Soruşturma: İslâm ve Siyaset - 3
08 Kasım 2019

Soruşturma: İslâm ve Siyaset - 3

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya olarak, “İslâm Siyaset Düşüncesi” kapsamında yaptığımız “İslâm ve Siyaset” başlıklı soruşturmamızın üçüncü katılımcısı Muhammed Emin Yıldırım.

Araştırmacı Yazar Muhammed Emin Yıldırım’ın sorularımıza verdiği cevapları istifadenize sunuyoruz.

~~~

•SORUŞTURMA

Konu: İSLÂM ve SİYASET

Katılımcı: Muhammed Emin YILDIRIM

•Batılı siyaset sadece kendini değil tüm dünyayı bir çok alanda çıkmaza, kaos ve felakete sürükledi. İslâm Siyaset Düşüncesi 21. yüzyıl ve sonrasında dünyaya liderlik edebilir mi?

Elbette edebilir. Çünkü İslâm’ın her meselesi evrensel olduğu gibi siyaset meselesinde de ortaya koyduğu ilkeler evrenseldir. Ve İslâm o evrenselliğini biraz da şundan kazanır: Zamana, şartlara, durumlara göre meseleleri o çağın âlimlerine, ehil sahibi insanlarına bırakır. Her meselede olduğu gibi siyaset meselesinde de en temel ve değişmez yasaları söyler. O değişmez yasaları ortaya koyunca siz o yasaları aldığınızda dünyanın hangi zaman dilimine denk gelirseniz gelin o yasalar aynı olur. Malum olduğu üzere İslâm, Arap coğrafyasında, Hicaz’da ortaya çıktı ama ortaya koyduğu siyaset ilkeleri, esasları bugün Avrupa’da da, Amerika’da da uygulanabilecek düzeydedir. Çünkü ortaya koyduğu ilkeler şartlara, coğrafyalara, aidiyetlere, ırklara, kavimlere has bir şey değildir. İslâm siyasetin ilkelerini de şu çerçevede belirliyor: Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurduğu bir model var, o model daha sonra Hulefa-i Râşidîn ile birlikte daha farklı biçimde bir noktaya çıkıyor. Nebevi siyasetin üç temel ayağı vardır: “Tevhid, Adalet ve Meşveret.” Bu üç temel ayağın korunması gerekiyor. Halifeliğin seçimini, seçim şartlarını, onun yöntemine ait şeyleri biraz da zamana bırakıyor. Ama asıl olması gereken şey o siyasetin temelinde, zemininde tevhidin, adaletin ve meşveretin olmasıdır. Zemininde bu üçü olduktan sonra İslâm insanlığa bu noktada yine vermesi gerekeni veriyor zaten. Şu anda da insanlığın yaşadığı bir kriz var. Örnek verecek olursak, dünyada bütün sistemler denendi. En son insanlığın kendi tecrübelerinden elde ettiği ve dünyaya “en ideal sistem” diye takdim ettiği demokrasinin bile nereye kadar işlenebileceğini ve aslında çok da işlenemeyeceğini gösterdi. Şuan dünya bir yönetim krizi, bir tıkanıklık yaşıyor. Bu tıkanıklığı bu yönetim krizini aşabilecek en önemli alan, en önemli yol İslâm’ın siyaset meselesinde ortaya koyduğu esaslardır. Çünkü orada zemine tevhidi, gövdesine adaleti, dallarına meşvereti koyduğunuzda hiç kimsenin itiraz edemeyeceği, herkese hak ettiği kadar hakkının verildiği, hiç kimseye zulmedilmediği, herkesin yönetimde seviyesine göre, ilmine göre yer aldığı adil bir sistemle bir model oluşturuyor. Dolayısıyla bu model o gün insanlığa nasıl yol açtıysa bugün de açacak. Bugün nasıl açıyorsa ve açabilecekse, inşallah kıyamete kadar da açmaya devam edecek…

•İslâm dünyasında özellikle son yüzyılda Müslümanların, İslâmi hareketlerin ve özellikle siyasi partilerin edindiği olumsuz tecrübeleri ve başarısızlığını nasıl değerlendiriyorsunuz, nedenleri hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Gerçekten bu mesele çok ciddi bir biçimde irdelenmesi gereken bir meseledir. Çünkü biz Osmanlı’nın yıkılışıyla beraber İslâm coğrafyasındaki dağınıklığa ve bu dağınıklık neticesinde de birçok meseleye şahit olduk. Netice itibariyle 1900’lü yılların başından itibaren de ümmetin içerisinde birçok âlim, arif, âbid, aydın ümmete yol açma adına alternatifler ileri sürdüler ama biz bu yüz yıllık tecrübeden sonra şunu çok rahat bir biçimde gözlemleyebiliyoruz; meşru bir hedef, ancak meşru vasıtalarla elde edilebilir. Hedefiniz Rabbanî ise kullandığınız vasıtalar da Rabbanî olmak zorundadır. Rabbanî bir hedefe, güzel bir hedefe, hayırlı bir hedefe