Kapitalist Devletler Eliyle ‘İnsan Hakları’ Felç Oldu!
26 Haziran 2020

Kapitalist Devletler Eliyle ‘İnsan Hakları’ Felç Oldu!

Ajanslar - Köklü Değişim Medya

Köklü Değişim Medya

BM İşkence Özel Raportörü Prof. Dr. Nils Melzer, ABD’den Çin’e dünyanın dört bir yanında insan haklarının erozyona uğradığını ifade etti.

Yaklaşık dört yıldır Birleşmiş Milletler (BM) İşkence Özel Raportörlüğü görevini yürüten Melzer, “İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” vesilesiyle değerlendirmelerde bulundu.

Nils Melzer yaptığı açıklamada, beni en çok dünya genelinde insan haklarında yaşanan erozyon endişelendiriyor. Bu durum, Çin’de Hong Kong ve Uygurlar konusunda yaşananlardan, Rusya’ya; ABD’de polis şiddetinden, ABD'nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne saldırılarına; Suriye’den Brezilya’ya dünya çapında görülüyor… Dünyada göç krizinden etkilenen tüm bölgelerde gözlenen ciddi problemler var. Dünyanın her yerinde insan hakları tasfiye ediliyor, bu konuda uzunca bir liste yapılabilir. Bu beni çok endişelendiriyor, zira bu durum günümüzün dünya düzeninin temellerini sarsıyor.

Suriye cezaevlerinde yaşanan işkence trajedilerinden söz eden Melzer, “Suriye’nin herkesçe bilinen bir işkence sistemi var. 20 yıl önce bölgede görevliyken Suriye cezaevlerinden mahkûmlarla çalıştım ve (bu sistem) beni o zamanlar da şoke etmişti. Ancak raporlar o zamandan bu yana daha da kötüye gitti. Bu korkunç sistemi, şahıslara yöneltilen suçlamalardan bağımsız olarak gün yüzüne çıkartmak çok önemli. Zira, Esed rejiminin bir işkence sistemi olduğu ve korkunç yöntemler kullandığı kuşku götürmez bir gerçek ve kamuoyuna duyurulmalı. Bu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarihinin en utanç verici dönemlerinden biri. Bu şoke edici kıyımı durdurma konusunda uluslararası toplum ne yazık ki tamamen başarısız oldu.” dedi.

Melzer, “dünyada bu yönde başka sinyaller de alıyoruz. ABD’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni yaptırımla tehdit etmesi gibi. Bu yaptırımlara ilişkin bir kararname yaklaşık iki hafta kadar önce ABD Başkanı Trump tarafından imzalandı. Buradan çıkan mesaj ne?

Bu elbette felaket bir mesaj, özellikle de ABD’nin ekonomik, siyasi ve askeri açıdan dünyanın en nüfuzlu ülkesi olduğu düşünülürse. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri’nin kurulmasına ön ayak olmuştu. Savaş Hukuku’nun ve Uluslararası Ceza Hukuku’nun öncülerindendi. Ve şimdi bu ülkenin kendisi, kanıtları bulunan ve sorgulanmaya dahi açık olmayan savaş suçlarının sonuçlarına yönelik sorumluluk almayı reddediyorsa, büyük bir sorunumuz var demektir! Bunu bizzat kendi senatosu inceleyip onayladığı halde, Washington’ın CIA’in işkence uygulamalarını soruşturmayı reddetmesinde de görüyoruz. Amerikan savaş suçlarının gerekli görülmesi halinde uluslararası kurumlar tarafından incelenmesinin reddinde de görüyoruz. Bu oldukça kötü bir örnek etkisi yaratıyor; İsrail ya da Birleşik Krallık gibi ABD’nin geleneksel müttefiklerinin de derhal aynı yöne giderek, kendi ordu mensuplarını işkence suçlarının hukuki sonuçlarına karşı korumaya almaya çalıştığına şahit oluyoruz.” ifadelerini kaydetti.

ABD’nin savaş suçları ve WikiLeaks belgeleri üzerine de değerlendirmelerde bulunan Nils Melzer şunları söyledi; “WikiLeaks belgelerinde yayımlanan bir videoda, Bağdat’ta bir Amerikan helikopterinin silahsız yaralıları ve acil yardım görevlilerini nasıl vurduğu görülüyordu; vurulanlar arasında iki Reuters muhabiri de vardı. Failler, onları koruyanlar ve üslerine yönelik şu ana kadar bir yaptırım olmadı.

Düşünün, kendi savaş suçlarını soruşturmayan bir devletin etik meşruiyeti ne ifade eder? Üstelik bu savaş suçu kayıt altına alınmışsa. Videoda katledilen yaralıları görüyoruz ve askerlerin bilinçli olarak yaralıları vurduklarına ilişkin diyaloglarına şahit oluyoruz. Bu hiçbir şüpheye mahal vermeyen bir savaş suçu! Elimizde bunun kayıtları varsa ve devletler bunu soruşturmayıp, bu savaş suçunu kamuoyuyla paylaşanları gaddarca cezalandırıyorsa -175 yıla varan grotesk hapis cezalarından bahsediyoruz- esaslı bir problemimiz var demektir. Bu durumda, ABD’yi hâlâ bir hukuk devleti kabul edip edemeyeceğimizi sorgulamak gerekir.

Elbette Suriye'deki bir hapishaneyi İngiltere'deki bir hapishane ile karşılaştıramazsınız. Bunun net biçimde altını çizmek lazım. Ancak işkence yalnızca fiziki işkence metotlarından oluşmuyor; işkence psikolojik işkenceyi de kapsayan geniş bir kavram. Tecrit yönteminin de, devamlı bir despotluğa maruz kalma, aşağılanma ve tehdit kombinasyonun yol açtığı bilişsel ve nörolojik sonuçları var.

Elbette her yıl yüzlerce işkence mağduru için mücadele veriyorum. Ancak bu olaylar şahıslarla alakalı değil. Mesele, her şeyden önce insanlar hakkında kovuşturma başlatanlarla, yani devletlerle ilgili. Hukuk devleti kurumlarının altını oymaları, savaş suçluları ve işkencecilerinin sorumlu tutulmalarını engellemeleri ve kamuoyunu devletlerin işlediği savaş suçları konusunda bilgilendiren herkesin bir casus olarak yargılanabileceğine ilişkin tüm dünyaya bir emsal teşkil etmeleriyle ilintili. Bu bir kez norm haline gelirse hukuk devletinden despotizme uzanan yolun çok da uzun olmayacağının bilincinde olmalıyız.”

21’nci yüzyılda ABD’den Çin’e, Rusya’dan Hindistan’a ve İngiltere’den Mısır’a varana kadar tüm devletler, sömürgecilik, savaş, işgal ve türlü işkence yöntemlerini meşru hale getirdiler. Bunun yanı sıra hırsızlık, dolandırıcılık, faiz, zina, taciz, uyuşturucu, vergi kaçakçılığı ve kara para aklama gibi Kapitalist devletlerin yapmış olduğu ihlaller, Kapitalist sitemin hüküm sürdüğü dünyada “insan haklarını” adeta felce uğrattı.

Kapitalist devletler eliyle yokluğu her gün daha çok hissedilen adalet, güvenlik, insan hakları, ekonomik kriz, açlık ve yoksullukla mücadele eden insanlık, yeni bir düzene, İslam’ın sahih çözümlerine muhtaç.