ödeyecek olan Suriyeli muhacirlere "Ruhsat vermeyeceğim!" demezdi. Dedim ya, bu merhametsizlik ancak İslâm kardeşliğine tahammülsüzlükle açıklanabilir.

Bu adam, hem muhacirlere düşman hem de görevine başlarken Kur'an'ı öperek, yemin ederek işbaşı yapıyor. Harama el uzatmadan yöneteceğine Allah ve namusu üzerine yemin eden bu belediye başkanına sadece şunu söylüyorum: yardıma muhtaç mazlumları yardımsız bırakmak ve emeğiyle çalışmalarına engel olmak haramdır. O öptüğün Kur’an-ı Kerim, mallar üzerinde muhtaçların hakkı olduğunu ve bu hakkı onlara vermenin rızkı eksiltmeyeceğini, bilakis artırıp bereketlendireceğini söylüyor bunu biliyor musun?

Son olarak Bolu halkına bir çağrıda bulunuyorum: kıymetli Bolulular, kıymetli kardeşlerim! Hizmet için seçtiğiniz bu başkanı siz dinlemeyin, gelin siz ensar olmaktan vazgeçmeyin! Sizler, 1999 Depremini yaşamış insanlarsınız; evsiz, işsiz ve aşsız kalmanın ne kadar zor olduğunu en iyi siz bilirsiniz. Bugün de size düşen ekmeğinizi, aşınızı Suriyeli muhacir kardeşleriniz ile paylaşmaktır. Onlara ensar olmaya devam etmektir. Milliyetçilik üzerine yürütülen bu kara propagandaya alet olmayın! Gelin siz, aranıza atılmaya çalışılan bu fitneyi söndürün.

► CHP’NİN 145 YILLIK DEMOKRASİ MÜCADELESİ

Evet, Türkiye’nin seçim gündemi bitmedi malum. Siyasi parti temsilcileri, parti liderleri seçim sonuçları, seçimlere karışan hileler ile ilgili her gün yeni bir açıklama yapıyor. Özellikle İstanbul’da birçok ilçede oylar yeniden sayılıyor. Tabii bu süreç sistem savunucularını rahatsız ediyor, demokrasi savunucularını rahatsız ediyor. Çünkü halkımız demokrasinin iflasını, çöküşünü televizyon ekranlarından canlı canlı izliyor. Liderlerin açıklamalarına gelince; onlar da müflis tüccar gibiler. İşte bu süreçte CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu basın toplantılarından birinde bir açıklama yaptı ve “145 yıldır biz demokrasi için mücadele ediyoruz” dedi.

Tabii bu açıklama özellikle iktidar çevresi tarafından tepkiyle karşılandı. Gelen tepkiler üzerine yeni bir açıklama yapan İmamoğlu, bu cümleden "I. Meşrutiyeti" kast ettiğini söyledi. Bilindiği gibi I. Meşrutiyet, Tanzimat ve Islahat Fermanlarının devamı niteliğindedir ve Kanun-i Esasi'nin kabul edilmesiyle neticelenmiştir. Sayın İmamoğlu bu karanlık süreci demokrasi mücadelesi olarak görüyorsa bilmelidir ki I. Meşrutiyet'in kapısı, Halife Abdulaziz’e yapılan darbe ile aralanmıştır.

Elbette İmamoğlu için bu durum hiç ama hiç önemli değil, biliyorum. Çünkü onlar için demokrasi kutsaldır; demokrasi mücadelesi için her yol mubahtır. I. ve II. Meşrutiyet’te Batı hayranlığı gözlerini kör etmiş kişiler piyon olarak kullanıldılar ve bu şeytani tuzağı göremediler. Zannettiler ki Batılı yönetim tarzı gelince ülke her açıdan kalkınacak.