gayri meşru yollarla gidemezsiniz, gidemiyorsunuz da… Yani bugün yüz yıldır bu ümmetin dönüp dönüp aynı şeyleri yine yaşaması bizim artık bu meseleyi çok daha farklı bir biçimde irdelememize sebep olmalı. Mecelle’deki bir kaideyi bu çerçeveden bizim bir daha ele almamız lazım. O kaide şu; ehveni şerreyn ihtiyâr olunur. Ne demek bu? Diyelim ki siz iki tane şerli durumla karşı karşıyaysanız, iki şerli durumdan size en az zarar vereni tercih edebilirsiniz. Kaide bu ama kaide böyle olmasına rağmen ne yazık ki, ümmet son yüz yıldır bu kaideyi, “ehveni şerreyne razı olunur.” diye anladı. Rıza göstermek başka bir şey, tercih etmek başka bir şey… Bazen bütün yollar kapanır, bazı şerleri tercih etmek zorunda kalabiliriz. Ama biz hiçbir zaman kötülüğe, şerre asla rıza gösteremeyiz. Çünkü şerre rıza da şerdir. Mecburen biz hayra rıza göstermek durumundayız. Bu manada eğer önümüze çıkan durumlarda bir tercih yapacaksak bu ilkeyi unutmadan hareket etmeliyiz.

Şuan gerek Türkiye gerek Arap ülkeleri gerek Balkanlar gerek Kafkaslar gerek Hint coğrafyası olsun İslâm coğrafyası geniş bir alana yayılmış durumdadır; bu yüz yıllık tecrübeden çok ciddi bir biçimde istifade etmek durumundayız. Unutmamamız gereken bir husus daha var: Coğrafyalara göre bazı içtihatlarda bulunulabilir, bir yerde olan başka yerde olmayabilir. Zaten mesele sistem meselesi değil, mesele biraz önceki soruda söylediğimiz gibi sistemin esası meselesidir. O esas korunduğu zaman ve gereği yerine getirildiği zaman Allah’ın izniyle bizim ondan sonra beşerî sistemlere, beşerî yollara farklı bir biçimde bizi güç sahiplerinin, mülk sahiplerinin sevk etmeye çalıştığı yollara zaten ihtiyaç duymayacağız. Dolayısıyla bizim tekraren bilmemiz gereken bir hakikat: Rabbanî yol, Rabbanî hedef olmalı… Hedef Rabbaniyse yolun da Rabbanî olması gerekir. Burada unutmamamız gereken bir hakikati çok ciddi bir biçimde anlayıp dünyaya ve Müslümanlara hatırlatmamız gerekir: Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem bize sadece bir Medine kurup gitmedi, kıyamete kadar gelecek olan bütün Müminlere nasıl Medineler kurulacağını da gösterdi. Yolu da O SallAllahu Aleyhi ve Sellem gösterdi bize… Dolayısıyla onun dışında bir yol istemek, tayin etmek doğru bir şey değildir.

•19. yüzyıl başlarında İslâm dünyasında ortaya çıkan “İslâmcılık” akımı o günden bugüne Müslüman dünyaya ne sundu?

O gün sıkışan şartlarda ortaya çıkan sorunlarda İslâmcılık adına birçok şey söylendi. Biz bunu Sait Hâlim Paşa’da, Namık Kemal’de, Sultan Abdülhamid’de, Bediüzzaman’da görüyoruz. Bunlar bizim coğrafyamızdan… Cemalettin Afgani’nin de farklı düşünceleri vardır ki onun dışında İslâm dünyasında başka başka söylenen düşünceler de o günlerde oldu. Elbette bunların hepsinin birer birer ele alınması gerekir ama biz netice itibari ile hilâfet ve imamette Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’nden öğrendiğimiz metotta şu hakikati görüyoruz ki Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem her zaman için ıslahatı öncelemiş, şahsiyetin oluşması adına katkı sağlamış, önce şahsiyetli bireyleri oluşturup onlardan bir İslâm toplumu, o İslâm toplumu ile de bir İslâm devleti, O İslâm devleti ile de bir İslâm âlemi oluşturmanın yolunu bize göstermiştir. Bugün biz gerek Kur’ân-ı Kerim’de geçen önceki peygamberlerin hayatından, gerek 23 yıl süren Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in siyerinin üzerinden, gerekse 30 yıl süren râşid halifeler döneminden bu yönetim meselesinin çok önemli mesajlarını alıyoruz. Dolayısıyla bugün biz eğer yeniden bir çıkış yolu bulmak istiyorsak tekrardan anlamamız gereken, bu nebevî ufuktur. Bu nebevî ufuktan bugünkü dünyaya taşıyacağımız mesajlardır. Ancak bu mesajların da çok iyi kavranması için hem tarihte hem günümüzde insanlığa sunulan projelerin incelenmesi ve nebevî esaslar gölgesinde değerlendirmelerinin yapılması gerekir.

