Eski Ak Partili Vekil İhsan Arslan: Bizi Kim İktidara Taşıyacaksa Onlarla İş Tuttuk!
18 Kasım 2020

Eski Ak Partili Vekil İhsan Arslan: Bizi Kim İktidara Taşıyacaksa Onlarla İş Tuttuk!

Haksöz Haber

Köklü Değişim Medya

AKP'nin kuruluşundan beri Erdoğan'ın yakınında olan Ak Parti eski Diyarbakır Milletvekili Mehmet İhsan Arslan BBC Türkçe ’ye konuştu.

Kısa bir süre önce tüm hayat hikayesini anlattığı ve gazeteci Ayşe Karabat'ın yayına hazırladığı "Aklımda Kalan" ile Kürt Sorunu konusunda hazırladığı raporların ve eski yazılarının yer aldığı "Ardımda Kalan" isimli kitapları basılan AK Parti Diyarbakır eski Milletvekili Mehmet İhsan Arslan, BBC Türkçe'den Ece Göksedef'in sorularını yanıtladı.

Ağırlıklı olarak Kürt Sorunu, Çözüm Süreci ve AK Parti’nin söylem ve politikalarının konuşulduğu röportajdan öne çıkan bazı soru ve tespitleri aşağıda ilginize sunuyoruz:

Kitabınızda "AK Parti'nin bir milliyetçi bagajı yoktu, elinde Kürt kanı yoktu" demişsiniz. AKP'nin "İslam’ın kuşatıcılığıyla" Kürtlere yaklaştığını söylemişsiniz. Abdullah Öcalan da 21 Mart 2013'teki mektubunda "1000 yıla yakın süredir İslam bayrağı altında ortak yaşam sürdürüldüğünü" söylemişti. Sizce bu dini yaklaşımdan bağımsız, tamamen liberal, hak, hukuk ve özgürlükler çerçevesinde çözülebilir mi sorun?

Bence muhafazakarlığımızın artık ciddi bir bagajı, birikimi oluştu. Bu bagaj siyaseten bizi tamamen devletçi bir pozisyona taşıdı.

Biz ülkede sistemin kendisi olduk. İlkeleri doğrusu bir kenara attık. Bizi gelecek seçimlerde hangi kesimler iktidara taşıyacak ve iktidarda kalmamızı sağlayacaksa, onlarla iş tutmayı tercih ettik.

Kürtlerin oylarına ihtiyacımız olduğu dönemde biz onların taleplerini masada tutmaya devam ettik.

Sonradan bunun bizi tehlikeli sahillere götüreceğini fark ettiğimizde de bu kez başka çevrelerin desteğiyle siyaset yapmaya ve iktidarımızı sürdürmeye karar verdik. Şu an da MHP'yle olan ittifakımız da böyle bir sürecin son aşamasıdır.

Dolmabahçe sürecinden bahsediyorsunuz kitapta, çözüm sürecinin geldiği son nokta. Bundan bir ay sonra Erdoğan'ın tavır değiştirdiğini görüyoruz. Birkaç ay içerisinde de çözüm süreci dağılıyor. Sizin söylediklerinizden de yola çıkarak, HDP'den başkanlık konusunda bir destek alınamayacağını gördü AKP ve bu sebeple milliyetçi tabanın desteğini mi almaya çalıştı?

O tavır değişikliğinin nedenini tarih çok önemli bir şey olarak not edecek.

Benim tespitim şu: Kürt sorununun tanımı ile alakalı. Genellikle Ankara'dan Kürt sorunu uzun geçmişte geri kalmışlık sorunu olarak tanımlanıyordu. Mücadele arttıkça, şiddet arttıkça, kültürel haklar olarak tanımladı.

Ne zaman ki devlet olayı kültürel hak mücadelesi olarak tanımladı ve o bağlamda bazı değişimler yapmaya kalkıştı; o dönemde HDP tarafında konu artık kültürel hak talebinden çıkmış, siyasal haklar ve etnik mücadeleye bürünmüştü.

