Köklü Değişim Medya
Cemaat ve tarikatlara yönelik operasyon yapılacağı söylentilerinin arttığı son günlerde medyada da bu konuda tartışmalar başladı. Birçok köşe yazarı operasyon söylentilerini köşesine taşırken, böyle bir operasyonun toplumda meydana getireceği kırılmalara dikkat çekiyor. Cemaatlerin toplumun sigortası olduğunun hatırlatıldığı köşe yazılarında cemaatlerin devletle ilişkisi de değerlendiriliyor.
Yeni Asya Gazetesi o yazarlardan bazılarının görüşleri derledi. İşte Yeni Asya’nın derleme haberi:
Kâzım Güleçyüz: Cemaatler siyasete arka bahçe olmasın
“Cemaatler Cumhuriyet’le birlikte farklı bir yapıya büründü. Başlangıçta bir mesafe vardı. Daha sonra siyasî iktidarlara verdikleri destek oranında kazanımlar elde etmeye çalıştılar. Cemaatlerin bir siyasî parti ile bu kadar kendilerini bütünleştirmeleri kendilerine zarar veriyor. Kendi varlıklarını tartışılır hale getiriyor. Diğer cemaatlerin de çıkarmaları gereken dersler var. Siz kendi bağımsız mesafeli duruşunuz ile var iseniz, bu bir kıymet ifade eder. Aksi takdirde siyasî iktidarların arka bahçesi olursunuz, oy deposu olursunuz. Yani bir takım imkânlar karşılığında bunu yapıyorsanız, hizmetlerinizin de samimiyeti de sorgulanır hale gelir. Tamamen bağımsız olmaları lâzım. Bir cemaat özelinde devlette kadrolaşmak gibi birşey olmamalı, olamaz. Devlette görev yapmanın tek bir ölçüsü vardır; ehliyet, liyakat. İşini düzgün yapıyorsa, ideolojisini yaptığı göreve yansıtmıyorsa, orada başka şey aranmamalıdır. Liyakat esas olmalı.
***
Yusuf Kaplan: Ehliyet ve liyakatle görev yapılmalı
“(…) Şunu açık açık söylüyorum: Cemaat-tarikat-siyaset-ticaret ilişkisi zıvanadan çıkmak üzeredir. Cemaatlerin ve tarikatlerin kendilerine çeki düzen vermeleri gerekiyor âcilen. Cemaatler, özellikle de tarikatler, iki eksen üzerinden yeniden yapılandırmalıdır kendilerini. İkinci olarak, yatay eksende ise, cemiyeti korumak, cemiyete kol kanat germek, cemiyetin İslâmî duyarlıklarını pekiştirmek için gayret göstermekle mükelleftir cemaatler. Devlete elbette ki, adam yetiştirmeli cemaatler. Ama sadece ehliyet, liyakat ilkeleriyle görev yapacak insanlar yetiştirmeli.”
Ehl-i Sünnet omurga çöker
(…) Ama toplum da bazı fırsatperesetlerin televizyon televizyon dolaşarak cemaatlere / tarikatlere yaptıkları saldırının, bu toplumun Müslüman omurgasını çökertmeyi amaçladığını aslâ unutmamalıdır. Özür dileyerek tarihe kayıt düşüyorum: Sahih cemaatler / tarikatler, Ehl-i Sünnet Omurga’nın sigortasıdır; Ehl-i Sünnet Omurga, İslâm’ın sigortasıdır; İslâm ise bu ülkenin, medeniyet coğrafyamızın sigortasıdır. Eğer cemaatler / tarikatler çökerse, Ehl-i Sünnet Omurga çöker; Ehl-i Sünnet Omurga çökerse, İslâm’ın varlığı tehlikeye girer; İslâm’ın varlığı tehlikeye girerse, bu ülke paramparça olur, tarihten silinir, medeniyet coğrafyamızın umutları biter -Allah muhafaza. Başka bir ifadeyle, eğer cemaatler, hele de tarikatler çökerse, kısa ve orta vadede deizm, hatta ateizm dalga dalga yayılır ve uzun vadede ise bu toplumda İslâm’dan eser kalmaz. Vesselâm.”
***
İsmail Kılıçarslan: Cemaat ve tarikat gibi kavramların altı boşaltılıyor
“(…) Son günlerin popüler tartışmaları olan “cemaat, tarikat, İslâmcılık” v.b meselelerinde kalemi elime aldığım her an kendi kendime “öyle yazmalısın ki meseleyi gerçekten 10 yaşındaki çocuk da anlayabilsin” diyorum. Diyorum demesine ama özellikle bazı çevrelerin, bazı isimlerin “anlamak” ile ilgili hiçbir dertleri kalmamış görünüyor. Yine de boynumuza borçtur bu tanımları elimizden geldiğince yapmaya çalışmak. (…) Kavramları daha ziyade “çuval” olarak kullanmaya meyyal ergen insanların yaşadığı bir ülkemiz var. Ve ağzında durup dilediğini dilediği gibi bu çuvallara doldurmaya bayılıyorlar. (…) Şunun adını doğru düzgün koyalım. Ajandası kirli, bağlantıları karışık, memleket aleyhine çalışan yapıların hangi din ve ideolojiden olduğuna bakılmaz. Gereği neyse o yapılır. Bu noktada kafam çok net. Ancak mal bulmuş mağribi gibi Adnancılar, FETÖ’cüler, İskenderciler, Hulusiciler bilmem ne gibi ne idüğü belirsiz nevzuhur yapılar üzerinden cemaat gibi, tarikat gibi kavramların altını boşaltmaya çabalamak bana son derece kötü niyetli geliyor.”
