Hazırlayan: Murat ALTIN
Beş bölümden oluşan bu çalışmada; çevre problemi, nedenleri ve yapılan çok sayıda zirvenin konuyu nasıl ele aldığı incelenmektedir. Ayrıca bu çalışma İslâm dünyasındaki çevre problemleri ile İslâm’ın çevreye benzersiz bakış açısını değerlendirmektedir.
[بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ إِذَا زُلْزِلَتِ ٱلْأَرْضُ زِلْزَالَهَا وَأَخْرَجَتِ ٱلْأَرْضُ أَثْقَالَهَا وَقَالَ ٱلْإِنسَـٰنُ مَا لَهَا يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا بِأَنَّ رَبَّكَ أَوْحَىٰ لَهَا يَوْمَئِذٍ يَصْدُرُ ٱلنَّاسُ أَشْتَاتًا لِّيُرَوْا۟ أَعْمَـٰلَهُمْ فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۥ وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ] “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan; ‘Ona ne oluyor?’ dediği zaman… İşte o gün yer kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona öyle vahyetmiştir. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” [Zilzal Suresi]
Çünkü gezegenimiz dünya ile alakalı geçtiğimiz son on yıl içinde çok ciddi endişe verici bir dizi tehlikeler silsilesi söz konusu oldu. Örneğin; Los Angeles ve Lahor’da solunum problemlerine neden olan hava kirliliği endüstriyel ve insani atıkların suyollarını zehirlemesi, kuraklık ve sel baskınlarıyla mahsullerin mahvolması gibi. Buna ek olarak, dünya genelinde okyanusların asitlenmesi, ozon tabakasının incelmesi, yağmur ormanlarının yok edilmesi, ekilebilir arazilerin azalması, eko sistemlerin yok olması gibi bir dizi başka sorun da var. Buradaki endişe kaynağı, insan eylemlerinin gezegene ve onun yaşamını sürdürme yeteneğine zarar vererek geri dönüşü olmayan kritik eşiğe geliyor olmamızdır.
Bu konuda bir şeylerin yapılması gerektiğine dair bir duyarlılık var lakin şimdiye kadar atılan somut adımlar yok. Böylesi kritik bir anda dünya için ne yapılabileceğini düşünen samimi insanlar arasında farkındalık ve duyarlılık giderek daha fazla endişeye yol açmaktadır. Her şeye rağmen hızlı ve kararlı hareket edilirse dünya için hala zaman olabilir.
Bu makalenin temel amacı, İslâm’ın insanın çevreyle olan ilişkisini anlama konusunda farklı bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermek ve bunu insanların mevcut durumuyla karşılaştırmaktır.
“Çevre”, Allah Celle Celalehu tarafından yaşamı destekleyen binlerce ekosistemin mükemmel uyumu içinde yaratılmış, yaşadığımız gezegen anlamına gelir. Bu gezegen bize ait değil; biz onun üzerinde varız ve hepimiz Allah’a aitiz.
Allah Celle Celalehu diyor ki:
[ٱللَّهُ لَآ إِلَـٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلْحَىُّ ٱلْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُۥ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَّهُۥ مَا فِى ٱلسَّمَـٰوَٰتِ وَمَا فِى ٱلْأَرْضِ] “Allah O’ndan başka ilah yoktur. O sürekli diridir koruyup gözetendir. O’nda ne bir dalgınlık olur ne de O’nu bir uyku tutar. Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur.”[1]
İnsan olarak gezegene elimizden geldiğince iyi davranma sorumluluğumuz var ve Allah Celle Celalehu sorumlu olduğumuz şeylerle ilgili nasıl davrandığımız konusunda bizi hesaba çekecektir.
[فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۥ وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُۥ] “Artık kim zerre ağırlığınca iyilik yapmışsa onun karşılığını görür. Ve kim zerre ağırlığınca kötülük yapmışsa onun karşılığını görür.”[2]
Bugün önümüzde duran kanıtlar, hesap vermemiz gereken çok şey olduğunu gösteriyor. İnsanlığın son bir veya iki yüzyıl içinde çevreyle girdiği etkileşimin ne denli başarısız olduğunu da ortaya koyuyor.
