Köklü Değişim Medya tarafından hazırlanan "Yıkılışından Bugüne Türkiye'de Hilafet" başlıklı dosya haber serisinin birinci bölümünde "Hilafet Nasıl Yıkıldı" konusunu masaya yatırmıştık. İkinci bölümde ise resmi ideoloji tarafından hakkında karalama kampanyası yürütülen "Şeyh Said Kıyamı" dosyasını aydınlatmaya çalıştık. Yılmaz Çelik'in kaleme aldığı dosya haberimizi istifadenize sunuyoruz.
Yılmaz Çelik / Köklü Değişim Medya
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve akabinde Hilafetin kaldırılması dünya genelinde özellikle İslam dünyasında büyük bir etki oluşturdu. Ülke genelinde İslami hassasiyetlerin oluşturduğu tepki mahiyetinde birçok kıyam gerçekleşti. Bunlardan en fazla ses getiren ve en geniş kapsamlı olanı da Şeyh Said ayaklanmasıdır.
Cumhuriyet’in ilan edilmesinden iki, Halifeliğin kaldırılmasından bir yıl sonra başlayan Şeyh Said ayaklanması kısa sürede çığ gibi büyümüş ve Anadolu topraklarının önemli bir bölümünü etkisi altına almıştır. Bu kıyam gerek nedenleri gerekse de sonuçları itibariyle önemli bir konuma sahiptir.
Şeyh Said kimdir? Neden kıyama kalkmıştır? Bu bir kıyam mıdır, bir ayaklanma mıdır, yoksa bir isyan hareketi midir? Hangi tabir onun hareketini tam anlamıyla ifade etmektedir? Bu hareketi gerçekleştirmekteki gayesi nedir? Bu ve benzeri sorular on yıllardır tartışma konusu olmuş ve bu konuda birbirleriyle çelişkili çok sayıda görüş öne sürülmüştür. Kendisine yakıştırılan ‘Kürtçü’, ‘İngilizci’, ‘vatan haini’ gibi sıfatlara rağmen Şeyhi ve kıyamını doğru anlamak gayesiyle yapılacak insaflı bir araştırma onun esasında iddia edilen görüşlerin aksine ne kavmiyetçi bir söylem ile ne de İngiltere’nin talimatları doğrultusunda yola koyulmadığını açığa çıkarır.
Yeni kurulan batı menşeili Cumhuriyet rejimi bu kıyam karşısında bir takım anti propaganda faaliyetlerine başladı. Bu kara propaganda kıyamın bastırılmasında etkili oldu. Ankara hükümeti, Şeyh Said kıyamı başladığında, kıyamın içeriği hususunda har tarafa farklı şekillerde bilgiler vererek propaganda yaptı. Kıyam bölgesi olan Kürdistan’a ayrı, Türkiye’nin iç kamuoyuna ayrı, Batı devletlerine ayrı ayrı bilgiler verdi. Kemalist rejimin kıyam bölgesinde yaptığı propaganda: “Şeyh Said, Ermenilerle işbirliği içindedir. İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlardan destek görüyor. İsyanın dini motifleri sizi yanıltmasın!” şeklinde idi.
Türkiye’nin batısındaki yerlerde yaptığı propaganda: “Doğu’da Ermeniler ve Hristiyanlar, Kürtleri alet ederek isyan çıkarmıştır. Amaç, doğu ve güneydoğuda bir Ermenistan ya da Kürt Devleti kurmaktır!” şeklinde ulus temelinde bir propaganda yapmakta idi.
Batı devletlerine propaganda: Doğu’daki isyan hareketi, şeriat için yapılmıştır. Eğer isyanı bastırmak için bize yardım etmezseniz, sizin baş düşmanınız olan İslam yeniden vücut bulacaktır!” şeklinde idi.
Şeyh Sait’in İngilizler tarafından desteklendiği tezine gelince; bu konuda İsmet İnönü hatıralarında “Şeyh Said isyanını doğrudan doğruya İngilizlerin hazırladığı ya da meydana çıkardığı hakkında kesin deliller bulunamamıştır” demiştir. (1)
Yine bu konuda dönemin Erzurum Milletvekili Rüştü Paşa da yaptığı meclis konuşmasında şöyle ifade eder:
“Hadisede yabancı parmağı olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Genç ve Muş memleketin ortasındadır. Yabancılarla temas etmek amacı olsaydı asiler sınıra yakın mesela Zaho’ya çekilip şimdiye kadar tek bir memurumuzun girmediği aşiretlerle birleşebilirdi.” (2)
Necip Fazıl ise “Son Devrin Din Mazlumları” isimli eserinde bu konuya şöyle değinmektedir:
“Onun İngilizlerin adamı ve müstakil Kürtlük ideali peşinde olduğu şeni bir yalandır. Böyle olsaydı ilk başarılarının ardından cenup [Güney] istikametinde sınıra doğru sarkar, Irak Kürtleri ve İngilizlerle irtibat kurar ve dâvasına, gerilerini ve yardım kaynaklarını sağlamış olarak belli başlı bir çevre içinde girişirdi. Bu vaziyette, Türk hükûmetinin dine karşı tavrı da kendi devletinin nizamını kurmak varken onu fazla alâkalandırmamak gerekirdi.