Tehlikeli bir oyun
“Aynı şey İslâmcı yapılar için de geçerlidir. Karışık bağlantıları olan, olmadık işler yapan, altından İran gibi, Suud gibi, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin çıkacağı İslamcı yapılar, topluluklar, organizasyonlar üzerinden Mevlânâ Halidi Bağdadi’den, Mehmet Âkif’ten, Mustafa Sabri Efendi’den, Necip Fazıl’dan, Sezai Karakoç’tan, Mehmet Zahit Kotku’dan, Mahmut Sami Ramazanoğlu’ndan, Necmettin Erbakan’dan süzülüp gelmiş İslâmcı ana omurgayı tehdide cüret etmek tehlikeli bir oyun oynamak demektir. Görünen o ki bazıları bu oyunu oynamakta ve sürdürmekte kararlıdırlar. Asıl amaçlarının ne olduğunu anlamadığımızı zannetmeleri ise oldukça komiktir.”
***
Akif Beki: ‘İrticaî hareket’ yaftası unutuldu
“Sivil toplum yapılarını, devletin baskı ve tasallutlarına karşı korumak, doğru bir duyarlılık. Devlete, bu alanı kendine göre şekillendirme, uygun görmediklerini tasfiye hakkı tanınamaz. Hele ‘yaşasın, muhafazakar muhalefet tasfiye ediliyor’ diye çığlık atmak, buna da ‘milli güvenliğe tehdit oluşturuyorlar’ gibi kılıflar bulmak ciddî bir sakatlık. Zararlı akımlara, yıkıcı cereyanlara, iç tehdit ve düşman tanımlarına dayalı ‘polis devleti’ kafasını AK Parti değiştirmişti. Kırmızı Kitap’taki o sivilleşme reformları geri mi alınacak, gizli anayasayla toplumu yönetmeye geri mi dönülecek yani? Millilik kriterine uymayanlar tasfiye edilecek diye sevinçle karşılayanların açmazı da burada. ‘İrticai hareket’ yaftasıyla devletin hışmına uğrayan kesimlerden geldiklerini unutmuşa benziyorlar. Bir şeyi daha unutuyorlar; Adnan Oktar ekibi cemaatçilikle suçlanmıyor, çetecilikle suçlanıyor, ‘suç makinesi’ kurdukları iddiasıyla soruşturuluyor.”
Devlet, inançlar üzerinde doğruluk tekeli kurabilir mi?
“(…) Sivil dinî yapıların faaliyetleri, amaca uygunluk açısından mutlaka denetlenmeli, bu alan mutlaka şeffaflaştırılmalı. Ama somut bir suça bulaşmadıkça...Muhalif mi değil mi, millî mi gayri millî mi gibi kriterlere vurarak üstlerine polisle gitmek, olacak şey değil. Mahkeme, kanunî mi değil mi diye bakar, ilahiyatçı gibi sapkın mı değil mi diye değil. Diyanet ve ilahiyat camiası, hurafe ve batıl inançlarla fikren mücadele etsin, etmediği kabahat. Fakat devlet, inançlar üzerinde doğruluk tekeli de kurabilsin mi? Soru budur.”
***
Ergün Yıldırım: Bütün cemaatleri tek bir torbaya koyarak düşman ilân ediyorlar
“Türkiye’de cemaatler sandığımızdan daha fazla karmaşık bir meseledir. (…) Bir grup, selefi bir mantıkla Kur’ân ve sünnette cemaat yok diyerek hareket ediyor. Başka bir grup bütün cemaatleri tek bir torbaya koyarak cumhuriyet düşmanları ilan ediyor. Bazı araştırmacılar cemaat deyince Rum Cemaati ve Ermeni Cemaati kategorisini merkeze çekiyor. Cemaatler ayrı, tarikatlar ayrı diyenler var bir de. Cemaatleri cumhuriyet döneminin realitesinde ortaya çıkan Süleymancılar ve Nurculara bakarak tanımlıyorlar. Cemaatler sivil toplumdur diyen liberaller ile cemaatler sivil toplum olamaz çünkü orada birey yok diyen sosyalistler var. Allah aşkına bu ne kafa karışıklığı? Kısmî yaklaşımları merkeze alarak arkasından da kesin yargılarda bulunarak ahkâm kesmenin manası nedir?”
