Son yıllarda başta cinayet olmak üzere diğer suç oranlarında ciddi bir artış söz konusu olmuştur. Her gün yeni bir cinayet ve yeni bir katliam haberiyle uyanıyoruz. Gün geçmiyor ki, sosyal ve klasik medyada bununla ilgili bir haber çıkmış olmasın. Öyle ki Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre; 2022 yılında, 767 kişi cinayet sonucu hayatını kaybetti. 1990-2014 yılları arasında suç oranlarında %400’lük önemli bir artış olmuştur. Hırsızlık, insan öldürme ve uyuşturucu suçlarında artış, %600'e ulaşmıştır. 2015 yılında günde ortalama 4 kişi öldürüldü.
Yine TÜİK verilerine göre; son 11 yılda cezaevine girenlerin sayısı 3,8 kat arttı. TÜİK'in Kasım 2020'de yayımladığı en güncel verilere göre; 2019'da ceza infaz kurumlarına 281 bin 605 kişi girdi. Bu sayı 2009 yılında 74 bin 404 kişiydi. Suç türü üzerinden veriler irdelendiğinde; cinayet, hırsızlık, cinsel suçlar, uyuşturucu ve kaçakçılık alanında işlenen suçlarda patlama yaşandığı görülüyor. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre ise 1 Ocak 2023 itibarıyla Türkiye'de; 279 kapalı, 89 açık, 10 kadın kapalı, 8 kadın açık, 9 çocuk kapalı, 4 çocuk eğitim evi olmak üzere toplam 399 ceza infaz kurumu bulunmaktadır. Bu kurumların toplam kapasitesi, 289 bin 974 kişi olmakla birlikte Ocak 2023 sonu itibarıyla cezaevlerinde 341 bin 497 kişi kalmaktadır.
Kapitalist sistemin bu acı tablosu bize bir gerçeği gösteriyor ki, insanların huzur, güven ve emniyetten yoksun olduğu günleri yaşıyoruz. İnsanlar birbirlerini saldırmada ve katletmede çok pervasız davranıyor. Bu konuda hiçbir ahlaki ve insani sınır tanımıyorlar. Bugün gelmiş olduğumuz an itibariyle kapitalist ideoloji toplumun huzur, güven ve emniyetini sağlamakta başarısız olmuştur. Öyle ki insanlar, sistemin kendilerine sunmuş olduğu şahsi özgürlükler düşüncesiyle çok rahat bir şekilde istedikleri cürmü veya ahlaksızlığı işleyebilmektedir.
Daha birkaç gün önce Diyarbakırlı Ramazan Hoca’nın namaz kıldığı bir esnada katledilmesi ve İzmir’de taksi şoförü Oğuz Erge’nin soğukta üşümesin diye aracına aldığı Delil Aysal tarafından kalleşçe öldürülmesi gibi daha nice hadiseler, bu laik, demokratik kapitalist sistemin insanların can ve mallarını korumada başarısız olduğunun dahası iflas ettiğinin bir göstergesidir. Batı’dan ithal laiklik, demokrasi ve devşirme kanunlarla bu toplumun can ve mal güvenliği sağlanamıyor asla da sağlanamaz. Bu konuda alınan tüm tedbirlere rağmen bunun önüne geçilememiş, bilakis bu sorun gün geçtikçe katlanarak içinden çıkılmaz bir sorun halini almıştır. Hem devlet yetkilileri hem de bu konunun uzmanları bu sorunu net bir şekilde ortaya koymada ve dolayısıyla çözüme ulaşmada maalesef başarısız olmuşlardır. Çünkü sorunun kaynağına inmek yerine, bu sorunları üreten bu fasit sistemden çözüm bulma gayreti içerisine girmişlerdir.
O halde toplum içerisinde huzur ve güveni yeniden tesis edecek, insanların can ve mallarını koruyacak esasi bir ideolojiye -tabiri caizse “özel bir koruma zırhı”na- ihtiyaç vardır. İşte biz de bu makalemizde, bu esasi ideolojiden bahsedeceğiz.
İnsan, sosyal bir varlık olması hasebiyle diğer insanlarla beşerî münasebetler ve sosyal ilişkiler kurmak ister. İnsanoğlu, tarihin bütün dönemlerinde bir arada yaşamış ve toplumsal bir hayat sürmüştür. İnsanoğlu bir yandan kendisinde bulunan içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarını karşılarken diğer yandan toplumsal anlamda huzur ve güven içerisinde yaşamak istemiştir. Bunun içindir ki hem insanı hem de toplumu, huzur, güven ve emniyete kavuşturacak olan doğru bir kurallar manzumesine ihtiyaç vardır.