O, dini zedelenmeye doğru giden bir Türk gibi hareket etti ve neticelerini hiç düşünmeden kendi öz hükümetini, Ankara’yı toslamaya davrandı. Bu davranışın sakameti yanında samimiyeti açıktır ve Şeyh Said’e mahkemeye vereceği cevaptan da anlaşılacağı gibi, Kürtlük gayreti ve İngilizlerle irtibat zilleti isnad etmek vicdansızlıktır. Birinci Dünya Harbi sonlarından başlayarak, Mütareke Yılları ve istiklâl savaşı içinde, hem de kahraman edasıyla kimlerin İngilizlerle emel birliği halinde bulunduğunu Türk milletinin gerçek aydınları bilir” (3)
Bir diğer iddia ise kıyamın Kürtçü bir nitelik taşıdığı ve Türklere karşı büyük bir nefret beslediğidir.
Şeyh yakalandığında tutanaklardaki ilk sözleri “Hamdolsun hepimiz Müslümanız. Kürt Türk yoktur” şeklindeydi.
Tarihçi ve ilk Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur: “Şeyh Said gayet dindar bir adammış. Medreseler ve tekkelerin ilgası, şapka giydirileceği şayiası bu adamı heyecanlandırmıştı. İsyan etti. Resmi araştırma asla milli bir Kürt isyanı olmadığını göstermiştir. Ben bunu orada İstiklal Mahkemesi reisliğini yapan Ali Saibe de sordum. O da
asla Kürtlük meselesi yoktur, sırf dindir” dedi.” (4)
Tarihçi Şevket Süreyya Aydemir de bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:
“İsyan bir milli hareket, yani Kürtlük, Kürt istiklali gibi sloganlarla değil, dini kurtarmak, şeriatı kurmak´ gibi dumanlı, sınırları belirsiz tahriklerle başladı. İsyan bir hafta gibi kısa bir zaman içinde bazı vilayetlere yayılmakla beraber, daha ziyade bir
beyler, şeyhler´ isyanı olarak kaldı. Bu sebeple bazı yazarların kullandığı ifadeye rağmen, Şeyh Said isyanını, bir Kürt isyanı olarak vasıflandırmak zordur.” (5)
Bu konuda Hasan Hüseyin Ceylan, “Cumhuriyet Dönemi Din ve Devlet İlişkileri” isimli eserinde Şey Said kıyamının kürtçülük davası olduğu tezine karşılık şunları beyan etmiştir:
“Ruslar daha önce hazırladıkları bir desiseyle Müslümanların Anadolu’nun doğusundaki direnişini kırmak için, onlara müstakil bir devlet kurma teklifinde bulunurlar. Ancak şeytani desiselerden haberdar olan âlim ve aşiret reislerinden hiçbiri bu parlak teklifi kabule yanaşmaz. Zira o dönemde mücadelenin temel eksenini ulusal değerler değil, İslami esaslar teşkil etmekteydi. Kâfirlerin İslam mülkünü talan ettiği bir zamanda aynı kâfirlere kanarak bu mülkün daha da kolayca talan edilmesine zemin hazırlayıcı tekliflerine yanaşmak, Allah’ın dinine ve İslam ümmetine ihanet etmek anlamına geliyordu. Gerçi bu ihaneti birçok ulus gerçekleştirmişti ama Kürt âlim ve aşiret reisleri böyle bir oyuna gelmeme noktasında kararlıydı. Onlar Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile canlılığını koruyan Müslüman halkın direnişine ortak olmayı ve Allah’ın dinini emperyalizmin tahakkümüne karşı üstün tutmayı daha şerefli bir vazife bildikleri için İngilizlerin ve Rusların teklifini geri çevirdiler. Hatta bu teklife sıcak bakma temayülünde bulunanlara bile zorlayıcı müeyyideler uyguladılar. Onlar arasında dolaşan tek parola İslam topraklarını kâfirlerin işgalinden kurtarmalıyız idi. Bu düşünce ile mücadele veren Müslümanlar, böyle bir dönemde Kürdistan Devleti’nin kurulmasını teklif edenlerin sadece şeytani amel ve emellerinin uygulanması yolunda engel gördükleri ümmetin gücünü parçalamak gayesiyle teklifte bulunduklarını iyi biliyorlardı.” (6)