‘Kemalizm bu konuda Marxisttir’
“Cumhuriyet ve modernleşme sürecinde geleneksel cemaat yapıları ya zorla kaldırıldı ya da modernliğin etkisiyle dönüşüme uğradılar. Bu süreçte merdiven altına zorlandılar. Süleymancılık ve Nurculuk gibi yeni cemaat tarzları ortaya çıktı. İslâm dünyasında İhvan, Nahdatul Ulema, Cemaati İslâm gibi gayri tarikat cemaatler doğdu. Bu İslâm cemaat tarihi, Türkiye’de ulusal sol ve Kemalizm tarafından imha edilmekle kalmadı. Aynı zamanda öcü gösterilerek ötekileştirildi. Hatta bunlar benimsedikleri modernleşme tarzıyla cemaatleri Marx ve Rousseau gibi Ortaçağ’a özgü, arkaik ve modernleşme önündeki engel yapılar olarak gördüler. Kemalizm bu konuda Marxisttir.”
Türkiye, cemaatlerle barışacak
“Gelenek karşıtı ve sekülerlik tarzı ciddî anlamda sol bir ruh taşır. Oysa R. Nisbet’in çok iyi ifade ettiği gibi Marx’ın reddettiği geleneksel cemaatlerdi. (…) Aslında modernleşme ile yaşanan değişme basitti: Kutsal cemaat yerine seküler cemaatleri koymak. Bugün masonluk böyledir. Modern Batı’da yüzlerce dini ve seküler cemaat vardır. Türkiye, kendi Müslüman tarihiyle barıştıkça kutsal cemaatlerle de barışacak. Çünkü Müslüman tarihin ve toplumun bir parçası bu. Cemaatler de “dünya sultanlığı” arayışlarından uzak duracaklar. Bu arayışlara yöneldiklerinde de devletin müdahale hakkı doğacak.”
***
Faruk Köse: Cemaatlere “yerli ve millî” ayarı isteyenlere 2 sual
“1- Dini yaşamak amacıyla bir araya gelmiş bir grubun “yerli ve millî” olması ne demektir?
2- Sözü edilen “din” İslâm olunca, söyler misiniz; “yerli ve millî İslâm” nasıl bir şeydir; temel özellikleri ve nitelikleri nelerdir? “Son günlerde cemaatler tartışılıyor. Bu hususta Müslümanlar da, karşıt kesimler de aynı çizgide buluşmuş gözüküyor. Bu tehlikeli oyuna gelinmemeli. Cemaatlerin hataları kendi içinde düzeltilmeli; ancak Laik-Seküler kesimlerin İslâmî camiayı biçimlendirmesine yol açılmamalı.”
***
Hakan Albayrak: Silâh zoruyla da değişmez
“Bütün Müslümanları aynı tornadan çıkmış kalemler gibi tek tip hale getirme çabası hoş değildir ve zaten beyhudedir. Farklı farklı mizaçlar oldukça farklı farklı ‘ekoller’, cemaatler, tarikatlar da olacaktır. Devletin ‘Şu andan itibaren falanca çerçeveye girmeyen Müslüman kalmayacak, bütün Müslümanlar tek tip olacak!’ diyerek cemaat ve tarikatların, dernek ve vakıfların tepesine binmesiyle değişmez bu durum. Silâh zoruyla da değişmez. Bir süreliğine değişmiş gibi görünse de o görüntü yanıltıcı olur. Tek parti diktatörlüğünün hüküm sürdüğü 1930’lu-40’lı yıllarda bu iş kesinkes hallolmuş gibi görünüyordu; halbuki cemaat ve tarikatlar o amansız baskı ortamında bile neşvünema bulabildiler.”
***
Yaşar Baş: Dinî gruplar istikrarın teminatıdır
“Bu topraklardan doğmuş, bu topraklarda beslenmiş bin yıldan daha derin irfan geleneğinin varisi olan cemaatler ile yeni nesil cemaat görünümündeki suç örgütlerini arasındaki farkı ayırd edebilmemiz lâzım. Türkiye’de tehlike cemaatlerin varlığı değil, cemaat çeşitliliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Dinî gruplar bu kadar zayıflatılmalarına rağmen istikrarın teminatıdır. Onlara yönelik düşmanca söylemler büyük bir yanlıştır. Cemaatleri tasfiye fikri kabul edilemez. Dinî gruplara yönelik düşmanca söylemler bu bakımdan büyük bir yanlıştır. Adına ne dersek diyelim yeni toplumsal sözleşme döneminde, her birimiz kalıcı ortak hayatın kurulması konusunda yapılması gereken fedakârlık neyse onu yapmak zorundayız. Örgüt ve cemaatlerin, kamu kurumları ve partiler içinde paralel örgüt yapıları inşa etme amacından vazgeçmeleri gerekir. Bence meşrûiyet sınırı burasıdır…