Köklü Değişim Medya
Suriyeli muhalif gruplardan Tahriru'ş Şam Heyeti (HTŞ)'nin medya yetkilisi Muhammed Nazzal, Türkiye'nin İdlib'e askeri güç göndermesiyle ilgili olarak bir açıklama yayınladı.
Türk yetkililerle muhalif grup arasındaki anlaşmanın ayrıntılarını dile getiren Nazzal, -veya diğer adıyla Ebu Hattab El Makdisi- anlaşmanın bazı şartları olduğunu belirterek 'zararı en aza indirmeye çalıştıklarını' bildirdi.
Türkiye'nin İdlib'teki askeri varlığının işgal anlamına gelmediği ifade edilirken, TSK unsurlarınınn bölgeye girmesine izin verilmesinin Astana ve Cenevre anlaşmalarını tanımak anlamına gelmeyeceği, Türkiye'nin amacının Astana'da alınan kararların uygulanması olmadığı savunuldu.
HTŞ yetkilisi, İdlib'teki TSK varlığından Ahrar'uş Şam'la yaşanan çatışmalara kadar gündemdeki birçok konu hakkında çarpıcı açıklamalarda bulundu.
'Türkiye'nin intikali işgal değil'
Türkiye'nin İdlib'e girerek PKK kontrolündeki sınır hattına konuşlanmasının 'işgal' anlamına gelmediğini ifade eden Muhammed Nazzal, intikalin açık ve sınırları net bir anlaşma doğrultusunda gerçekleştiğini bildirdi.
"Türkiye'nin, açık ve sınırları belli olan bir anlaşma doğrultusunda PKK'nın karşısındaki üç noktaya yerleşmesine izin verilmesi ile bölgenin tamemen işgali edilmesini aynı görenler yanılgı içerisindedir. Hiç kimse Türklerin bu noktalara girmesinin arzulanan birşey olduğunu söylemeyez, daha doğrusu, bu iki kötülük arasında daha az kötü olanıdır."
'Amaç Astana'nın uygulanması değil'
Tahriru'ş Şam Heyeti medya yetkilisi Muhammed Nazzal, Türkiye'nin İdlib'e intikalinin Astana anlaşması doğrultusunda gerçekleşmesine rağmen, gerçekte, toplantıda alınan kararların uygulanmadığını söyledi.
"Şuanda yaşananlar, birilerinin göstermeye çalıştığı gibi Astana anlaşmasının sahada uygulanmasını anlamına gelmiyor. Türkiye, Rusya ve diğerlerine Astana'da alınan kararları uyguluyormuş gibi görünmek istiyor ancak gerçekte durum böyle değil."
'Zararı en aza indirmeye çalışıyoruz'
Türk askerlerinin bölgeye girmesine izin vermesi nedeniyle Tahriru'ş Şam'a yöneltilen eleştirilere cevap veren Nazzal, Astana ve Cenevre görüşmeleri konusunda hala aynı noktada bulunduklarını ifade ederek "Bu toplantıların sonuçlarındaki zararı en aza indirmeye çalışıyoruz" dedi.
"Türkiye'nin bölgeye girişine izin vermesi nedeniyle Heyet'i [Tahriru'ş Şam] eleştirenlerin gözden kaçırdıkları bir şey var. Bizim şuanda yaptığımız, Astana ve Cenevre toplantılarında alınan kararlara karşı bir tepki ve ortaya çıkan durumdaki zararı en aza indirmek için çalışmaktır. Bu durum, bazılarının iddia ettiği gibi bu anlaşmaları kabul ettiğimiz veya onları uygulanmasına izin verdiğimiz anlamına gelmemektedir."
'Astana ve Cenevre anlaşmalarını tanımıyoruz'
Yaşanan gelişmelerin Astana ve Cenevre görüşmelerinde alınan kararları tanıma anlamına gelmediğini vurgulayan HTŞ medya yetkilisi, görüşmelere katılan gruplara eleştirilerini sürdürdü.
"Mevcut durum bu anlaşmaların [Astana ve Cenevre anlaşmaları] tanınması anlamına gelmiyor. Birileri, bu görüşmelere katılan, oturup müzakere eden, anlaşmaları imzalayan, kendi merkezlerinin haritalarını ve koordinatlarını paylaşanlar ile yurtdışında yapılan bu toplantıların neden olduğu zararları en aza indirmeye çalışanları aynı gibi göstermeye çalışıyor."