İnsan her zaman çevreyle kendisine fayda sağlayacak şekilde etkileşimde olmuştur. Bu etkileşime, bir dereceye kadar bozulma veya hasar da eşlik eder; ekim için toprağı sürmek, yakacak odun için ağaçları kesmek veya hayvanları iş, yiyecek ve derileri için kullanmak gibi…
Sanayi devriminin ortaya çıkışı, teknolojik ilerlemeyle birlikte bozulma ve hasar derecesini de bir adım öteye götürdü. Özellikle enerji üretimi için fosil yakıtların kullanılması ve imalatta verimliliğin artırılmasında bunu görmek mümkün.
Teknoloji ve fosil yakıtların kullanımı, bugün içinde bulunduğumuz durumun tek nedeni değildir. Bunlar, amaçlar için kullanılan araçlardır ve amaçlar, bir sistem tarafından tanımlanır; bir siyasi liderlik tarafından yürütülür.
Nihayetinde, siyasi liderliğin ve egemen sistemin başarısızlığı, yaşam biçimimizi tanımlamıştır. Çevre sorunları teorik bir gelecek sorunu değildir. Çevre sorunları, temiz hava ve temiz su gibi insanlar için hayati sorunları içerir. Hükümetler tarafından devlet düzeyinde ele alınması gereken ancak ihmal edilen sorunlardır. Kapitalizmin bu teknoloji ve enerji kaynaklarını sistemli bir şekilde kötüye kullanması nedeniyle halk üzerinde hayati sağlık sorunları ortaya çıkmıştır.
Çünkü son yüzyıl egemen dünya güçlerinin kapitalist liderleri, kendi ülkelerinin ekonomik büyümesini ve iş dünyasının çıkarlarını insanların sağlığından daha öncelikli tutuyorlar.
Değişim için hedefler ve hedefler belirlemek için periyodik olarak bir araya geldiklerinde, her biri kendi çıkarlarını önceliyor. Statükoyu destekleyenler bunu, ekonomilerine fayda sağladığı için yaparken -şu anda fosil yakıtlara alternatifleri savunan devletler de bunu, kendi ülkelerinin fosil yakıtlara olan bağımlılığı nedeniyle şu anda “enerji güvensizliği” içinde olduklarını fark ettikleri için yapıyorlar. Her biri diğerlerinin nedenlerinden şüpheleniyor, yani değişen çok bir şey yok.
Bu nedenle hâlihazırda dünya çapında çevre sorunlarının etkilerinden muzdarip sıradan insanların kirli hava ve su nedeniyle günlük yaşam kalitesi giderek düşmektedir. Hâlihazırda bozulan insan sağlığını düzeltmek adına bazı STK’ların kampanyaları, küresel zirveler ve konferanslar çevre sağlığı açısından somut adımlar atmaktan oldukça uzaktır. Konferansvari diğer mizansenler sonuca varmadan çok önce insanlık (çevre) çok acı çekecek ya da ölecek. Hem de değişim için hedef olarak belirlenen tarihlerinden çok önce ama bu, kimin umurunda.
Bunun yanında İslâm dünyasındaki siyasi liderliğin başarısızlığına da bakmalıyız. İslâm coğrafyasında hava ve su kirliliği ile mücadele konusunda pek çok ihmalin yanı sıra gösterişli lüks projelerin yol açtığı zararları da görüyoruz. Bunlar bu ülkelerin vatandaşları üzerindeki zararlı çevresel etkiyi artırmaktadır. Ayrıca iklim değişikliği ve çevresel tahribatla ilgili küresel tartışmalarda İslâm dünyasının etkin olmamasının nedeni, İslâm dünyasında liderliğin ve ideolojik vizyonun olmamasıdır. Sonuç olarak; bu tartışmalar egemen güçler tarafından kendi çıkarları ve öncelikleri doğrultusunda çarpıtılmaktadır.