Ne kapitalist ideoloji ne de komünist ideoloji, insanların ihtiyaçlarını doğru ve fıtrata uygun bir şekilde doyurdu. Ortaya koymuş olduğu bir takım anayasal/yasal düzenlemelerle de toplumsal güven ve huzuru tesis etmede başarısız oldu. İnsanın ihtiyaçlarını yanlış ve sapıkça gidermeye çalışarak huzursuz ve güven duyulmayan bir toplumun doğmasına sebep oldu. Çünkü bu iki ideoloji, insanda var olan içgüdü ve uzvi ihtiyaçların temininde aklı hakem kılmış; insan, hayat ve kâinatı yaratan ve müdebbir olan Yaratıcıyı, O’nun nizamını bu hususlarda devre dışı bırakmıştır. Oysaki insanı O yaratmış, başıboş bırakmamıştır. Heva ve hevese göre yaşanmasının önüne geçmek adına, birey ve toplumun muhafazasına yönelik birtakım düzenlemeler koyarak insanı kontrol altına almıştır.
[أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ] “Siz iman ettik demekle başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz.” [Ankebut Suresi 2] [اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟] “Hiç yaratan bilmez mi? O, Latif'tir, haberdardır.” [Mülk Suresi 14]
İşte bu minvalde İslam ideolojisi; insanın ihtiyaçlarını doğru bir şekilde karşılayarak huzurlu ve güvenli bir toplumun oluşmasını garanti eder. Çünkü İslâm, daha suç oluşmadan suçu önleyici bir takım kurallar belirlemiştir. Mesela; İslam’daki “öldürenin öldürülmesi” şeklinde özetlenebilecek olan “kısas” hükmü, âdeta bir otokontrol mekanizması olarak devreye girer ve cinayete niyetlenen kişiyi -eylemi sonrasında kendisinin de öldürüleceğini bildiğinden-, bu niyetinden vazgeçirici bir motivasyon kaynağı olur. Aynı şekilde toplumun huzurunu kaçıran, içki içenin, hırsızlık, zina ve diğer suçları işleyenlerin cezalandırılması için hadleri/ağır cezaları koymuştur. Zira İslam toplumunda içkiye, uyuşturucu maddelere ulaşım kolaylaştırılmaz; insanın zorunlu ihtiyaçları imkanı olmayanlar için devlet tarafından karşılanır; evlilik kolaylaştırılır, buluğ çağına giren gençlerin evlendirilmesi teşvik edilir ki bunun gibi daha nice önleyici tedbirler toplumun huzuru için devlet eliyle tatbike konulur. Dolayısıyla İslam, kişiyi suç işlemekten alıkoyacak âdeta özel bir güvenlik zırhı oluşturmuştur. Yine bununla birlikte kendisine iman eden tüm fertleri, fiillerinde şer’i hükümlere göre amel etme ile mükellef ve mesul tutmuştur. Yine İslâm, İslâmî akideyi tek esas kabul eden ve bu akideden fışkıran hüküm ve fikirlerle hem devletin hem de fertlerin hayatlarını tanzim eden bir ümmet oluşturmayı hedeflemiştir. Ayrıca İslam; insan türü, akıl, insan onuru, can, mülkiyet, din, emniyet ve devlet gibi değişime ve evrime uğramayan yüksek hedeflerin korumasını emretmiş, bu minvalde İslam ümmetini dolayısıyla devleti bu konuda sorumlu tutmuştur.
Nitekim İslâm’ın egemen olduğu 1400 yıllık bir toplumda insanları günah işlemekten alıkoyan en önemli unsur; Allahu Teâlâ’ya olan imanları, yaptıkları her fiilin âlemlerin Rabbi tarafından görüldüğü ve meleklerce kayıt altına alındığı ve ahiret hayatında karşılaşacakları akıbetin de bu kayıtlar neticesinde belirleneceği inancıdır. Yine, kalplerdeki Allah korkusu ve insana duyulan sevgidir. Bununla birlikte İslam toplumu, meleklerden oluşan bir toplum da değildir. Dolayısıyla bu toplumda da ferdî olarak suç işleyenler elbette olacaktır ama toplum, cemaî olarak böyle bir atmosferde bulunmayacaktır. İnsanlar tek başlarına kaldıklarında Allah korkusu ve imanları sayesinde suça meyletmekten geri duracaklardır.
Dolayısıyla bütün krizlerin kaynağı olan bu laik, demokratik kapitalist sistem bir an önce hayattan koparılıp atılması gerekir. Bunun yerine ise kâmil manada İslam nizamının tatbiki icap eder. İşte köklü ve yegâne doğru çözüm budur. İnsan ve toplumu koruyacak, toplum içerisinde huzur, güven ve emniyeti yeniden tesis edecek özel bir güvenlik zırhına ihtiyaç vardır; ki bu zırh da Hilâfet’ten başkası değildir.