'Ahraru'ş Şam ile yaşanan savaşın nedeni Astana değildi'
Tahriru'ş Şam Heyeti ve Ahraru'ş Şam arasındaki çatışmaların Astana görüşmelerinden kaynaklanmadığını söyleyen Nazzal, 'çatışmaya Ahrar'uş Şam'ın saldırganlığının yol açtığını' savundu.
"Tahriru'ş Şam ve Ahraru'ş Şam arasındaki gelişmelerle ilgili olarak, Heyet'in Ahrar'a Astana görüşmelerine katıllması nedeniyle saldırarak adaletsizlik yaptığının söylenmesi de doğru değil. Herkes neler yaşandığını, olayın nasıl gelişip nasıl daha da kötü bir noktaya gittiğine şahit oldu. Heyet'in sınır bölgesini koruma altına almak, ve Ahrar'ın kendisine ihanet etmesini engellemek amacıyla talepte bulunmasına Ahrar'ın Badiye, Cebel Zaviye, Sarmada ve Salkin ve çevresinde çatışmaları genişletmesi, Ahrar'ın sınır bölgesinden atılmasıyla sonuçlandı. Heyet'in amacı bu olmasa da Ahrar'uş Şam'ın sınır hattındaki noktalardan önce Cebel Zaviye ve Sarmada'daki saldırgan tavrı ve tutumu buna yol açtı."
'Şartlarımız var'
Türkiye'nin bölgeye askeri güç konuşlandırmasına belirli şartlar doğrultusunda izin verildiğini ifade eden Tahriru'ş Şam yetkilisi Nazzal, bölgede kontrolün kendilerinde olacağını bildirdi.
"Herkesin bilmesi gereken, bu intikalin bazı şartları vardır. Bunlar; Türkiye konuşlandığı bu bölgeleri kontrol etmeye veya şehirlerdeki ve köylerdeki yönetim şekillerine hiçbir şekile karışmaya kalkmayacak ayrıca bu bölgeler üzerinde tam anlamıyla bizim hakimiyetimiz olacak. Türklerin bu koşullar ve çerçevede bölgeye girişine izin vermekle, çatışmasızlık bölgesine, hiçbir koşul olmaksızın gözlemci olarak getirilmesini ve rejime karşı cephelerin tamamında konuşlanmasının istenmesi arasında büyük fark var. Eğer böyle birşey olsaydı devrim sona erer, bir gecede yok olmanın eşiğine gelirdi."
'Türkiye ihanet ederse...'
Türkiye'nin Tahriru'ş Şam ile varılan mutabakata sadık kalmasını beklediklerini ifade eden Nazzal, 'Türkiye'nin bölgeye girdikten sonra mutabakata ihanet etmesi halinde uzun vadeli bir savaşın başlayacağını' söyledi.
"Türkiye, kurtarılmış bölgelere girdikten sonra bize ihanet ederse - ki bu mümkündür- yine de değişen bir şey olmaz. Türk işgalini sınırın diğer tarafına geri püskürtmek amacıyla sınır hattı boyunca uzanan tek bir savunma hattı kurmak askeri açıdan hatadır. Bir işgal girişimi olsa dahi -Türkiye'nin girişinden bağımsız olarak söylüyorum- böyle bir durumda savunma hattı kurarak bununla başa çıkmazsınız. Bu, asıl yapılması gerekenin bir parçası olabilir ama asıl önemli, büyük ve güçlü kısmı kurtarılmış bölgelerin içinde olmalıdır. Böyle bir durumdan Allah korusun..."
Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti’nden devrim gruplarına açık mektup
Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti, geçtiğimiz günlerde devrim grubu liderlerine açık mektupla seslenmişti.
“Hizb-ut Tahrir olarak biz, pek çok devrim grubu liderinin içine düştüğü vahim hatanın ve bu hata üzerinde inat ettikleri takdirde devrim ve bütün İslam ümmetine verecekleri felaketin farkında olduğumuz için çıplak uyarıcı edasında olabildiğince yüksek sesle bu açık mektubu tüm grup liderlerine yolluyoruz. Olur ki bu yüksek ses, kulaklarını patlatır da kalplerine bir giriş yolu bulur. Onun sayesinde Allah Subhânehu ve Teâlâ hepimize lütuf ve rahmet kapılarını açar. Devrimi yaşadığı ciddi krizden kurtarır, ceberut saltanatın zifiri karanlıklarından bizi azade eder de peşinde koştuğumuz zafer, izzet ve hâkimiyete Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet altında erişiriz.” denilen mektupta devrim gruplarının yaptıkları hatalar ortaya konulduktan sonra devrim grubu liderlerine şöyle sesleniliyor:
“Ey grup liderleri! Bunun için mi kalkışma yaptınız, binlerce şehit, yüz binlerce yaralı, on milyondan fazla göç verdiniz, tutuklanıp sakatlandınız. Bunun için mi on binlerce bina, okul, hastane yıkıldı? Pazarlar bombalandı... Tüm bu fedakârlıklar sonrasında aşağılanmış ve zül olarak cani rejimin kanatları altına geri mi döneceksiniz? O zaman rejim yeniden özgür olanların sırtını kırbaçlayacak, hür olanlarımızı tekrar zindanlara tıkacaktır. İpini kuvvetle büktükten sonra çözüp açan kadın gibi mi olacaksınız?”