Bu makale, günümüzde çevresel zararların başlıca nedenlerinden bazılarına kısaca değinecektir. Şu an tartışmaların çoğu, iklim değişikliğine atfedilen zarara odaklanmış olsa da dikkate alınması gereken ana konu bu değildir. Göz ardı edilen ana konu, dünya genelinde birçok insanı etkilediği gibi İslâm dünyasını da etkileyen çevresel zararlardır. Hava ve su kirliliği ile diğer çevresel bozulma biçimleri yüzyıllardır insanlara zarar vermektedir. Sadece geçtiğimiz son on yılda Londra’nın gökyüzü isle kaplıydı, tıpkı su kaynaklarının bir kısmının kanalizasyonla kirlendiği gibi. Bugün, ya yetersiz hijyen sistemleri ya sanayinin devlet düzeyinde yetersiz düzenlenmesi nedeniyle ya da çatışmanın bir sonucu olarak, benzer sorunlar dünyanın diğer bölgelerindeki insanları olumsuz etkiliyor.
Bunlar, çözüm için küresel işbirliğini gerektirmeyen cevapları olan konulardır.
Bu sorunların temelden çözümü için siyasi sorumluluğu üstlenmeyen devletler çevre sorununun kangren olmasına yol açmıştır. Bununla birlikte gelişmiş dünya son yıllarda artan hava ve su kirliliğinden kendilerinin de çevresel zararlara maruz kalabileceklerinden endişe etmeye başladılar. İklim değişikliği hususunda artan bu endişe yersiz olmayıp modern dünya da dâhil dünyanın dört bir yanındaki insan toplumlarının küresel ısınmadan zarar görebileceği ile ilgilidir. Sorunun evrenselliği sebeplerin çoğunun küresel kapitalist sistemden kaynaklandığına işaret etmekte dolaysıyla problemlerin çözümü sistemsel bir değişim gerektirmektedir. Buna rağmen hiç kimse ekonomik büyümenin getirisi kirliliği tetikleyen, maddi mallara olan talebi körükleyen endemik tüketimi ele alan bir çözüm önermiyor.
İklim değişikliğinin nedenleri ve buna bağlı olarak çözümler konusunda karşıt görüşler bulunmaktadır. Küresel ısınmadaki insan faaliyetine şüpheyle yaklaşanlardan bunun insanlığın karşı karşıya olduğu en önemli mesele olduğuna kuvvetle inananlara kadar tüm taraflar “bilimi takip ettiklerini” iddia ediyorlar. Bu da, iklim değişikliği sorununa ilişkin çözümün, nadiren siyasi bir önyargı olmadan geldiğini gösteriyor. Her iki çözüme bakıldığında aşırı şüpheciler hiçbir şey yapmazlarken çevreciler, fosil yakıtların yasaklanmasını istiyor, nükleer enerjiden endişe ediyor ve insanların et yemeyi bırakmaları gerektiğini savunuyorlar. Bununla birlikte her iki hâkim öneri, temiz enerji kaynakları aracılığıyla CO2 emisyonlarını azaltmak veya enerji verimliliğini artırmak için teknolojiyi geliştirmek etrafında dönüyorlar. İklim değişikliği hususunda hedeflere ulaşmak için uluslararası siyasi “sol” ve siyasi “sağ” arasındaki tek fark; her bir bireyden devasa işletmelere kadar CO2 emisyonunu azaltmak için gönüllü sorumluluk almalarını istemek ya da hükümet düzenlemesiyle bunu zorunlu tutmak.
Mevcut durumla ilgili sorun yalnızca “farklı yaklaşımların üstesinden nasıl gelineceği” sorunu değildir. Bilime veya çözümlere ilişkin bu çelişkili görüşlerdeki farklılıkların tümü, özünde küresel sistem kapitalizmin değişmemesi gerektiği görüşünden kaynaklanmaktadır. Dahası, insanoğlunun zararı en aza indirecek şekilde davranmasından ziyade ağırlıklı olarak insan davranışının neden olduğu zararlara tepki veren bir modele odaklanmaktadırlar. Ağırlıklı olarak iklim değişikliğine odaklanıyorlar çünkü bugün siyasi ağırlık merkezi orada; hâlbuki odaklanılması gereken çok daha acil çevresel sorunlar var.