Bizim zamanımızda var olmayan bir parti sonuçta 6-7 milyon aktif üyesi olan bir siyasi harekete dönüştü. Bizim zamanımızda bu kadar dış bağlantısı ve işbirliği olmayan bir terör örgütü bir kere Amerika'dan, Suriye'den, İsrail'den, Bağdat'tan, Tahran'dan, Rusya'dan destek alabilir duruma geldi. Uluslararası bir güç haline döndü.

Hareketi doğru tanımadığımız için doğru reçete veremedik.

Dolmabahçe'ye sorunu çözelim niyetiyle gidildi ama ondan sonraki adımların tamamen siyasi bir hüviyet kazanacağı fark edildi bence. O yüzden "aman ha, bu bizi yakar" dediler. Bence biz bunu devletin bekası, vatanın bütünlüğü adına o oyundan vazgeçtik diye ben tanımlıyorum. Çünkü bu ciddi bir ilk adım olacaktı. Konunun siyaseten tanımlanması ve siyasi müzakerelere konu olması hadisesiydi.

Ama bu sorunun çözümü için bir noktada buraya gelineceği, gelinmesi gerektiği de hep biliniyordu, belliydi. Kürt Sorunu'nu çözme kararlılığı konusunda samimi miydi hükümet? Bu noktaya gelmeye hazır mıydı gerçekten?

Olayı sadece sosyal bir olay olarak tanımlarsanız evet, bu tanıma göre sorunu çözme çabasındaydı hükümet. Bunda samimiydi çünkü bu sorunun çözülmesini istiyordu.

Ama eğer siz olaya Türkiye'de ve komşu ülkelerde nüfusu 40-50 milyonlara varan, ağırlığı da Türkiye'de olan bir etnik varlığın siyasi taleplerini içeren bir sorun olarak görüyorsanız, devlet onu çözmeye niyet etmedi. Edemedi, edemiyor da. Türkiye'de hiçbir güç, hiçbir parti Türkiye'yi siyaseten parçalayacak, bölecek hiçbir harekete izin veremez.

Diyebilirsiniz ki; o zaman bu nasıl çözülecek? Farz edelim federasyon, özerklik gibi çözümler… Türkiye'de de eğer sorunun çözümü oradan geçiyorsa siyasi bir karardan geçiyorsa ne yapacağız? Maalesef Türkiye'de işte bu milliyetçilik ve devletçilik kavramı içinde müthiş bir hamaset var ve orada akıl pek rol almıyor.

Bizim mahalleye gelirken milliyetçiler bu duygusallıklarını getirmişlerdir.

Dolmabahçe'ye giderken bu öngörülmemiş miydi?

Şartlar bizi zorladı, bir yokuşu tırmanmaya zorladı. Tırmandık ama tepeye çıktığımızda neyin olacağını pek görmüş olmak istemedik. Fark edince de caydık bence.

Bana sorarsanız bizim o idealist dönemlerimizden kalma, sorunu kökünden çözme niyetimiz vardı. Cumhurbaşkanımızın ağzından ben o dönem şunu duymuşumdur: Jandarma ayrı, belediye başkanı ayrı, vali ayrı. Üçlü bir yönetim, halk kendi valisini seçse sorumluluk da ona ait olur, beğenmediğini bir sonraki seçimde gönderir, Ankara'yı suçlamaz. Yerelden yönetime bir yol vermek niyeti vardı, o devam etseydi sorun çözülebilirdi bence. Ne zaman olsa böyle bir anlayıştan ve böyle bir çözümden geçeceğini düşünüyorum ben.

2014'te verdiğiniz bir röportajda "Hiçbirimizin Tayyip Bey'e küsme hakkımız yok çünkü lider olsak hiçbirimizin yapamayacağı şeyleri yaptı" demiştiniz. Bugün hâlâ böyle düşünüyor musunuz?