•Müslümanlar son yüzyılda kalkınma yolunda metot ve yöntem tartışmaları yaptılar. Fikir ve metot olarak İslâm nasıl bir siyaset ve yönetim modeli ortaya koymuştur?

Bunu söylemiştik zaten fakat tekrar etmekte bir beis yok... Müslümanlar belki bu zamana kadar birçok şeyi denedi. Şartlar Müslümanları bir yerlere doğru sevk etti ama bir hakikati unutmamak lazım ki bizim örneğimiz, modelimiz Aleyhi’s Salatu ve’s Selam Efendimiz’dir. Aleyhi’s Salatu ve’s Selam Efendimiz bize evden nasıl çıkılacağını, çarşıya nasıl gidileceğini, bir camiye nasıl girileceğini ve camide nasıl oturulacağını, namazı, orucu, haccı, zekâtı öğrettiği gibi siyaseti de öğretti. Siyaset dediğimiz şey haddi zatında bir peygamber mesleğidir. Siyaseti hayatın bir parçası olarak kabul etmezseniz o zaman laiklik dediğimiz şey olur. Siyaset dünyaya hükmetme sanatıdır aslında bir yönüyle... Bu dünya Allah’ın dünyası ise Allah’ın dünyasında da her yerde olduğu gibi Allah’ın dediği olmalıdır. Dolayısıyla o siyasetin ilkelerini de Allah belirlemelidir ve belirlemiştir. Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem de bize bunu en ince ayrıntılarına kadar beyan etmiştir. Şimdi bizim kendimize bu manada bir yol tayin ederken -dünyanın şartları, kendi yaşadığımız ülkenin şartları, şu anki Müslümanların durumu elbette ki önemli ve bunları dikkate alacağız ama- en temelde bizim dikkate almamız gereken şu nokta var ki, Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bize öğrettiği o model, o esaslar manzumesi bizim için vazgeçilmez esaslardır. Biz onları iyice tanıyabilirsek, anlayabilirsek ve Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gösterdiği nebevî ufku, gerçekten o ufuk olarak, dünyamıza verdiği mesajlar olarak kavrayabilirsek biz de ona göre adımlar atabiliriz. Bu noktayı şöyle bir örnekle anlayalım: Sabah kalktık kar yağmış, bütün yerler karla kaplanmış. O anda dışarı çıktığımız zaman varacağımız menzile doğru kendi niyetimizi ortaya koyduğumuzda gözümüz bizden önce o karlı yolda yürüyen bir izi arar. Çünkü karlı yolda yürüyebilmenin en selametli tercihi var olan izlere basarak yürümektir. İşte bütün peygamberler, son peygamber olan Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem gibi insanlığın üzerine yağan o karlı yollara, karlı zeminlere ayak izlerini bırakırlar. “Buradan yürürseniz selamete varırsınız.” derler. O yolu yürümeyi takip ettiğimiz zaman -ki ona sünnet denir-, varacağımız yer inşallah sahil-i selamettir. Hiçbir zaman şunu da unutmayalım: “Nebevi siyaset, dünyevi başarıya odaklanarak bize bir mesaj vermez. İmkânlar çerçevesinde sorumluluğumuzu yerine getirip getirmediğimizi bilmek ister.” Allah da zaten bize bunu soracak. Dolayısıyla biz zaferden değil seferden sorumluyuz. Seferden sorumlu olduğumuz için başarıya odaklanmayız, başarı Allah’ın vereceği bir şeydir. Bazı peygamberler vardır ki bir ömür boyu mücadele ettiler ve başarılı olamadılar. Nuh Aleyhi’s Selam gibi bir gemiyi zor dolduran peygamberler de oldu. Bazıları da var ki Davud Aleyhi’s Selam gibi, Süleyman Aleyhi’s Selam gibi koca koca hükümranlıkların sahibi oldular. Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem de çok güzel bir mücadele sonucunda güç elde etti, mülk elde etti, devlet elde etti ama etmeseydi de başarılıydı. Yani bugün biz de o mücadeleyi verdiğimiz zaman mesele, başarı elde edip etmeme meselesi değil, mesele, ilkelere sadakat meselesidir. Eğer o ilkelere sadık isek, sadık davranıyorsak biz vazifemizi yapmış oluruz. Cenabı Hak’tan niyazımız odur ki, bize bu vazifelerimizi yapacak duruşlar nasip etsin.