Medyada, “insanların bireysel arzu ve zevklerini takip etmekte özgür olmaları gerektiği” ya da “insan topluluklarının temelde ‘tüketici’ topluluklar olduğu” veyahut “ne pahasına olursa olsun ekonomik büyümenin en önemli ekonomik hedef olduğu” fikrine meydan okuyan ciddi bir öneri yoktur. Yine ekonomik büyüme için rekabet eden ulus devlet modeli üzerine kurulmamış ciddi bir öneri de yoktur.
Keza iklim değişikliği hakkındaki politik öneriler büyük ölçüde karbon salınımını azaltarak teknolojik verimliliği artırmak gibi ekonominin arz tarafında yer almaktadır. İnsanların daha az et yemesi gerektiğini savunan aktivistler, üretiminde karbon salınımı yüksek teknolojik ürünler, ucuz hava yolculuğu ve son modaya olan talebe karşı çok da fazla bir şey önermiyorlar. Dünyaya hâkim olan sistem, teknolojinin daha temiz ve çevre dostu bir şekilde bir şeyler üretmesi gerektiğini öne sürse de, insanların tüketmesi ve işletmenin üretmesi gerektiği fikrini desteklemeye devam ediyor.
Buna ek olarak birçok kişi, CO2 emisyonlarını azaltmaya yönelik uluslararası çabaların gelişmekte olan ekonomilere orantısız bir şekilde zarar vereceğinin farkında. Gelişmiş ülkeler ise bugüne kadarki emisyonlardan sorumlu tutulmazken ekonomik ve endüstriyel büyümede önemli bir avantaj elde etmiştir. Bu nedenle, küresel konferanslar, bir bütün olarak insanlığa değil de müstakil olarak devletlere fayda sağlayacak bir çerçeveyi tanımlamak için bir karşılaşma alanı hâline gelmektedir.
İslâm çevre ile ilgili meseleleri farklı bir şekilde ele alır. İslâm’ın bunu bireysel ve sistemsel bir yaklaşımla nasıl ele aldığını ve bu yaklaşımın uygun yasaları ve önlemleri uygulamak için İslâmi bir otoriteyi gerektirdiğini göstermeyi umuyoruz. Bu otorite ise Hilâfet’tir.
Birincisi; İslâm, insanların Allah’ın huzurunda yaptıklarından sorumlu olduğunu düşünür. Bu nedenle bireysel davranışlar sadece kişisel ahlaki bir seçim veya insanların bir dizi vergi yada ücretlendirme teşvikiyle zorlandıkları bir şey değildir. Diğer canlılara zarar veren her şey ne kadar küçük olursa olsun Allah’ın insanlardan hesap soracağı bir şey olacaktır. Ayrıca İslâm, insanları israftan caydırır.
İkincisi; İslâm maddi şeylerin peşinden gitme arzusunu çok daha geniş bir bağlamda ele alır. İslâm, “ihtiyaçlar” ile “istekler” arasında ayrım yapar; birincisini garanti eder, (insanları ‘istekler’ peşinde koşmaktan ziyade elindekiyle yetinmeye teşvik etse de) lükse izin verir, aşırı veya savurgan tüketimden vazgeçirir ve zihni, bu maddi dünyanın dar ufuklarının ötesine odaklar.
Üçüncüsü; İslâm’ın; ticareti teşvik eden, faizi yasaklayan ve kapitalizmle birlikte gelen büyümeye odaklı kronik dayatması olmayan ayrı bir ekonomik sistemi vardır.
Dördüncüsü; İslâm Hilâfet Devleti’nin toplumsal zarara karşı yasal yaptırımlar uygulandığı siyasi bir sistemi vardır. Bu sistem, yargının ayrı bir kolu aracılığıyla uygulanır.
Beşinci olarak; Siyasi liderlik insanların işlerini gütmek zorundadır. Bu, İslâm’ın belirlediği öncelikleri karşılamak için enerjinin üretim ve nüfusa orantılı bir dağılımını da kapsar. Bu kapsamda Halifenin birkaç ilkeyi uzlaştırarak uygulaması gerekmektedir:
a. Allah’ın bize rızık olarak verdiği güzellikleri kullanmak ve israf etmemek.
b. İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak.
c. Ümmeti korumak için gerekli olan enerji güvenliğini sağlamak ve yönetmek.
d. Farklı enerji türlerinin kullanımının gerekliliğinden kaynaklanabilecek zararları en aza indirmek yani geçmişten dersler çıkarmak.