O vazgeçti, uygulamalarından vazgeçti. İddiasından vazgeçti. Böyle bir sorun yok diyor. Bugünlerde gerçi tekrar gündeme gelebilir ama…

Ben HDP'lilerden bazı arkadaşlarımızın Tayyip Bey bizim AK Parti grubunda konuşurken ağladığını biliyorum. Çünkü Tayyip Bey samimiyetle çok sağlam adımlar atıyordu ve çok güzel bir gelecek vaat ediyordu.

Son yerel seçimler sonrası HDP'li belediyelerin neredeyse tümünde seçilenler görevden alındı, tutuklandı, kayyumlar atandı. Bu belediye başkanlarından birisi bir zamanlar kurucusu olduğunuz Mazlum-Der'de çalışmış biriydi. AKP'nin seçimle alabileceğine inandığı ama alamadığı belediyeleri kayyumla yönetmeye mi çalıştı?

Beğen veya beğenme, halk iradesi kutsaldır diyoruz biz, halk onları seçti. Buna saygılı olunması gerekiyordu bence. Yolsuzluk, haksızlık, terörle direkt iletişim, yardımlaşma her neyse bunlar olsa, hak hukuk var, yargı ve emniyet var, gereken müdahale yapılır. Ama halkın oyunu yok sayarak kayyum atıyorsanız ben bunu doğru bulmuyorum. Tarih de bunu not edecek.

“15 Temmuz kimyamızı bozdu bizim”

Kesinlikle biz Türkiye'yi yönetmeye taliptik. Bütün insanları adalet üzerinden yönetmeye taliptik. Alevi, Roman, Kürt kardeşlerimizin, Müslüman dindar vatandaşlarımızın sorunlarını çözmeye niyet etmiş ve bunun için adım atmış bir kadroyduk.

İlk aşamada askeri vesayet vardı, adım atamıyorduk. Ne zaman ki ciddi bir mücadeleyle askeri vesayeti ortadan kaldırdık, orada yılana sarıldık. İşbirliği yaptık.

Tahmin etmediğimizden fazla onlar işin içine girdi. Hatta onlar lokomotif oldu, biz arkada icraatta bulunduk. Sonra FETÖ'nün vesayeti gündeme gelmeye başladı. Biz bunu fark ettiğimizde irkildik. Ondan sonra da tabii kıyamet koptu. O güne kadar hukuk içinde kalmaya azami dikkat gösteriyorken 15 Temmuz'dan sonra doğrusu panikledik ve olayın vahameti karşısında ancak yargıyı kullanarak başarılı olabileceğimiz kanaatine vardık.

Onların yargıyı kullanırken kullandığı bütün taktikleri, araçları, biz kullanmaya başladık, can havliyle.

Bugün yeni bir ivmelenme var gibi hükümet tarafında. Yargı reformundan bahsediliyor, yatırımcının güven duyacağı bir hukuk sisteminden bahsediliyor. Bu dönemde MHP ile koalisyon yapılan bir ortamda, daha milliyetçi ve sağ söylemin benimsendiği bir ortamda bir yere varılabilir mi?

Bugün eğer bir hukuk lazım diyor isek, ekonomide reform lazım yapmamız lazım diyorsak, zımnen bugüne kadarki politikalarımızda sıkıntı olduğunu kabul ediyoruz demektir. Bu bir itiraftır. Hata yapan birilerinin bu hatayı düzeltip doğru olanı yapmaya çalışması zor oluyor biraz.

İflasına sebep olduğun şirketi iflastan kurtarıp kâra geçirmek herkese nasip olmuyor. Çünkü onun kararları sonucu, onun hataları sonucu şirket iflas etmiş. Zaten bilseydi, doğrusunu yapmak isteseydi iflas etmezdi.