İmamoğlu ve CHP zihniyetinin 145 yıllık demokrasi mücadeleleri; Allah’ın dininin, İslâm’ın ve şer'î hükümlerin hayatımızdan uzaklaştırılması için verilmiş mücadeledir. Bu aynı zamanda İngilizlerin 145 yıldır yaptığı mücadelenin de esasını teşkil etmektedir. 145 yıl önce İslâm hayatta idi. 145 yıl önce şeri hükümler tatbik ediliyordu. 145 yıl önce toplumun ve devletin amacı Allah’ı razı etmekti. 145 yıl önce zorluk, sıkıntı vardı ama izzet de vardı, onur da vardı, şeref de vardı, itibar da vardı. Çünkü Hilâfet vardı!

Erkem İmamoğlu! Size ve sizin nezdinizde tüm laik-demokratlara soruyorum: 145 yıllık demokrasi mücadeleniz bu topluma ne verdi? Batı'nın batıl nizamını aldınız, tatbik ettiniz de ne oldu? Demokrasi mücadelenizi kazandınız da ne oldu? Size söyleyeyim ne olduğunu: tarihi zaferlerle, onurla, saygınlıkla dolu olan bu halkın tüm genlerini bozdunuz. Menfaatçi, pısırık, sadece hayatta kalmayı düşünen ahlaki değerleri ayaklar altına alınmış, dinden uzaklaşmış bir toplum inşa etmek için çalıştınız. Gençliğin gelecek hedeflerini yok ettiniz. Batılı kafirlere saygıyla boyun eğen, onları kendilerinden üstün gören bir nesil yetiştirdiniz. İktisadi açıdan kendi kapitalist zenginlerinizi var ettiniz, halkı fakir bıraktınız; kıt kanaat geçinmeye mahkûm ettiniz.

145 yılda yaptığınız bilimsel hiçbir çalışmanız, hiçbir icadınız yok! Dünyaya mal olmuş tek bir edebiyatçınız yok. Bilim adamınız, mimarınız, mühendisiniz, âliminiz yok! "Dış politika" dediğiniz şey ne? "Yurtta sulh cihanda sulh" dediğiniz şey ne? Sömürgeci güçlü devletlerin gönüllü piyonu olmaktan başka bir şey değil. Hilâfet'i yıktıktan sonra düşman bellediğiniz Müslüman halklarla hâlâ barışamadınız, bundan sonra da barışamazsınız! 145 yıllık demokrasi mücadelenizin sonunda gördüğümüz şey, size ve demokrasinize kimse inanmıyor, kimse güvenmiyor! Çünkü iktidarıyla, muhalefetiyle siz de o kutsalınıza, demokrasinize inanmıyorsunuz.

Buradan hem demokrasinin yılmaz savunucuları olan Kemalist-laik muhalefete hem de "Gerçek demokrasi bizim ellerimizle uygulanacak!" diye Müslümanları kandıran muhafazakâr iktidara son olarak şunları söylemek istiyorum: Yenileceksiniz! Pişman olacaksınız! “Keşke” diyeceksiniz! Tıpkı 145 yıl önce I. Meşrutiyet'i ilan edenler gibi... Tıpkı Osmanlı Halifesi Abdulhamid’i tahtan indirenler gibi… Tıpkı Hilâfet'i ilga ederek Osmanlı Ailesini sürgün edenler gibi... Allah, her şeye şahitlik etmektedir ve O asla vaadinden dönmez! Hilâfet yeniden bu topraklara can verecek, hayat getirecek, izzet getirecek, onur getirecek, refah getirecek! Hiç de uzak olmayan çok yakın bir zamanda inşallah!

► CEZAYİR VE SUDAN’DA YAŞANANLAR

Türkiye yerel seçim gündemi ve ekonomik sorunlar ile uğraşırken Afrika kıtasındaki İslâm beldelerinde darbeler yaşanıyor ve yönetimler değişiyor. Cezayir’de yaklaşık iki aydır halkın yoğun protestoları neticesinde bir İngiliz beslemesi olan Abdulaziz Buteflika görevinden istifa ettirildi. "İstifa etti" demiyorum, "ettirildi" diyorum. Çünkü değişen bir şey olmadı. Onun istifasını isteyen Ordu, esasen ondan farklı değil. Bu sebeple de Cezayir’de daha hâlâ halkın tepkisi dinmiş değil. Meydanlarda halk yönetimin arkasındaki sömürgecilere, Fransa ve Avrupa’ya adeta "defolun!" diyor.