Bu nedenle gelecekte Hilâfet muhtemelen bu hedeflere ulaşmak için enerji üretim biçimlerini çeşitlendirmeye çalışacaktır. İslâm, -güneş, rüzgâr, jeotermal, fosil veya nükleer yakıt gibi- enerji kaynaklarına Allah’ın insanlığa bir lütfu olarak bakar. Bunlar boşa harcanmamalı aynı zamanda olası zararlardan kaçınmak için geçmişten dersler alınmalıdır. Ayrıca enerji güvenliği konusu bütün dünyayı ilgilendiren temel konulardan biridir. Sadece enerjiyi güvence altına almak yetmez aynı zamanda enerjiyle alakalı güvenlik açıkları da azaltılmalıdır.
Altıncısı; Hilâfet, halkının karşı karşıya olduğu çevresel önceliklere aktif olarak odaklanacak, çatışmayı sona erdirecek ve yukarıda bir kısmı zikredilen İslâmi kuralları uygulayacaktır -örneğin, endüstriyel atıklardan kaynaklanan hava ve su kirliliği, halkların işlerine bakma görevine girmektedir-. İslâm Hilâfeti Müslüman dünyasında var olan yapay ulus devlet sınırlarını ortadan kaldıracak ve böylece birçok çevre sorununu işbirliğine dayalı bir şekilde ele alınmasını mümkün kılacaktır.
Elbette iklim değişikliğinin insan kaynaklı nedenleri ve potansiyel zararlarını belirleme konusundaki endişelerle ilgili olarak Hilâfet de bilimi takip eder. Bunun nedeni, teknik konuların teknik uzmanlığa sahip kişilere danışmayı gerektirmesidir. Ancak bilimsel görüşlere dayalı siyasi kararların devletin siyasi ilkelerine tabi olduğu açıktır. Bilim, -daha önce de söylediğimiz gibi- bu tür karmaşık konularda nadiren tarafsız bir konuma sahiptir. İslâmi ilkeler, bu konuda hangi ekstra önlemlere ihtiyaç duyulabileceğine bakmaksızın insanların sorunlarıyla ilgili olduğu düşünülen birçok endişeyi zaten ele alacaktır.
Son olarak; Hilâfet, dünya siyasetiyle uğraşan bir devlet olacaktır.
Dolayısıyla konferanslara kendi çıkarlarını savunmak için çağıran alaycı jeopolitik oyunlar gördüğünde onları ifşa edecektir. Kapitalizmin zararlarını gördüğü yerde, onları açığa çıkaracaktır.
Bütün bölgeleri etkileyen gerçek sorunları çözmeye çalışmak açısından diğer devletlerle etkileşime girmenin gerekli olduğu durumlarda, bunu İslâmi bir bakış açısıyla argümanlar sunarak yapacaktır. Dahası, ne kendisinin ne de dünyadaki savunmasız devletlerin, küresel ilişkilerde kendi hâkimiyetlerini korumaya çalışan güçlü devletler tarafından sömürülmesine veya manipüle edilmesine izin vermeyecektir.
Zira gerçek jeopolitik liderlik, başkasının gündemini takip etmekle değil gündemi belirlemekle; insanlığı etkileyen bir meseleyi herkesin çıkarları doğrultusunda -hem entelektüel hem de politik düzeyde- ele almakla; sömürgeci devletlerin dünyanın geri kalanı pahasına çıkarlarını teşvik etmelerine izin vermemekle olacaktır.
Bu makale dizisi iklim değişikliği konusunun kapsamlı bir incelemesi değildir. Ancak bu konulardan bazılarına değinerek insan kaynaklı sorunlara kapsamlı bir yaklaşımla sadece İslâmi çözümler sunmakla kalmayıp mevcut dünya düzeninin meseleye yaklaşımını da göstermeyi hedeflemektedir. Allah’tan bunu bizden kabul etmesini ve eksikleri bağışlamasını niyaz ederiz. Her türlü hayır gökleri yeri ve içindekileri yaratan Allah’tandır.
[1] Bakara Suresi 255
[2] Zilzal Suresi 7-8