“Hastalık ve marazın sebebi bellidir. Herkes bu sebebin ne olduğunu biliyor. Yine de anımsatmakta fayda vardır. Ey grup liderleri! Öldürücü hata ve sorunların baş müsebbibi, devrim düşmanı Batılı ülkeler ya da Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün gibi devrim dostu olduklarını iddia eden uydu rejimlerle olan bağlantılarınızdır. Bağlantı da onlardan aldığınız zehirli politik paradır. Devrimin başından beri bu ülkelerin istihbarat teşkilatları, devrimin sembollerini, kahramanlarını, grup liderlerini ve rejimden ayrılan subayları kirli politik para ile satın almak için uğraşmışlardır. Bu maddi destek, boşuna değildir, Allah rızası için hiç değildir. Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını Allah yolundan alıkoymak için harcarlar”[Enfal 36] Aksine devrimi ekseninden saptırmak, ABD ajanı rejimi devirip yerine Hilafet sistemini kurma amacına erişmekten alıkoymak içindir. Çünkü Hilafet kurulur kurulmaz bu ülke ve rejimlerin tamamı birer birer yıkılıp çökecektir.” denilerek sorunun sebeplerine işaret edilen mektupta, Hizb-ut Tahrir tarafından defalarca ortaya konulduğu ifade edilen çözüme de işaret edilmekte ve öncelikli olarak; “Rejimi devirmek, sömürgeci Batının nüfuzundan kurtulmak ve Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devletini kurmak” olarak devrim sabitelerinin belirlenmesinin gerektiği dile getirilmekte. Ardından, “Devrim düşmanlarından gelen siyasi parayı çöpe atarak varolan tüm bağlantıları ivedilikle kesmek ve taraflar arasındaki ayrılık, anlaşmazlık ve çatışmayı hemen sonlandırmak” gerektiğinin altı çizilmekte. “Daha sonra da Hizb-ut Tahrir olarak bizim Kitap ve Sünnetten türettiğimiz net siyasi proje temelinde bir araya gelip birlik oluşturmak, Hizbin siyasi liderliğinde Allah’ın rızasına doğru yol almak, devrimin hedeflerini, ümmetin çıkarını ve her iki yurtta da mutluluğunu gerçekleştirmek, ümmete eski izzet ve şanını yeniden kazandırmak” şeklinde bir reçete sunulmakta.
Hizb-ut Tahrir Suriye Vilayeti’nce devrim gruplarına hitap eden mektup şu ifadelerle son buluyor:
“Son olarak bilin ki -ey grup liderleri- ciğerinin parçalarını size atmış olan ve sizinle beraber pahalı, enfes her şeyini feda etmiş olan bu ümmet, kaldığı yerden yolculuğa devam etmeye, zafer ve hâkimiyet elde edene değin fedakârlık yapmaya hazırdır. Yeter ki uzaktan bile olsa beliren bir umut parıltısı olsun. Yine bilin ki bu ümmet, sizden öncekileri karşı değişim yaptığı gibi eğer bu hal üzere devam ederseniz size karşı da değişim yapmaya hazırdır. Çünkü otorite ümmete aittir. Er ya da geç gasp edenden onu mutlaka geri alacaktır. Onun için Allah’ın ve bu ümmetin gazabından sakının. Ümmet, Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bayrağı ve kendisine yitik şan ve şöhretini yeniden kazandıracak olan Halifenin sancağı altında Allah’ın Şeriatını ikame etmek için yanıp tutuşuyor.
فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ***“Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”*** [Nur 63]
• Ey devrim grubu liderleri! Bu bizim size yönelik bir çağrımızdır. Yanıt verecek yok mu?”
Mektubun tamamı için bkz.:
Hizb-ut Tahrir / Suriye Vilayeti’nden Devrim Grubu Liderlerine Açık Mektup