Yolsuzluk, yoksulluk, hırsızlık, siyasi ve ekonomik krize karşı halkın tepkisini ABD ve İngilizler istismar ederek nüfuz çatışmasına dönüştürüyorlar. Bir yandan İngilizler, kıvrak manevralarla orduyu harekete geçirip, ajanlarını istifa ettirerek halkın gözünü boyamaya çalışıyor, diğer taraftan da ABD, protestoları kendi lehine çevirmenin hesaplarını kuruyor. Lakin halkın, her geçen gün biraz daha güçlü protestolarla Batı'ya tepki göstermesi onların bu planlarını şimdilik akamete uğratıyor. Rabbimiz kâfirlere ve hainlere fırsat vermesin! Allah bu süreci Müslüman Cezayir halkının uyanmasına vesile kılsın!

Cezayir’de bunlar olurken Sudan’da üç aydır devam eden protestolar da bir darbecinin, Ömer el-Beşir’in gitmesine neden oldu. Tabii ona darbe yapanlar da onun dostlarından başkaları değil. Hepsinin ortak özelliği Amerikan uşağı olmaları... 30 yıldır görevde olan Ömer el-Beşir, nasıl geldiyse öyle de gitti: darbeyle gelmişti, darbeyle gitti.

Sudan’ın Cezayir’den farkı, yönetim ve ordu üzerinde söz sahibi olan tek gücün ABD olmasıdır. Yüksek enflasyon ve yoksullukla mücadele eden Sudan halkının güçlü protestoları, ordunun yönetime el koyması, bir nevi el-Beşir’i korumaya almasıyla neticelendi. Tıpkı Mısır'da Mübarek’i ordu nasıl koruduysa Sudan’da da ordu el-Beşir’i öyle korudu; aslında rejimi korudu.

Görev yaptığı 30 yıl boyunca ABD'ye sadakatinden bir karış dahi ayrılmayan el-Beşir, Sudan’ın ikiye bölünmesine adeta zemin hazırladı. Sudan petrol kaynaklarının^%70’ini bünyesinde barındıran toprakları güneydeki Hristiyanlara vererek, Müslüman Sudan halkını yoksulluğa mahkûm etti. Türkiye’deki yöneticiler her ne kadar Ömer el-Beşir’den övgü ile bahsetseler de esasen onun ihaneti tarihe kaydedilmiş oldu. Çünkü o, parçalanmış ve bölünmüş Sudan’ı daha da parçalara ayırdı. Hem de Müslümanları fakirliğe mahkûm ederek bunu yaptı.

Kıymetli Müslümanlar! Bu ümmet, ne zamanki yolsuzluk ve yoksullukla mücadeleyi İslâm’ın hayata hâkim olması için verirse işte o vakit bu kukla yöneticilerle birlikte efendileri de bu topraklardan defolup gider. Yoksa yüzlerin ve isimlerin değişmesi, zulmü değiştirmiş olmayacaktır. Mısır’da değişti ne oldu? Tunus’da değişti ne oldu? Hiçbir şey…