Bizim buraya gelelim. İyi şeyler duymak istiyoruz. Halk olarak yorulduk. Eksiklerin telafi edilmesi, doğru şeylerin yapılması lazım diyor. Ama güven sorunu var. Medyamız biraz suskun, keşke bu kadar olmasaydı.

Herkes şu an ekranlarda şunu söylüyor: Söze değil icraata bakmak lazım. Ben de onlara katılıyorum. Tabii ki yargı işleyişi sıkıntıda. Bu başkanlık sisteminin incelenmesi, masaya yatırılması gerekiyor. Geçmişte adem-i merkeziyetçi sistemi savunuyorken geldiğimiz noktada yüzde yüz merkeziyetçi bir sistemle karşılaştık. Bir tek kişinin iradesine bağlanmış bir sistem, bir işleyiş. Bundan sıkıntılar doğacağını bazılarımız kestiremedik herhalde. Tek sesli olursa bir şeyler daha çabuk halledilir dedik herhalde.

Baktık ki kurumsal yapıdan uzaklaştıkça, kişinin tek başına verdiği kararlarda hata yapma ihtimali daha fazla oluyor. Bence bazılarımızı kabul etmiyoruz ama güçler ayrılığı diye bir şey kalmadı ülkede. Meclisin, yargının denetleme gücü ortadan kaldırılınca her şey bir tek insanın iki dudağı arasına sıkışmış oldu. Bu çok vahim bir durum.

Amerika'da, Avrupa'da otokrat liderler arasında sayılıyor Cumhurbaşkanı, saydığınız sebeplerle. Bunun geri dönüşü mümkün mü? Aynı zamanda Kürt sorunu konusu da yeniden gündeme gelebilir demiştiniz. Bu konularda öngörünüz nedir?

Bu bir süreçtir. Liderlere bağlı değildir. Vatandaşın talep ve desteği sonucu da oluyor bu, durup dururken olmuyor seçimle oluyor bunlar. Ama bunun uzun süre devam etmesi beklenemez bana göre. Bence bu bir dönemdir, bu geçer. Geçtikten sonra Türkiye'de parlamenter sisteme geçişin ben çok uzak olmadığını düşünüyorum.

Tayyip Bey'in şahsında müthiş bir enerji, kabiliyet, karizma var. Hataları bir kenara bırakıyorum. Ama şimdi Tayyip Bey'in uhdesindeki bu kadar sınırsız yetkileri onun gibi kullanabilecek ben ikinci bir adam görmüyorum. Bu kabiliyetleri daha düşük olan gelecek liderlerin bu işi götüremeyeceklerinden hareketle, muhalefette de bu çok seslendiriliyor. Başkanlık sisteminin bizde iyi sonuçlar vermediği kabul ediliyor, ben de katılıyorum.

Berat Albayrak'ın istifasına nasıl bakıyorsunuz?

İslam tarihinde meşhur dört halifemiz var. İslam'ın en güzel uygulandığı dönem olarak bakıyor Ehli Sünnet. Ve Hazreti Osman halife olarak Hazreti Muhammed'in kızını da almış, böyle bir boyutu da var. Buna rağmen onun akrabalarını idareye almasını eleştiririz.

1500 yıl üzerinden geçtiği halde akrabalarına iktidarda görevler vermesini, ehliyet ve liyakat yerine akrabalık bağını öne çıkarmasını eleştiririz biz. Dolayısıyla ben bugün de yarın da iktidara gelen liderlerin aile bireylerini iktidara ortak etmelerini doğru bulmuyorum.

Bu yanlış adımın sonucudur bugün gelinen nokta. Keşke bu görev verilmeseydi.

Halkımızın, ülkemizin kaderiyle Recep Tayyip Erdoğan'ın kaderi özdeşleşti. Onun başarıları hepimizi etkiliyor, doğru kararlardan hepimiz nimetleniyoruz, yanlış kararlardan da hepimiz zarar görüyoruz.