Yine Şeyh, Azadî Cemiyeti’nden olan eski mebus Yusuf Ziya Bey’in de bir bahar günü kendisine ‘bir Kürdistan hükümeti kurmak üzereyiz” dediğini, kendisinin ise “mümkün değildir” diye karşılık verdiğini, fikrinin bunu kabul etmediğini’ söyler. (7)
Aynı şekilde mahkeme heyetinden Yusuf Ziya ile bağları olup olmadığına dair gelen bir soru üzerine Şeyh “Onların fikri, davası başkaydı. Kürt hükümeti kurmak istediklerini Yusuf Bey’den duymuştum der.”(8)
Abdülmelik Fırat Temmuz 1991’de Dava Dergisine vermiş olduğu bir mülakatta kürtçülük iddiası ile ilgili şunları söyler:
Şeyh Said, kaymakamlıktaki ifadesinden birkaç gün sonra yani 27 Aralık 1924 günü Hınıs müftüsü olan kardeşi Bahaeddin Efendi ile görüşür ve aralarında şöyle bir diyalog gerçekleşir:
“Keko, sen yapılan bu inkılâpları kabul etmediğini söylüyor ve ‘Ben Hazreti Muhammed’in ümmetine mensub bir âlim olarak, İslam’ı saf dışı eden bu harekete karşı sessiz kalamam. Çünkü yarın ruz-i cezada Allah’a, Resul’üne ne yüzle bakacağım ne cevap vereceğim*? diyorsun, fakat bu millet olgunlaşamamış, birlik sağlanamadığından neticeye varamaz. Sen en iyisi gel, biz buradan hicret edip, Türkiye’yi terk edelim.”* deyince, Şeyh Said Efendi kardeşi Şeyh Bahaeddin’e kızıyor ve diyor ki: “Bahaeddin, Bahaeddin! Ben bu işe elimdeki tek değnekle de olsa karşı çıkacağım.” (9)
(Şeyh Said idam edilmeden öce askerlerin yanında)
Bu konuda gazeteci-yazar Uğur Mumcu ise “Kürt-Türk çelişkisi söz konusu bile değildi. Çelişki laik devlet ile Nakşibendi tarikatı arasındaydı.” der.
Şeyh Said Kıyamının Gerçek Sebepleri Nelerdir?
Şeyh Said’i harekete geçiren esas sebep, İslami değerlerin çiğnenmesi, İslam yaşam tarzı ve ahkâmının yerine Batılı kanun ve yaşam tarzının uygulanmasıdır. Diğer bir tabirle, İslam’ın kendisi ile uygulandığı yönetim nizamı olan Hilafetin kaldırılması ve yerine Cumhuriyetin kurulmasıdır.
Nitekim bu konuda İsmet İnönü`nün damadı olan gazeteci Metin Toker: “Şeyh Said bir Kürt lideri gibi davranmaktan ziyade bir karşı ihtilalin ilk darbecisi gibi hareket ediyordu ve açtığı bayrak hilafet bayrağı idi, şeriat bayrağı idi.” der.
Eski Başbakan Yardımcısı Sadi Koças ayaklanmada görülen ve iddia edilen en önemli gerekçenin ise dini olduğunu söyler.
“Atatürk, Bir Ulusun Yeniden Doğuşu” kitabının yazarı İngiliz gazeteci Lord Kinross ise, kıyamla ilgili şunları söyler:
“Şeyh Said aşiretini halifeliğin kaldırılmasına ve Kemalist hükümetin kâfirce siyasetine karşı ayağa kaldırmaya çağırdı.”
Tarihçi Arnold Toynbee, “İsyancıların programlarının başlıca maddeleri şeriatı geri getirmek ve hilafeti ilan etmekti” der.