► -SÖZDE- “SOYKIRIM” İDDİASI

Her yıl tarihler 24 Nisan’ı gösterdiğinde Türkiye, -sözde- Ermeni soykırımının tanınıp tanınmayacağına ilişkin ABD ya da Avrupa’dan gelecek açıklamalara dikkat kesilir. Kimi zaman bu kafirler açıklamalarında “felaket” ya da “kâbus” ifadelerini kullanırlar. Kimi zaman “soykırım” ifadesini kullanırlar. Dün de bugün de başımızdaki yöneticiler neredeyse “felaket” ve “kâbus” ifadeleri için Batılıları tebrik edecek olurlar. Batılıların dilindeki bu yumuşamayı kurdukları dostane ilişkilerin olumlu etkisi olarak yorumlarlar. Yöneticiler Batılıların tepeden bakışlarını kanıksadıkları için, karşılarında sürekli ezik durdukları için bu küstahlığı artık onlar her yıl âdet edindiler. Onlar, -sözde- soykırım meselesini sanki yumuşak karnımızmış gibi bize karşı her yıl kullanmak için fırsat kolladılar.

Antalya’da gerçekleşen NATO Parlamenterler Toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na -sözde- soykırımı hatırlatan Fransız parlamentere Bakan Çavuşoğlu cevap verdi: “Soykırım ve tarih konusunda Türkiye'ye ders verebilecek en son ülke Fransa'dır. Çünkü Ruanda'da, Cezayir'de olanları unutmadık. Fransa kendi karanlık tarihine baksın, Türkiye'ye ders vermeye kalkmasın!" dedi.

Evet, çok da doğru söyledi, çok da iyi yaptı. Sözle de olsa o toplantıda Fransız parlamenterin küstahlığına "Dur!" dedi. Peki yeterli mi? Batı, bizim tarihimiz ile ilgili bu asılsız iddiaları her yıl gündeme getiriyor da Türkiye niçin Fransa’nın Ruanda ve Cezayir’de gerçekleştirdiği gerçek soykırımları meclis gündemine almıyor? Niçin Amerika’nın yerlilere karşı gerçekleştirdiği soykırımı dillendirmiyor. Neden bu ülkeler ve yönetimleri ile ilişkiyi askıya almıyor? Neden bu sömürgeci ülkelerin yeni katliamlar yapmasına müsaade ediyor? Fransız ve ABD hava kuvvetleri Türkiye’deki NATO üslerinden kaldırdıkları uçaklar ile Suriye’de katliam yapıyorlar. Türkiye buna neden izin veriyor? Neden onların cürümlerine ortak oluyor, neden Müslüman kanına elini bulaştırıyor.

Sayın Çavuşoğlu! Eğer sözlerinizde samimi iseniz bu sözlerinizi eyleme de dökün! Yoksa bunlar, her yıl oynadığınız tiyatronun bir parçası olmanın ötesine geçmeyecektir. Bakın, ben size, tüm yöneticilere ve bizi dinleyen tüm Müslümanlara şanlı İslâm tarihinden sadece bir örnek vereceğim. Umuyorum ki bu örnek size tesir eder:

Zamanın İspanya Kral’ı Şarlken dönemin Fransa Kral’ı Fransuva’yı esir alır. Fransız Kral Sultan Süleyman Han’dan kurtarılması için yardım talep eder. Bu talebe karşılık Süleyman Han’ın mektubunun sadece giriş kısmı, sadece giriş kısmı tarihimizin şanını gözler önüne sermeye yeterlidir. Süleyman Han mektuba şöyle başlıyor:

“Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar burhanı, yeryüzündeki hükümdarlara taç bahşeden, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Rumeli’nin, Anadolu’nun, Karaman’ın, Rum’un, Dulkadir Vilayetinin, Diyarbekir’in, Kürdistan’ın, Azerbaycan’ın, Acem’in, Şam’ın, Haleb’in, Mısır’ın, Mekke’nin, Medine’nin, Kudüs’ün, Bütün Arab diyarının, Yemen’in ve dahi nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Şah Han’ım! Sen ki Françe vilayetinin kralı Françesko’sun.”

Kıymetli kardeşlerim! Rabbim bizlere sözleri dikkate dahi alınmayan aciz yöneticiler yerine yaptıkları yapacaklarının teminatı olan izzetli yöneticilere, Râşid Halifelere kavuştursun!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

16.04.2019