Şeyh Said, İslam Şeriatının kendisi ile uygulandığı Hilafet için kıyama kalkmıştır. Yayınladığı bir bildirisinde şöyle diyordu: “Halife sizi bekliyor. Hilafetsiz Müslümanlık olmaz. Şiarınız dindir, şeriat isteyiniz. Şimdiki hükümet durmadan dinsizlik yaymakatadır. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor.” (10)
Yine Şeyh Said, 4 Ocak 1925 tarihinde Arapça bir fetva kaleme alarak şöyle der:
“Kurulduğu günden beri din-i Mübin-i Ahmedi’nin temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Kur’an’ın ahkâmına aykırı hareket ederek, Allah ve Rasulünü inkâr ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerine farz olduğunu, cumhuriyetin başında bulunanların ve cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-ı gara-yı Ahmediyye’ye helal olduğu”…
Şeyh Said, bu fetvayı bitirdikten sonra meclise dönerek*, ‘dinsiz yönetimin’ varlığına karşı yapılacak bu cihadın Saadet Asrı’nda yapılmış gazalardan daha önemli ve ecirli olduğu, cennetin cihad ve şehadet sayesinde tüm muvahhidlerin ayaklarına geldiği, birkaç günlük fani dünyada zelil, şerefsiz ve kâfir olarak yaşamaktansa, din ve Allah yolunda ölmenin daha hayırlı olduğu** yolunda kısa ve coşturucu bir konuşma yapar. Orada bulunanlar bu konuşma karşısında duygulanmış, içlerinde ağlayanlar olmuştu.’ (11)*
Şeyh, İslam’ın otoritesiz yaşanamayacağını biliyordu. Hilafetin kaldırılması ile Müslümanları koruyan kalkanın kırıldığını biliyordu. Öyle ki ailesini bırakıp yollara düştüğünde hanımı, “bizim namusumuzu kim koruyacak” dediğinde Şeyh, “İslam’ın namusu ayaklar altındadır” diyerek hanımına çıkışmıştır.
Şey Said ile mahkeme heyeti arasında geçen şu diyalog kıyamın gerçek nedenlerini ortaya koyuyor:
Mahkeme: “İsyan hareketini nasıl düşündünüz, Nasıl buldunuz? Sizi teşvik edenler var mı?”
Şeyh Said: Hâşâ ilham… İlham vâkî olmadı. Kitaplarda gördük ki: İmam (yönetici) ne vakit Şeriatın ahkâmını icra etmezse, üzerine kıyam vâciptir. Hükümete Şeriat Meselesini anlatmak istedik. Hiç olmazsa bir kısmının icrasını talep edecektik. Allah’ın kaderi beni bu işe düşürdü.”
Mahkeme: “Şeriat ahkâmı icra edilmiyor diye isyan etiniz demek?”
Şeyh Said: “İmam Şeriat ahkâmını icra etmezse’ dedim. Bu kıyamın cevazına delildir. ‘Vaktaki vuku buldu işte şeriat da vâciptir’ diyor. ‘Hiç olmazsa günahkâr olmayız dedim.” (12)
Tüm bunlardan anlaşılan o ki; Şeyh Said Hilafeti yeniden ikame etmek için bir kıyam başlatmıştır. Fakat kıyam farklı nedenlerden dolayı başarısız olmuştur. Dolayısıyla kıyam bastırılır, Şeyh ve beraberindekiler İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp idam edildiler. Yeni kurulan rejim Şeyh Said kıyamını bahane ederek çok büyük zulümler icra etmiştir. Fethi Okyar’ın hükümeti düşürüldükten sonra sertlik yanlısı ve Mustafa Kemal’in en çok güvendiği adamı, İsmet İnönü Başbakanlığa getirilir. İsmet İnönü’ye acilen şu yetkiler verilir:
1- Sıkıyönetim ilanı
2- Hıyanet-i Vataniye Kanunu
3- Takrir-i Sükûn Kanunu
4- İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması
Böylece Mustafa Kemal ve İsmet İnönü aldıkları tedbirleri uygulamaya geçirdiler. Ülkede ne kadar muhalif ve muhalif olma potansiyelini taşıyan kimse varsa hepsini, kesip, hapsedip, sürdüler. Yaklaşık 80.000 insan katledildi. 200 civarında yerleşim birimi yok edildi. Binlercesi hapsedildi. Bu zulümlerden en çok Müslüman Kürt halkı nasibini aldı. Yurt genelinde bütün Müslümanlar zulme maruz kalırken, Kürt halkı iki defa zulme maruz kaldı. Çünkü yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti varlığını Türk ulusçuluğu üzerinde inşa etti. Böylece bugün “Kürt meselesi” olarak bilinen sorunun da temelini işte o zamanlar attılar.
-------------------------------------------
#YenidenHilafet